Sahipsiz Ülke (no man’s land)

Sahipsiz ülke kavramı; hiçbir devletin egemenliği altında olmayan bir ülkeyi belirtmektedir. Bu kavram ile asıl kastedilen üzerinde bir topluluğun yaşamadığı ülke olmakla birlikte, Avrupalı devletlerin sömürgeci çıkarlarına ve anlayışlarına bağlı olarak, tarihte Avrupa uygarlığına bağlı olmayan toplulukların yerleştirdiği birçok ülkenin de sahipsiz ülke kavramı içinde değerlendirildiği gözlenmektedir. Bu tür yerli topluluklarının üzerinde yaşadığı ülkelerin “sahipsiz ülke” kabul edilmesinde Avrupalı devletlerin başvurduğu uluslararası hukuk ölçütü söz konusu ülkenin bir devletin egemenliği altında bulunmaması olmuştur. Ancak U.A.D.’nin Batı Sahara konusundaki 16.10.1975 tarihli danışma görüşünde de kabul ettiği gibi ne kadar ilkel olursa olsunlar insan topluluklarının birçoğu asgari bir siyasal ve toplumsal örgütlenmeye sahip bulunmaktadır. Bu durumda anılan ülkeler üzerindeki yerel toplulukların örgütlenmesinin bir devlet örgütlenmesi düzeyinde olup olmadığının değerlendirilmesi geçmişte Avrupalı devletlerin çıkarlarına dayanan sübjektif görüşler çerçevesinde yapıldığından Avrupa tipi bir örgütlenme modeline sahip bulunmayan bir takım belirli düzeydeki uygarlıklara sahip yerli toplulukların yaşadığı ülkelerin de “sahipsiz ülke” olarak kabul edildiği birçok örneğe rastlanmaktadır. Bununla birlikte, bugün uygulanan uluslararası hukukta geçerli olan görüş siyasal ve toplumsal bir örgüte sahip olan ülkelerin sahipsiz ülke olarak kabul edilemeyeceklerdir. 

Salam Politikası (salami policy)

Diplomasi ve milletlerarası ilişkilerde sözü geçen bir politika tarzıdır ve bir konunun sabırla ve metodik bir şekilde ağır ağır işlenerek, parça parça gerçekleştirmelerle sonuca varılmasını amaçlayan bir tutumu belirler. Bu deyim, bütün bir salamı bir kerede yutmak mümkün olmamakla beraber, dilimler halinde yavaş yavaş yemenin daha kolay gerçekleşmesi gerçeğinden esinlenilerek konmuştur. Örneğin, Kıbrıs’ta Makarios Türk toplumuna karşı bu politikayı benimsemiştir ve sürdürmekteydi. Böylece, birden ENOSİS’i gerçekleştirmenin zorluğu karşısında, Türklerin haklarını kısıtlamak, ekonomik olarak çökertmek, onları Adadan kaçırmak, ağır ağır Ada’yı ENOSİS’e doğru götürmekteydi. Zaten, çabuk ve birden ENOSİS isteyen EOKA’cılarla arasında bu yüzden anlaşmazlık çıkmıştı ve onlar tarafından devrilmesi ile başlayan olaylar Türkiye’nin barış harekatına yol açmıştır. Böylece bu durum tamamen değişerek Makarios ‘un salam politikası da iflas etmiştir. 

Saldırı (attack)

Uluslararası ilişkilerde bir devletin herhangi bir kışkırtma olmaksızın bir başka devletin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını çiğnemesi. Bir çatışma sona erdikten sonra cezalandırılacak ya da tazminata mahkum edilecek tarafın belirlenebilmesi açısından Uluslararası Hukuk’ta saldırı terimi, savunma zorunluluğu, uluslararası bir yetki ya da topraklarına girilen ülkenin onayı olmaksızın bir biçimde askeri güç kullanma biçiminde tanımlanmıştır. SSCB’nin Doğu Avrupalı müttefikleri ile beraber 1968’de Çekoslovakya’yı işgali buna örnek gösterilebilir.

Savaş (war)

Devlet ya da ulus gibi siyasal birimler arasında genellikle açık ve ilan edilmiş olarak yürütülen ve devletler hukukunca düzenlenmiş kurallar uyarınca yapılan silahlı mücadele. Savaşta amaç rakiplerin birbirlerine iradelerini kabul ettirmeleridir. Bir devletin diğerine karşı girişmiş olduğu tek taraflı zorlamalar diğer devlet tarafından aynı şekilde karşılanmadıkça savaş sayılmaz. Çatışmanın savaş haline alabilmesi için devletler arasında cereyan etmesi gerekmektedir. Bir devletin silahlı kuvvetleri ile silahlı fertler arasındaki çatışmalar, asilere ve deniz haydutlarına karşı girişilen hareketler savaş kabul edilmemektedir.Savaş devletler hukuku kurallarına uygun olarak gerçekleştirilmek durumundadır. Savaş halinin başlamasından itibaren sonuna kadar savaş devletlerle ilişkilerde savaş hukuku kuralları, savaşan devletlerle tarafsız devletler arasında ise tarafsızlık hukuku kuralları uygulanır.Savaş hakkı klasik devletler hukukuna göre egemen devletlerin başta gelen haklarından biridir. Ancak önce 1928 Briand-Kellog Paktı, daha sonra 1945 BM. Antlaşması ile savaş hukuken uluslararası suç kabul edilmiştir.Savaş Durumu (state of war)Uluslararası hukukta savaşın ilan edilmesinden itibaren başlayan hukuki durum. Ülkeler arasında çarpışmaların başlamasıyla ortaya çıkan bu durumda taraflar arasında diplomatik ilişkiler otomatik olarak kesilir ve devletler arasında daha önceden imzalanmış birçok antlaşma hükümsüz kalır ya da bunların fiilen uygulanma olanağı ortadan kalkar. Uluslararası hukuk kuralları savaş hali durumunda da savaşılan devletin can ve mal güvenliğine saygı gösterilmesini gerektirmektedir. Bununla beraber uygulamada genellikle bu kesimlerin mağdur olmaları kaçınılmaz olmaktadır.

Savaş Nedeni (casus belli)

Diplomasi dilinde ve uluslararası hukukta devletler arasındaki ilişkilerin kesilmesine ve savaş çıkmasına neden olabilecek her türlü eylem ve işleme verilen ad. Bir devletin başka bir devletin davranışlarını kendisi için tehlikeli bularak casus belli olarak nitelemesi, aykırı biçimlerinin en kesin ve ağırıdır. Örneğin Almanya I. Dünya Savaşı öncesinde Fransa ile Rusya arasında iki ateş arasında kalmamak ve Schlieffen Planını uygulayabilmek için Rusya’nın seferberlik ilanını casus belli kabul etmiştir.Casus belli oluşturan durumlar bir ittifak antlaşmasında öngörüldüğünde, casus belli’nin bir türü olan “casus foederis”ten söz edilir.

Seferberlik (mobilization)

Bir ülkenin silahlı kuvvetlerini, ekonomisini, yönetimini topyekün savaşa hazır hale getirme durumu. Savaş hazırlık ve tedbirlerinin tamamı. Seferberlik ilanı genellikle taraflar arasında diplomatik ilişkiden bir sonuç alınmaması veya alınamayacağının anlaşılması ve ilgili taraflardan bir ya da birkaçının amacına ulaşmak için güç kullanmaya niyetli gözüktüğü bir duruma işaret eder. Bununla beraber bir ülke tamamen karşı tarafa baskı uygulamak amacı ile de seferberlik ilan edebilir. Seferberlik durumunun önemine göre kısmi veya genel nitelikte olabilir.

Self Determinasyon (self determination)

Ulusların geleceklerini kendilerinin tayin etmeleri ilkesi. Klasik anlamda ulusların kendi geleceklerini belirlemesi kavramı bir ulus ya da yabancı bir güce bağımlı olmadan ayrı bir devlet halinde örgütlenebilmesi anlaşılmaktadır. Kökü bakımından Fransız İhtilali sırasında 1795 tarihinde yayınlanan insan ve vatandaş hakları demecine dek gitmektedir. Bu tarihten I. Dünya savaşına değin geçen süre içinde bu ülke aynı ulustan olan halkın bağımsız bir devlet kurma hakkını ifade eder. I. Dünya savaşı sonunda ABD başkanı Wilson yayınladığı 14. noktasının sonuncusunda ulusların geleceklerini kendilerinin tayin etmelerinden bahsetmekteydi. Ancak Wilson’un bu ilkesinin tüm ülkelere uygulanması için yaptığı girişimler başarısız olmuştur. Sadece savaştan yenilgi ile çıkan devletlere kısmen uygulanabilmiştir. II. Dünya savaşından sonra özellikle sömürge altındaki ülkelerin bağımsızlık istekleri ile başlayan ulusçuluk hareketleri, ulusların kendi kaderlerini tayin etmeleri ilkesini yeniden ön plana çıkarmıştır. Bu sorunların en çok tartışıldığı BM organlarında bu ilke modern siyasal dilin en çok kullanılan sözcüklerinden biri olmuştur.

Serbest Bölge (free zone)

Ülke sınırları içinde ancak gümrük sınırları dışında kalan bölge. Serbest bölgenin sınırları kesin olarak belirlenmiştir. Bulunduğu ülkenin dış ticaret, gümrük ve mali düzenlemelerinin kısmen ya da bütünüyle uygulanmadığı bu alanlara mal ve hizmetler gümrüksüz girebilir. Ancak sınırlarda mal ve hizmet giriş-çıkışları sıkı denetime tabidir. Serbest bölgeler faaliyetin niteliğine göre serbest ticaret bölgesi, serbest bankacılık alanı gibi gruplara ayrılır. Serbest bölgeye üye olan her ülke dışarıya karşı kendi gümrük sistemlerini uygularlar. Serbest bölgeye gümrüksüz olarak giren mallar burada bekletilebilir, depolanabilir ve işlenebilir. Bu nedenle serbest bölgelerde önemli sanayi işletmeleri ve yükleme, boşaltma, ambalajlama tesisleri kurulur.

Sessiz Diplomasi (silent diplomacy)

Bir diplomasi türü. Günümüzde devletlerarası ilişkileri kolaylaştırıcı bir zemin hazırlayan en iyi örnek Birleşmiş Milletler Örgütü’dür. Örgüt çerçevesinde sessiz diplomasi odaklarından birisi Genel Sekreterliktir. BM Genel Sekreteri üye devletlere ilişkin çeşitli sorunların çözümü için, bu devletlerin başkentlerini gezerek, onların çeşitli düzeylerdeki yetkilileri ile görüşmeler yaparak “sessizce” yoğun bir diplomatik faaliyet sürdürmektedirler. Sessiz diplomasinin bir başka zemini de “başta BM ve ona bağlı kuruluşların merkezleri olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşların merkezlerinde faaliyet gösteren, sürekli misyonlardırBu merkezleri, mali güçleri her ülkede diplomatik temsilcilik açmaya yeterli olmayan küçük ülkelerin birbirleri ile ilişki kurabilmeleri için uygun ortam hazırlamaktadır. Bu merkezler ayrıca, BM içerisinde yer alan çeşitli grupları oluşturan devletlerin kendi içlerinde yaptıkları grup toplantıları açısından da sessiz diplomasi ile bir zemin oluşturmaktadır.  

Sığınma (asylum)

Uluslararası hukukta yurttaşı olduğu devletten cezai kovuşturma, mahkumiyet ya da siyasal baskı nedeniyle kaçan kişilere başka bir devletçe tanınan koruma. Her devletin kendi yasalarına ve özel sözleşmelerine göre düzenlediği sığınma hakkı daha çok siyasal nitelikli suçlarda tanınır. Devlet başkanına suikast, savaşta düşmanla işbirliği yapılması, savaş ya da insanlık suçu işlenmesi gibi durumlarda genellikle iltica, yabancı savaş ve ticaret gemilerine başvurarak koruma isteme, diplomatik sığınma olarak anılır. Bu durumda kişiye sığınma hakkı kişinin ayrılmak istediği ülke topraklarında verilir. Elçilik ya da diplomatik temsilciliklerde verilen sığınma hakkı çoğu kez tartışmalara yol açar. 

Sığınmacı (refugee)

Vatandaşı bulunduğu ülkede uğradığı baskılar yüzünden ve meydana gelen siyasi olaylar nedeni ile iradesi dışında ülkesinden ayrılmak zorunda kalan ve vatandaşı bulunduğu ülkenin korumasını yitiren başka bir devletin vatandaşlığına geçmemiş yurtsuz göçmen. Daha önceleri nüfus artışının azlığı, ülkelerin sınırlarının kesin kez katı kurallarla çizilememiş olması gibi nedenlerden ötürü bir devletten diğerine seyahat etmek için pasaport ya da vize almak gerekmiyordu. Daha önceleri birçok göç dalgasının görülmesine karşın, mülteci sorunu esas olarak devlet sınırlarının daha sıkı bir korumaya alındığı 19. yy.’ın sonlarında ortaya çıkmıştır. Yüzyıllar boyunca iltica hareketlerinin temelinde yatan başlıca etken dinsel ya da etnik hoşgörüsüzlükler olmuştur. Koydukları kurallara herkesin uymasını isteyen dinsel ve siyasal otoriteler, bunu sağlayamadıklarında genellikle sınır dışı etme yöntemlerine başvurmuşlardır (15. yy.ın sonlarında Yahudilerin İspanya’dan kovulması). Yakın tarihte daha sık görülmeye başlanan siyasal nedenli iltica hareketleri daha çok modern devletlerde büyük siyasal çalkantıların ve muhalif azınlıklara yönelik baskıların sonucu olarak ortaya çıktı. (1917 Sovyet Devrimi ve İç Savaş sonucu 1,5 milyon komünizm muhalifinin ülkeden göç etmesi). Mültecileri korumaya yönelik çalışmalar 1920’lerde başlamış ve bu alanda Hükümetler arası Mülteci Komitesi (1938-47), Uluslararası Mülteciler Örgütü (1947-52), Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (1950) kurulmuş uluslararası örgütlerdir.  

Sınır (border)

Bir devletin ülkesel egemenlik haklarını kullandığı toprak parçasını diğerinden ayıran bir varsayım çizgisi. Burada söz konusu egemenlik hakları sadece kara parçaları ile ilgili olmayıp iç sular, karasuları, kara sahası ve yeraltı gibi alanları da kapsamaktadır. Sınırların saptanmasında başlıca iki yöntem uygulanmaktadır:1)Varolan bir sınırın belirlenmesi. Bu yönteme “uti possidetis” adı verilmektedir. Varolan sınır iki devlet arasında eski bir sınır olabileceği gibi, bir eyalet veya il sınırı da olabilir. 2)Yeni bir sınırın benimsenmesi.

Bu tür bir sınırın oluşturulmasında yapay ve doğal öğelerden yararlanılmaktadır. Yapay sınırlar enlem ve boylamları, doğal sınırları ise dağlar nehirler gibi coğrafi sınırları ifade eder. Ayrıca etnik, dini farklılıklar da devletler arasındaki sınırların oluşumunda rol oynayabilirler.Sınırların yeryüzü üzerinde uygulanması için “sınır karma komisyonları” kurulur. Bu komisyonların yetkileri kesin değildir. Komisyonlarca alınan kararlar konu ile ilgili devletlere sunulur ve onaylanması beklenir. 

Sınırlı Savaş (limited war)

Düşmanın bütünüyle yok edilmesinden veya şartsız tesliminde daha sınırlı bir amaca yönelik olarak yürütülen silahlı mücadele. Bu türden bir savaş sınırlılığının göstergesi, savaşta kullanılan silahların derecesi, katılan taraf sayısının azlığı, kapsadığı alanın darlığı gibi özelliklerdir.

Günümüz uluslararası sisteminden sınırlı savaş çeşitli şekillerde ortaya çıkabilir.

a)İki süper gücün birbirine karşı stratejik askeri gücünü silahlar kullanmayıp, yalnızca birbirlerinin askeri gücünü hedef alan taktik nükleer silahlarını kullandıkları çatışmalar,

b)Büyük güçlerin karışmadığı, küçük devletlerin kendi aralarındaki çatışmalar

c)Büyük güçlerden de destek alan küçük devletlerin mücadeleleri,

d)Bir süper gücün diğerinin müdahalesi olmadan küçük devlete karşı getirdiği askeri müdahaleler

e)B.M. Güvenlik Konseyi tarafından oluşturulacak bir gücün, alınan bir kararı uygulamak için girişeceği bir silahlı mücadele.

Silahlanma (armament)

Devletlerin bir dış politika aracı olarak başvurabilmeleri için gerekli savaş araç ve gereçlerinin sağlanması. Tarihin çeşitli dönemlerinde yaşayan insan topluluklarında çeşitli düzeylerde silahlanma eğilimleri görülmektedir. Bu eğilimler savunma, yayılmacılık, rekabet ve ekonomik çıkarlara yöneliktir. Devletlerin bu gibi nedenlerden dolayı silahlanması çok eski dönemlerden beri süregelmektedir. XX. yüzyıl ile birlikte konuya ilişkin iki yeni gelişme ortaya çıkmıştır. Birincisi, hava silahlarının gelişmesi, ikincisi de, silahlanma ile ekonomik çıkar ve diğer ekonomik sorunlar arasındaki ilişkilerdir. II. Dünya Savaşı sonrasında nükleer silahların ortaya çıkması silahlanma olayına daha farklı bir görünüm kazandırmıştır. 

Silahların Denetimi (weapons control)

Silahların geliştirilmesini, denenmesini, kullanılmasını ve konuşturulmasını denetlemek amacına yönelik uluslararası sınırlamadır. Bu uygulamanın iki işlevi vardır. Birincisi askeri hazırlık durumunun içerdiği riskleri küçülterek topyekün savaş olasılığını azaltmaktır. Silahların denetimi, silahsızlanma ya da silahların sınırlamasında olduğu gibi silah üretiminin yasaklanmasını gerektirmez. Yalnızca bu alanda kısıtlayıcı rol oynar. 1960 yılından sonra, genel anlamda silahsızlanmadan çok, silahların denetimine doğru bir eğilim belirginleşmiştir. Bu amaçla ikili ya da çok taraflı birçok antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmalardan en önemlisi “Atmosferde, Dış Uzayda ve Sualtında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Antlaşma”dır. Ayrıca Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan Yeraltında Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşmayı bu kapsamda ele alabiliriz. Silahların denetimi konusunda en önemli gelişme Stratejik Silahların Sınırlandırılması Görüşmeleri kapsamında imzalanan anlaşmalardır. 

Silahsızlanma (disarmament)

Genel barışı sağlamak amacıyla, ülkelerin askeri güç potansiyelini sınırlama ve azaltma çabası Silahsızlanma politikalarının amacı, saldırı ve savunma silahlarının üretiminin ve üretim teknolojisinin geliştirilmesini en aza indirmektedir. Bu aşamada silahların denetimi, silahsızlandırmaya katkıda bulunur. Silahsızlanma konusunda ilk çalışmalar 1899 ve 1907 yıllarında toplanan I. ve II. La Haye Konferansları’nda da gündeme geldi. I. Dünya Savaşı sırasında silah teknolojisindeki gelişmelerin etkisi ile Milletler Cemiyeti çerçevesinde silahsızlanma çabaları arttı. Bu çabalar sonucunda çeşitli antlaşmalar yapıldı. Fakat bu çabalar Avrupa ülkelerinin hızla silahlanması yüzünden hiçbir sonucu ulaşamadı.II. Dünya Savaşı’nın sonunda ilk kez atom bombasının kullanılması ile silahsızlanma girişimleri hemen hemen tümüyle nükleer silahlara ilişkin bir görünüm kazanmıştır. Savaştan sonra nükleer silahların sınırlandırılmasına ve denetimine yönelik Lancaster Silahsızlanma Konferansı (1954) ve Rapocki Planı (1957) Soğuk Savaşın da etkisi ile sonuçsuz kaldı. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği arasında 1960’dan sonra başlayan yumuşama ile silahsızlanma görüşmelerinin yolu açıldı. Anti-balistik füze sistemleri ve stratejik saldırı silahlarının sınırlandırılması yönünde olumlu adımlar atıldı. Orta Menzilli Nükleer Silahları Sınırlandırma Antlaşmasının 1987 Aralık ayında imzalanması ile silahsızlanma konuları daha da arttı. Silahsızlanma konusunda yapılan antlaşmaları iki grupta ele alabiliriz.

a)Çok taraflı antlaşmalar; bu antlaşmalar birçok ülke tarafından imzalanan genellikle Birleşmiş Milletler bünyesinde yapılan antlaşmalardır.

b)İki taraflı antlaşmalardır; bu antlaşmalar, iki ülke (ABD-SSCB arasında imzalanan antlaşmalar gibi) arasında imzalanan antlaşmalardır.

Similasyon (simulation)

İncelemek istenilen herhangi bir sistemin, operasyonel niteliklere sahip olan bir benzerinin oluşturulması ve benzetme yoluyla modelin incelenerek sisteme ilişkin sonuçlara varılabilmesidir. Günümüzde uçuş Simulatorları bunun en güzel örnekleridir. Bu yolla bir havayolu firması yeni bir uçak modelini kullanıma sokarken, elemanlarının uçağa alışmasını bu Simulatorlar aracılığı ile sağlamaktadır. Günümüzde simülasyon analizleri çok yaygın olmamakla birlikte, çeşitli sosyal bilim alanlarında da kullanılmaktadır. Buradaki en önemli sorun, benzetmenin belirli bir ölçüde basitleştirmeyi zorunlu kılmasıdır. Simülasyon analizleri uluslararası politika alanında da, özellikle dış politika konularına ilişkin karar alma süreçlerinin incelenmesinde kullanılmaktadır.

Sistem Analizi (system analysis)

Dar anlamda, rasyonel karar vermede yardımcı olan tekniklerden birisi. Geniş anlamda ise tüm blgi alanları arasında bir ilişki kurmaya çalışan Genel Sistem Teorisi’nden türetilen çeşitli analiz yöntemleri anlamında kullanılmaktadır. Sistem analizi gerek siyaset bilimi, gerekse uluslararası politika alanlarında ilginç çalışma ve uygulamalara konu olmuştur. Sistem analizi yaklaşımını siyaset bilimine uygulayanların öncüsü David Easton’dır. Easton genellikle ulusal düzeydeki siyasal sistemler üzerinde durmuş ve özellikle de istikrarsız sistemlerin nasıl olup da varlıklarını sürdürebildiklerini incelemiştir. Sistem analizi yaklaşımını uluslararası politika alanında uygulamasının öncüsü de Morton Kaplan’dır. Kaplan’a göre bu çabaların amacı, uluslararası olayların evrimi içerisinde yinelenen kalıpları ve üst düzey genellemelerini saptamak, bilimi önceden saptanabilirlik ile sınamaktır. Kaplan’a göre sistemlerin incelenebilmesi demek, değişkenlerin incelenmesi demektir.

Uluslararası politika açısından beş tür değişken söz konusudur.

a)Uluslararası bilimin genel davranışlarını betimleyen sistemin temel değişkenleri

b)Uluslararası birimlerin yapısal niteliklerine ilişkin değişkenler,

c)Sistemin değişimini belirleyen kuralları içeren değişkenler,

d)Uluslararası birimlerin yeteneklerine ilişkin değişkenler,

e)Uluslararası birimlerin birbirleri hakkında bilgilenme derecelerine ilişkin değişkenlerdir.

Diğer yandan uluslararası sistem kuramı uluslararası politikayı yalnızca uluslararası sistem açısından ele alır. Uluslararası sistem kuramı uluslararası alanın tümünde ya da bir kesimindeki karşılıklı etkileşimler ile ilgilenir. Uluslararası politikayı bu açıdan ele alanlar, kişiliklere ve içsel etkenlere veya ideolojilere fazla ağırlık vermezler, devletin davranışını dış çevreye karşı bir tepki olarak gösterirler.

 Sivil Savunma (civil defense)

Ülkenin saldırıya uğraması halinde, özellikle halkın can ve mal kaybını önlemek için alınan önlemler. Bu önlemler, sığınakların temini, gıda ve ilaç stoklarının oluşturulması vb. şeklindedir. Savaşın konvansiyonel silahlarla yapıldığı eski dönemlerde sivil savunma büyük şehirlerde toplanmış olan sivil halkın korunması anlamına geliyordu.Günümüzde ise daha çok nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlara karşı savunma anlamında kullanılır. Bunun dışında, özellikle hava saldırılarına karşı halkın korunması da günümüzün sivil savunma tanımında yer almaktadır.

Siyasal Rejim (political regime)

Bir toplumda yönetenler ile yönetilenler arasındaki ilişkinin biçimine ya da bir ülkede hükümet biçimine verilen ad.

Siyasal rejimler değişik ölçütlere göre sınıflandırılırlar:

a)Yönetenlerin seçilme biçimi açısından;

1)Yönetenlerin seçimine yönetilenleri karıştırmayan “otoriter rejimler”

2)Yönetenlerin seçimini idare edilenlere bırakın “demokratik rejimler”

3)Yönetenlerin seçimi konusunda yukarıdaki iki sistemden de bazı özellikler taşıyan “karma rejimler”

 b)Hükümet organlarının türleri açısından;

1)bir kral, diktatör, imparator başkan vb. kişinin tek başına hükümet temsil ettiği “monokratik rejimler”

2)hükümet etmeyi küçük bir grup kişiye bırakın “direktuvar rejim”

3)Hükümet etmeyi kendi içinde seçtiği bir başbakan ve bakanlara bırakan “meclis sistem”

c)Görev ve yetkilerin dağılımı açısından;

1)hükümete ilişkin görev ve yetkilerin, yasama, yürütme ve yargı şeklinde belirtilen klasik kuvvetler ayırımı ilkesi çerçevesinde ayrıştırılmasının sözkonusu olduğu “kuvvetler ayırımı rejimi”

2)hükümete ilişkin yasama, yürütme ve yargı yetki ve görevlerinin tek bir merkezde toplandığı “kuvvetler birliği rejimi”

a)Toplumda kamu yetkisi ve bunu sınırlandırma derecelerine göre;

1)liberal rejimler

2)yarı liberal rejimler

3)otoriter

4)totaliter.

Siyasal Sistem (political system)

Toplumların ortak amaçlarını belirlemek, oluşturmak ve gerçekleştirmek üzere geliştirdikleri ve aralarında çeşitli düzey ve biçimlerde bağlantılar bulunan bir örgütler bütünü anlamına gelir. Siyasal sistemi diğer toplumsal örgüt kümelerinden ayıran bazı özellikler vardır. Birincisi, siyasal sistem kapsamı açısından diğer toplumsal örgüt kümelerinden çok daha büyüktür. Sosyal hayatın tüm yönlerini kapsar ve dolayısıyla faaliyetleri toplumun tüm kesimlerini etkiler, etkilemesi de beklenir. İkincisi siyasal sistemin kararları emredici, toplumun tüm üyelerini bağlayıcı niteliktedir. Diğer bir deyişle siyasal sistemin ürünü olan kararlar, ilgilendirdikleri kişiler açısından uyulmasında zorunluluk bulunan işlemlerdir. Uymama zor kullanmayı da içeren çeşitli yaptırımlar ile cezalandırılır. Diğer yandan siyasal sistem içerisinde bulunan toplum, diğer toplumların siyasal sistemlerinin oluşturduğu bir uluslararası çevrede yaşar, bu çevreden etkilenir ve bu çevreyi ekonomik ve hukuksal sistemleri aracılığı ile etkiler.

Soruşturma (interrogation)

İç politikadaki anlamından farklı olarak uluslararası ilişkilerde uyuşmazlıkların çözümünde kullanılacak olan yöntemlerden biri. Bu yöntem, uyuşmazlık konusu olayın doğru ve gelişiminin ayrıntılı olarak incelenmesi halinde uyuşmazlığın sona ereceği düşüncesinin ürünüdür. 1907 yılında yapılan sözleşmede bu tür komisyonların uyuşmazlığa taraf olan devletlerin aralarında yapacakları özel bir sözleşme ile kurulacağını, inceleyecek olayların, komisyonun görev ve yetkilerinin de yine bu sözleşmede belirleneceği öngörülmüştür. Bunun yanında, komisyonun görüşmelerinin gizli yürütüleceği, kararların oy çokluğuyla alınacağı ve belgelerin tarafların onayıyla açıklanabileceği aynı sözleşmede ifade edilmiştir. Bu yöntem, 1913-1915 yılları arasında ABD tarafında otuz kadar devletle yapılan anlaşmalarla geliştirilmiştir. 

Sosyalist blok: bkz. bloklaşma

Soykırım: bkz. jenosid Sömürgecilik (colonialism)Bir devletin bir başka ülkeyi işgal ederek yönetmesi ve bu yöntemden ekonomik çıkar sağlaması. Sömürgecilik iki anlamda kullanılmaktadır. Geniş anlamda ilkçağlarda köleci devletlerin çevrelerindeki güçsüz ülkelerin zenginliklerinden ve köle olarak insanlarından yararlanmak için sömürgeleştirmesidir. Bu anlamda Roma imparatorluğu eski dönemlerin en büyük sömürgeci devletiydi. Dar anlamda ise, XV. yy’ın sonlarında başlayarak çeşitli Avrupa devletlerinin dünyanın geniş alanlarını keşif, fetih, ilhak ve iskan etmeleridir. Batı Avrupa ülkelerinde kapitalizmin başka ülkelere nazaran daha hızlı gelişmesinin temelinde, dünya üzerindeki doğal zenginliklerin, hazır servetlerin ve ucuz emeğin sömürülmesi yoluyla sermaye birikiminin hızlanması yatmaktadır. Asya, Afrika ve Latin Amerika’da yerel kaynaklara, kültürlere, tarihe, dine, dile ve örgütlenme deneyimlerine zarar verilerek, sömürgeleştirme sistemli olarak uygulanmıştır. XX. yy.’ın sonlarına doğru da sömürgeleştirme hareketi doğal sınırlarına ulaşınca, paylaşım sorunları ortaya çıkmıştır. Her iki dünya savaşı da sömürgeciliğin bir ölçüde gerilemesi sonucunu doğurmakla beraber bu konudaki önemli gelişme, II. Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkmıştır. Özellikle 1960’larda hemen hemen tamamlanmıştır. Bununla beraber, bazı yazarlar bu siyasi bağımsızlıkların pek fazla önemli olmadığını, emperyalist ülkelerin “yeni sömürgecilik” yöntemleri ile benzeri sömürü ilişkilerini farklı biçimlerde yeniden oluşturdukları görüşünü savunmaktadırlar. 

Statüko Politikası (status quo policy)

Hem iç hem dış hem de uluslararası politika kavramıdır. Statüko politikası ile biçim, düzen ve istikrar isteyen politika anlatılmak istenmektedir. Yani var olan yapıyı korumak isteyen politikadır. Uluslararası politika açısından ise savaşçı devletler arasındaki görüşmelere temel olarak kabul veya teklif edilen ve savaştan önceki var olan durumdur. Eğer bir devlet uluslararası sistemdeki mevcut güç dengesinin sürmesini istiyor ve bu sistemi aynı amaca yönelik çabalar ile destekliyorsa o devlet statükocu bir dış politika izliyor demektir. Statüko politikası emperyalist ve revizyonist politikaların karşıtıdır.

Strateji (strategy)

Bir savaşta siyasi iktidarın belirlediği, amaca ulaşmak için askeri kuvvetleri kullanma sanatı. Modern bir savaşta bir milletin veya milletler birliğinin savunmasında askeri, siyasi, iktisadi ve manevi güçleri birarada kullanmak ve düzenlemek sanatı. Genel (siyasi) strateji, bir devlet veya koalisyon güttüğü siyasete uygun olarak seçtiği hedeflere ulaşmak üzere her çeşit aracın kullanılması ve her alanda tedbir alınmasıdır. Topyekün strateji, Marksist, Leninist nazariyecilere göre sürekli sınıf mücadelesini yönetme bilimidir.Taktikten farklı olarak strateji birkaç basit ilkeye dayanır. Bunların ilki güç ilkesidir. Savaşı yönetecek kumandan belli bir karar almalı ve bütün harekatın aynı hedefe yönelebilmesi için bu karardan dönmemeyi bilmelidir. Fakat bu kararın gerçekleşebilmesi ancak düşmana zorla kabul ettirilmesine bağlıdır. Dolayısı ile güvenlik ilkesi bütün askeri güçlerin kumandanının iradesini baltalayabilecek düşman kuvvetlerinin her türlü harekatına karşı tetikte bulunmalarını gerektirir. Kuvvet iktisadı ilkesi ise kumandana elindeki birlikleri ölçülü bir şekilde çeşitli hedeflere yönelterek ve ihtiyatta güçlü birlikler bulundurarak ikinci derece önemli sayılan hedeflere asgari kuvvetli, ama hedefe ise azami kuvvetle saldırmayı emreder. Gerçi savaşın alabildiğince geniş cephelere yayılması ve silahların olağanüstü bir şekilde gelişmesi askeri harekatın yönetimini hayli zorlaştırmıştır ama stratejinin yukarıda sayılan ilkeleri bugün de geçerlidir. 

Stratejik Nükleer Silahlar (strategic nuclear weapons)

Çok uzun mesafeli düşman topraklarındaki hedefleri vurmak için dizayn edilmiş nükleer silah. Bu silahlar uzun menzil füzeler ve bombalardan oluşur. Aradaki menzil 10.500 kilometreye kadar çıkabilir. Silahların bazı yere konumlandırılmışken bazıları denizaltılarına yerleştirilir.

  • Kıtalararası balistik füzeler
  • Denizaltında atılan balistik füzeler
  • Krüz (cruise) füzeleri

 Bazı nükleer silahlar her biri ayrı bir hedefe yönelen patlayıcı başlıklara sahiptir.Stratejik nükleer silahlar, düşman stratejik nükleer silahlarını tahrip eder, düşman sosyal ve ekonomik organizasyonu sekteye uğratır. 

Sürekli Tarafsızlık: bkz. Daimi Tarafsızlık

Sürgünde Hükümet (government in exile)

Uluslararası hukukta özel bir hükümet biçimi ve buna dair tanımadır. Hukuki bakımdan, hükümetlerin, devlet toprakları üzerinde egemen tek otorite olmaları temel kuralken, bazı özel durumlarda (savaş gibi) devlet toprağı üzerindeki otoritesini kaybetmiş hükümetler, diğer devletler tarafından hala ülkelerin legal hükümeti olarak tanınabiliyorlar. Böyle hallerde ülkesini uluslararası kuruluşlarda temsil etme yetkisi de bu “sürgünde hükümet”te oluyor. II. Dünya Savaşı sırasında ülkesi Almanya ve İtalya tarafından işgal edilmiş bazı hükümetler İngiltere’ye sığınmışlar ve sürgünde hükümet sayılarak bunlara kimi hukuksal ve siyasal işlemlerde bulunma imkanı tanınmıştı. 

Şartsız Teslim (unconditional surrender)

Savaş sırasında avantajlı tarafın diğerine karşı öne sürdüğü savaşı sona erdirme koşulu. Şartsız teslim söz konusu olduğunda kaybeden taraf, kazanan tarafın uygun bulunduğu her koşulu ve zorunluluğu yüklenme durumundadır. Böyle bir durumda kazanan taraf diğerinin ülkesini işgal edebileceği gibi, bu ülkede savaş suçlusu olarak gördüğü kişileri cezalandırabilir ve nihayet söz konusu ülkenin sosyal, siyasi ve ekonomik yapısında bazı değişiklikleri gerçekleştirebilir.II. Dünya savaşı sonrasında müttefikler savaşın sona ermesi için Almanya ve yandaşlarının şartsız tesliminde kararlı olduklarını 1943 Casablanca Konferansında D. Roosevelt’in konuşmasıyla dile getirmişlerdir. Sonuçta da Almanya şartsız teslimi kabul etmiştir. Bugünkü Birleşmiş Milletler düzeni içinde bu türden uygulamalar çok mümkün olmamaktadır. 

Takımada (archipelago)

Birbirine yakın büyüklü küçüklü birkaç adadan oluşan topluluğa verilen ad.   

Taktik Silahlar (tactical weapons)

Günümüzde modern silahlar, genellikle stratejik ve taktik silahlar olarak iki ana grupta toplanmaktadır. Diğer bir sınıflandırma da nükleer silahlar ve konvansiyonel-klasik-silahlar şeklindedir.Taktik silahlar, savaşın bütünü değil, bir cepheyi, bir harekat alanını ilgilendiren, dar bir bölgede etkili ve küçük bir birlik tarafından kullanılan kısa menzilli silahlardır. Hemen hemen bütün konvansiyonel silahlar aynı zamanda taktik silah türleridir (top, tank, tanksavar silahları, bütün piyade silahları, kısa menzilli füzeler ve benzeri silahlar gibi).Nükleer silahlardan da taktik önemde olanları bulunmakta ve bunların en son tiplerine “küçük nükleer silah” anlamına gelen “Mininuces” adı verilmektedir. Ayrıca, taktik nükleer silahlardan gücü 1ila 20 kilodan arasında değişmekte olup, yüzeyden-yüzeye (karadan-karaya) küçük ve kısa menzilli füzelerde başlık halinde atılabilen, nükleer mayın halinde bulunabilenler de vardır. Bugün için Avrupa’daki NATO kuvvetlerindeki taktik silah sayısının 7-8000 kadar olduğu uzmanlarca açıklanmaktadır.

Tampon Devlet (buffer state)

Coğrafi konum bakımından güçlü ve birbirine düşman iki devlet arasında bulunan, nispeten küçük ve güçsüz devlet. Tampon devlet iki fonksiyon görebilir. 1)Bu büyük devletlerin doğrudan doğruya karşı karşıya gelmelerini önleyerek küçük gerginliklerin hemen çatışmaya dönüşmesini önler.

2)Öte yandan güçlü bir devlet çevresinde yer alan nispeten güçsüz devletlerin topraklarını ülkesinin güvenliği açısından tampon bölgeler olarak görmekte ve kendisine dışarıdan yönelecek genel bir saldırıyı bu tampon ülkelerin topraklarında karşılamayı düşünmektedir. Rusya ve Batı Avrupa ülkeleri tarih boyunca Doğu Avrupa ülkelerini benzer bir gözle görmüşlerdir.

Tarafsızlık (neutrality)

Bir devletin başka iki devlet veya devletler arasındaki savaşın fiilen ve hukuken dışında kalması ve savaşan devletlerin de bunu böyle kabul etmesi. Tarafsızlık doktrini hiç değilse barış zamanında her türlü askeri ittifaka katılmayı reddeden öğretidir. Özellikle batı ve komünist blokları karşı karşıya getiren anlaşmazlıklarda bir hakemlik veya çekimserlik siyasetine sahip olanların görüşü böyle idi.Tarafsızlık çeşitli şekillerde olabilir. 18 yy.da alışılmış olan tam veya mutlak tarafsızlık yanında noksan, sınırlı veya gözetici denen tarafsızlık ortaya çıkmıştır. Sınırlı tarafsızlıkta savaşa katılma yok; ama taraflardan birine yardım vardır. Bir diğer tarafsızlık da silahı olanıdır. Bu ya ticaret gemilerini korumak için refakatine savaş gemisi vermek ya da tarafsızlığa saygı gösterilmesini güven altına almak için kuvvetli bir orduyu silah altında tutmak şeklinde olur. Daimi tarafsızlık ise bir devletin diğer devletlere bağımsızlığını ve ülke bütünlüğünü güven altına alınmasına karşılık-meşru müdafaa durumu hariç-savaş hakkında ve askeri ittifaklara girme hakkında vazgeçmesi demektir.Tarafsızlık bazı hakları (toprak bütünlüğünün ihlal edilmesi, ticari ilişkilerde serbestlik) ve buna karşılık bazı yükümlülükleri (dolaylı dolaysız her tür çatışmaya katılmaktan kaçınma, savaş halinde bulunanlara karşı tam anlamıyla eşit davranma vs.) kapsar.

Terörizm (terrorism)

İhtilalci bir mücadele sistemidir. Bu sistemin yarattığı havaya “terör”, sistemin tarafları veya uygulayıcısına da “terörist” denir. Terörizm; yasadışı stratejik ve siyasal amaçlarını gerçekleştirmek için bir grubun veya devletin, hedeflenen kitleyi yıldırıp, korkutarak, planlı ve bilinçli biçimde şiddet kullanması ya da kullanma tehdidinde bulunmasıdır. Terörizmin kuralı yoktur, amaçları korku yoluyla istekleri dayatmaktır. Terörizm bir savaştır ama bu savaşın alanı belli değildir. Genelde teröristlerin seçtiği alanda taraflar karşı karşıya gelir. Eylemleriyle, kitle iletişim araçlarını kullanarak sorunlara dikkat çekmeye çalışırlar ve bunun için de en kanlı yolları seçmeye özen gösterirler.  

Tırmanma (escalation)

Savaşan bir tarafın kendince gerekli görerek veya hasım tarafça girişilmiş arttırma hareketine karşılık olarak askeri imkanlarını hesaplı bir biçimde arttırması. Öte yandan tırmanmanın, cepheye daha fazla asker sevk edilmesi, savaşta yer alan ülke sayısının artması, giderek daha büyük alanlara yayılması biçiminde ortaya çıkması da mümkündür. Günümüz stratejistleri tırmanma olgusunu askeri çatışmalarda mümkün olduğunca önlenmeye çalışılan bir süreç olarak görürken aynı zamanda bu sürecin topyekün bir savaşın ortaya çıkışını engelleyici bir fonksiyonu bulunduğuna da işaret etmektedir. Alt düzeydeki bir yoğunlukta başlayan mücadelede çeşitli tırmanma aşamalarında uzlaşmaya varılabilir.Ayrıca tırmanma terimi Atom Çağı’nın strateji terimleri arasında yer alır ve atom silahlarının gücünün önüne geçilmez bir biçimde hızlanmasını belirtmek için kullanılır.

Topyekün Savaş (total war) Çağımızda savaşın ulaştığı aşama. Eski dönemlerde savaş daha çok sonucu savaş meydanlarında belli, mücadeleye girişen orduların başarı veya başarısızlığı ile belirlenen bir görünüme sahipti. Ancak 20. yy. gelişmeleri durumu değiştirdi. Örneğin hava kuvvetlerinin ordulara katılması cephe gerilerinin vurulabilirliğini arttırdı. Topyekün savaşın bazı özellikleri vardır: a)Ülke halkının tümü savaşa katılır. Yani savaş ile ilgili çabalarda yer alır.

b)Karşı tarafın halkı bunaltılmaya böylece savaşa direnme arzusu ve gücü azaltılmaya çalışılır.

c)Modern silahların kullanılmasıyla hedeflerin küçük ölçekli tahribi söz konusu olmaktadır.

d)Ülkenin çoğunun mücadele içinde yer alması sonucu savaş global bir nitelik kazanır.

e)Düşman tarafın halkını hedef alan yoğun moral ve ideolojik kampanya açılarak mücadele karşı tarafa yönelik bir haçlı seferi biçimine sokulmaktadır.

f)Klasik savaş kuralları genellikle taraflarca pek dikkate alınmamaktadır.

Günümüzde topyekün savaşın bir anlamı da yerel bir nükleer savaştır. Tarafların kesin bir zafer elde etmek için bütün güç ve kaynaklarını seferber ettikleri büyük savaştır. Tarih boyunca savaşların boyutları siyasal olmaktan çok ekonomik ve toplumsal nitelikte olmuştur. Basit toprak ilhaklarının genelde kıyasıya savaşlara yol açması bu durumu yansıtır. Tarihte en kanlı çatışmalar ideolojik ayrılıkların yol açtığı durumlar, iç savaşlar ve din savaşlarında görülmüştür. Büyük köle nüfusları olan Eski Yunan ve Roma’da bile çöküş dönemlerine değin topyekün savaş görülmemiştir. Savaşın belli kurallara uygun yürütüleceğine karşı çıkan Prusyalı askeri strateji uzmanı Carl Van Clausewitz topyekün savaş kavramını bugünkü anlamıyla kullanan ilk yazarlardandır.20. yy.’daki iki dünya savaşı birçok yönden sınırlı olmakla beraber genelde topyekün veya en azından tarihin en topyekün savaşları sayılır.

Ultimatom (ultimatum)

Bir devletin diğer bir devletten derhal veya belirli bir süre içinde yerine getirilmesini istediği bazı taleplerde(mesela o devlete verilmiş zararlardan dolayı tazminat ödenmesi, sınırlı ihlal ve tecavüzlerine son verilmesi, sınırı geçmiş olan birliklerin geri çekilmesi gibi) bulunduğu diplomatik belge. Ayrıca genellikle talep veya taleplerin derhal yahut belirtilen sürede yerine getirilmemesi ültimatomu veren devletin gerekli gördüğü bütün tedbirleri (ilişkilerin kesilmesi, aynıyla karşılık verme, abluka, silah kullanma ve savaş ilanı) almakta kendini serbest sayacağı da belirtilir. La Haye antlaşmasına göre ültimatomun yazılı olarak verilmesi gerekir. 

Ulus (nation)

İnsanların biraraya gelerek oluşturdukları en geniş toplumsal örgütlenme biçimi. Genelde aynı topraklar üzerinde yaşama, dil, din ya da benzeri ortak değerlerle birleşme ve yine genelde hukuksal egemenliği olma gibi tarafsız, kişinin kendini gruptan sayması gibi sübjektif değerlerin biraraya getirdiği ve bu farkların bir elit tarafından hatırlatıldığı insan topluluğu, ulusu oluşturan çeşitli öğelerin tarihin genel akışı içinde belirginleştiği toplumlar, ancak kendi devletlerini kurma hakkını elde ettikten sonra günümüzdeki anlamda ulus olabilmişlerdir. Özellikle tanımda yer alan ve bir ulusun üyelerinde ortak olması gereken özellikler günümüzdeki birçok ülke açısından (en azından resmi düzeyde) söz konusu olan ulus-devlet birlikteliğini hemen hemen bütünüyle ortadan kaldırmaktadır. Bu tanıma göre ya bir devlet içinde birçok ulus yer almakta ya da bir ulus birden çok devlet arasında bölünmüş durumdadır. Bu durum günümüzde soruna daha pragmatik açıdan bakan ve daha çok ulus-devlet birlikteliğini temel alan bazı ulus tanımlarını beraberinde getirmiştir. Günümüzde yaygın kanıya göre ulus, ortak bir geçmişe ve geleceğe ilişkin benzer düşüncelere sahip olan yani bir inanç ve bilinç birliği içinde bulunan insan topluluğudur. 

Ulusal Çıkar (national interest)

Yöneticilerin, devletlerin dış politikalarını dayandırdıklarını söyledikleri temel öğelerdir. Marksistlere göre devletin çıkarları veya ulusal çıkarlar aslında toplum içindeki egemen sınıfın çıkarlarından başka birşey değildir. İç politikada olduğu gibi dış politikada da devlet, mevcut düzeni dış tehlikelerden koruyan ve egemen sınıfın dışarıdaki çıkarlarını yürüten başlıca araçtır. Sovyet yetkililere göre barış zamanında dış politikanın başlıca aracı diplomasidir. Dış politikanın egemen sınıfın çıkarlarını yansıtmaya karşın diplomasi ulusal çıkarların resmi biçimdeki ifadesidir. Diplomatik ilişkiler ulusal çıkarlar örtüsüne gizlenmiş olan grup çıkarları ya da toplumsal sınıf çıkarları arasındaki çatışmanın bağdaştırılmasından başka bir şey değildir. Ulusal çıkar kavramının tüm ulusun çıkarlarının bir bileşkesi niteliğini taşıdığını kabul eden klasik görüş taraftarları açısından da hangi öğelerin ulusal çıkarı temsil ettiğinin belirlenmesi sorun olmaktadır. Her şeye rağmen bir ulusun tümünü kapsayan ortak bir çıkar öğesinin ülkenin öz varlığının korunması olduğu genellikle kabul edilmektedir. Son yıllarda özellikle de ABD’li bazı yazarlar kavramın uluslararası politikanın biçimsel analizi açısından pek uygun olmadığını, dolayısıyla yerine başka kavram ya da kavramların konulması gerektiğini savunmaktadırlar.

Ulusal Devlet (national state)

Bir devlet biçimi Ortaçağ Avrupası’nın son dönemlerinde giderek çökmeye başlayan feodal sistem karşısında yeni ortaya çıkan burjuvaziyi yanlarına alan krallar merkezi otoritelerini güçlendirmekteydiler. Fransız Devrimi de ulusçuluğun ideolojik ve moral altyapısını güçlendirdi, çok uluslu imparatorluklar için gerçek bir tehdit oldu. 19. yy’ın sonları ve 20. yy başlarında en yoğun dönemini yaşayan ulusal devletlerin ortaya çıkış süreci 20. yy’ın ikinci yarısından itibaren azalmıştır. Bunun nedenleri, potansiyel toplulukların sınırına yaklaşılması iki bloklu sistemin ulusal devletin prestijini zedelemesi, eski sömürge devletlerinin bağımsızlığa kavuşurlarken ulusal devlet niteliklerini taşımamaları olarak sayılabilir. Ulusal devlet günümüzde yaygın bir uluslararası birim, bir devlet biçimi olarak görünmektedir.

Ulusal Güç (national power)

Bir devletin bir diğerini, belirli tutum ve davranışları yapma ya da yapmama açısından zorlamakta kullanılabileceği potansiyel olanaklar toplamı. Coğrafya; ulusal gücü oluşturan en istikrarlı faktördür. Önemi eski dönemlere göre azalmakla beraber günümüzde de geçerlidir. Örneğin, ülkenin bir ada olması, çok dağlık ve içlerine ulaşılması güç bir topograik yapıya sahip olması veya ülkeyi diğer ülkelerden ayıran hiçbir doğal engelin bulunmaması, bir ülkenin ulusal gücünü etkileyen öğelerden birisi de doğal kaynaklardır. Endüstriyel kapasite; günümüzde gerek barış gerekse savaş dönemlerinde ülkelerin ulusal gücünü belirleyen en önemli faktörlerden birisi de endüstriyel kapasitedir. Askeri Hazırlık Derecesi; gücü oluşturan temel öğelerden birisidir. Bir ülkenin askeri hazırlık derecesi, o ülkenin savaş teknolojisi, askeri birliğinin kapasitesi ve de silahlı kuvvetlerinin nicelik ve nitelik açısından mevcut durumu ile ilgilidir. Nüfus; önem derecesi duruma göre değişen bir faktördür. Günümüzde de konvansiyonel silahlar ile sürdürülen savaşlarda, özellikle de kara savaşlarında nüfusun önemi büyüktür. Diplomasinin Niteliği; elde bulunan potansiyonel olanakların değerlendirilmesi konusunda genel politikayı belirleyen faktördür. Bu anlamda diplomasi, ulusal gücü meydana getiren farklı öğeleri, ulusal amaçları yakından ilgilendiren uluslararası konular üzerinde en yüksek etkide bulunabilecek bir şekle getirme sanatıdır. Hükümet ve Yönetimin Niteliği; gerçekte sözü edilen tüm ögeler hükümet tarafından alınan kararlar çerçevesinde bir ülkenin gücünü oluştururlar.

Bu nedenle nitelikli bir hükümetin gerçekleşebilmesi için gereken üç görev vardır;

a)ulusal gücü yaratan maddi ve insani kaynaklar ile izlenmekte olan dış politika arasında bir dengenin kurulması

b)sözkonusu kaynakların kendi aralarında gerçekçi dengenin kurulması,

c)izlenecek dış politika konusunda halkın desteğini kazanma.

Bazı yazarlar ulusal moral, ulusal karakter gibi saptanması ve karşılaştırılabilmesi son derece güç bazı faktörleri de ulusal gücü oluşturan ögeler arasında ele almaktadır. 

Ulusal Hava Sahası (national air space)

Bir devletin ülkesi üstündeki hava sahası. Hava sahası devletlerin egemenliği altında bulunan hava ülkesi ile buna bitişik olarak yer alan iç suların, boğazların üstünde bulunan hava sahasıdır.

Ulusal Karakter (national character)

Devletlerin ve hükümetlerin “kişileştirilmesi” ile uluslararası davranışlarının açıklanabileceğini savunan görüş. Barışta ve savaşta ulus adına eylemde bulunanlar devlet politikası belirleyenler, uygulayanlar, destekleyenler, seçenler ve seçilenler, kamuoyunu biçimlendirenler gibi şeylerin hepsi ulusal karakteri oluşturan entelektüel ve moral niteliklerin izlerini taşırlar. Bunun sonucu da ulusal karakterin ulusal güç üzerinde etkiye sahip olmasıdır. Uluslararası ilişkilerin açıklanmasında ulusal karakterin göz önüne alınması bugün ciddi ve gerçekçi bir yaklaşım olarak kabul edilmemektedir. Rusların kaba kuvvetçiliği ve inatçılığı, Amerikaların buluşçuluğu ve bireyciliği, İngilizlerin dogmatik olmayan sağduyuları, Almanların ve Japonların disiplinci organize toplumsal yapıları ulusal karakter farklılıkları olarak öne sürülmekte ancak uluslararası ilişkilerin açıklanmasında çok yetersiz kalmaktadır.

Ulusal Moral (national moral)

Bir ulusun kendi hükümetlerinin dış politikasını barışta ve savaşta desteklemekte gösterdiği konsantrasyon derecesi. Tüm ülkede ulusal moralin varlığı, yokluğu veya niteliği özellikle ulusların tehlike ile karşılaştığı bunalımlı zamanlarda daha açık biçimde ortaya çıkar. Ulusal moral bir devletin ordusunun, dış işlerini, üretimini yani tüm faaliyetlerini ve dolayısıyla gücünü etkiler.

Ulusçuluk: bkz. Milliyetçilik

Ulus Devlet: bkz. Ulusal Devlet

Uluslararası Boğazlar (international straits)

İki açık denizi birleştiren deniz yolu. Bir boğazın “uluslararası boğaz” olarak kabul edilmesi için uluslararası deniz ulaşımında kullanılıyor olması, genişliği ve coğrafi konumu ve durumu önemli etkenlerdir. Eğer söz konusu boğazın genişliği karasularının iki katından az ise ve iki açık deniz parçalarını birleştiriyorsa Boğaz suları karasuları rejimine tabidir. Boğazın genişliği, karasularının iki katından fazla ise, karasularının dışında ve boğazın ortasındaki alanda açık deniz rejimi uygulanır.

Uluslararası Denizyatağı (deep seabed)

Ulusal yetki sınırları dışında kalan deniz yatağı ve toprak altı. Deniz yatağı kavramı 1945’ten sonra ortaya çıkmıştır. Denizlerin maksimum düzeyde kullanılması arzusu ve teknolojik gelişmeler sonucu, devletler deniz yatağının ve toprak altının araştırılması ve işletilmesi için çalışmalarda bulunmaya başlamışlardır. Devletlerin karasularının altında kalan bölümün dışındaki deniz yatağı alanında çeşitli uluslararası düzenlemeler öngörülmektedir. Ancak denizde deniz altı ve boru döşeme hakkı da bu çerçevede ele alınmaktadır.

Uluslararası Hava Sahası (international air space)

Hiçbir devletin ulusal hava sahasına girmeyen yani devletlerin karasuları sınırının dışındaki bölgelerin üstündeki hava sahası. Deniz hukuku antlaşmaları açık denizler üzerinde yaralan hava sahasındaki uçuş serbestliği ilkesini kabul etmek suretiyle karasuları dışında kalan hava sahasının ulusal egemenliğe konu olamayacağını benimsemiştir. 

Uluslararası İlişkiler (international relations) Uluslararası ilişkiler, başta devletler olmak üzere, hükümetler ve devlet-dışı kuruluşlar arasında hukuksal, siyasal ve ekonomik ilişkileri analiz eden kapsamlı bir deyimdir. Hatalı olarak uluslararası politika deyimi ile aynı anlamda kullanılır. Uluslararası İlişkiler devletler arasındaki her düzeyde ve her çeşit konudaki ilişkileri kapsamasına karşın, uluslararası politika devletlerin resmi organları aracılığıyla kurduğu ve siyasal konulardaki ilişkileri kapsar. 

Uluslararası Kamuoyu: bkz. Dünya Kamuoyu

Uluslararası Kanallar (international channels)

İki açık denizi birbirine bağlamak amacıyla insan eliyle açılan su yolları. Bu su yollarının uluslararası ulaşım bakımından çok önemli olmaları halinde hukuksal statüleri uluslararası anlaşmalarla belirlenmektedir. Eğer ilgili bir anlaşma yoksa uluslararası kanal sınırları içinde bulunduğu denetim hukuk düzenine tabidir. 

Uluslararası Nehirler (international rivers)

İki yada daha fazla sayıda devletin ülkesinden geçerek denizlere ulaşan veya bu devletler arasında doğal sınır oluşturan nehirler. Genelde 20 Nisan 1921 Barselona Sözleşmesi ile belirlenen hukuki statüleri, ulaşımın kıyı devleti olsun veya olmasın geçiş serbestliğine dayanır. Kıyı devletleri ulaşımı engelleyecek önlemler alamaz ve özel hizmetleri karşılığı dışında hiçbir ücret talep edemezler. 

Uluslararası Politika (international politics)

Uluslararası ilişkiler disiplinin bir alt dalıdır. İki veya daha fazla devlet arasındaki siyasi ilişkileri uluslararası sistemin tümü içinde ele alarak inceler. Uluslararası politika, devletlerin resmi organları aracılığıyla giriştikleri ilişkileri kapsar. Uluslararası politikanın tüm devletlerin dış politikalarının toplamı olduğu söylenir. Bu bir bakıma doğrudur, ancak, devletlerin dış politikalarının teker teker incelenmesiyle uluslararası politikanın tümünü çözümleyebilmek imkansızdır. Uluslararası politika alanında her zaman geçerli olabilecek bir “büyük kuram” (grand theory) geliştirilememiştir. Bu alanda yapılan araştırmaların çoğu konuya tek yönlü bakmıştır ve hemen hepsinde süreç yönü ön plana alınmıştır.

Uluslararası Sistem Kuramı: bkz. Sistem Analizi

 Uluslarüstücülük (supranationalism)

Uluslar üstücülük, üye birimlerden merkezi organa doğru bir karar-alma otoritesi transferini içerir. Üyeler uluslar üstü kararı ya kabul etmek yada sistemden çekilmek zorundadırlar. Kararlar üye hükümetlerin temsilcilerince veya uluslararası düzenlemenin bir birimi olarak işlev gören kurum tarafından alınır.Uluslar üstücülük, eğer ülkeler egemenliklerinin bir kısmını gönüllü olarak merkezi kuruma devrederlerse mümkündür. Ancak karar alma ayrıcalıklarından vazgeçmemekte ısrarlı olan liderlere sahip bağımsız ve egemen devletlerden ulaşan bir dünyada uluslar üstücülük çok az destek görmüştür. Avrupa Birliği Komisyonu, politikalar üreten, bir yürütme organı işlevi gören ve üye ülkeleri, özel grupları ve bireyleri bağlayıcı kararlar alan uluslar üstü bir kuruluş olarak ender rastlanan örneklerden birisidir. Diğer Birleşmiş Milletler organlarından farklı olarak Güvenlik Konseyi, BM Antlaşması’nda barış ve güvenlik konularında üye ülkeleri bağlayıcı uluslar üstü kararları almakla yetkilendirmiştir. Konsey bu gücünü, sözgelimi 1966’da Rodezya’ya zorlayıcı ekonomik yaptırımlar uygulamak suretiyle göstermiştir. 

Uzlaştırma (arbitration)

Devletler arasındaki uyuşmazlıkların barışçı çözüm yollarından birisi. Uzlaştırma siyasal ve diplomatik çözüm yöntemleri arasında en fazla resmileşmiş olandır. Ya bir kişiye ya da bir komisyona verilen uzlaştırma görevi, uyuşmazlıkların hakemlik veya yargı yoluyla çözülmesinden daha esnektir ve çeşitli uyuşmazlıklara uygulanabilme yeteneği daha fazladır. Uzlaştırıcıların verdikleri kararlar, hakemlik ve yargı yollarından farklı olarak uyulması zorunlu, bağlayıcı kararlar değildirler. Uzlaştırıcının amacı, farklı görüşlerin bağdaştırılması yoluyla uyuşmazlığın çözümünü sağlamaktır, yoksa hukuksal hakların gerçekleştirilmesi değildir. Uzlaştırıcının teklifleri tarafları tatmin etmedikçe ve taraflar bu teklifleri kabul etmedikçe uyuşmazlık çözüme bağlanamaz.

Üçüncü Dünya (third world)

Az gelişmiş ülkeler kategorisinde bulunan Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkeleri için kullanılan bir deyimdir. II. Dünya savaşı sonrasında, özellikle soğuk savaş döneminde dünya, sosyalist sistemi benimsemiş Doğu Bloğu ve kapitalist sistemi benimsemiş Batı Bloğu arasında ikiye bölünmüştü. Üçüncü Dünya Deyimi bu iki kutupluluğu ortaya çıkardığı bir olguyu belirtmiş ve tam anlamıyla bu iki kutuptan birisinde yer almayan devletleri nitelemek için kullanmıştır. Bu deyim, dış politika stratejilerini “bağlantısızlık” yönünde seçen ülkeler için de kullanılır. Ancak daha çok Varşova Paktı ya da NATO üyesi olmayan az gelişmiş Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerini belirtir. Bu ülkelerin ortak noktaları çoğunun bir sömürge geçirmiş olmaları bağımsızlıklarını bir mücadele sonucu kazanmalarıdır. Bu ülkeler dünya barışı için bloklar arasında bir denge unsuru olduklarını düşünmekteydiler.

Ülke Kazanma

Devletlerin bir ülke parçasının sahibi olmaları iki durumda ortaya çıkmaktadır.

i)Bir yeni devlet doğduğu zaman,

ii)Varolan bir devlet ülkesine yeni bir ülke parçası kattığı zaman. 

1) Devletin doğuşu ile bir ülkeye sahip olmasıBu yeni devletler, sömürgelikten kurtulan eski sömürge devletleri olup onların belirli bir ülkeye sahip olmalarının hukuksal dayanağı, self-determinasyon ilkesi olarak kabul edilmektedir. Buna karşılık, bugün de gerek eskiden günümüze kadar varlıklarını sürdüren eski devletlerin gerekse varolan bir devletten ayrılma yoluyla bağımsızlığını kazanan yeni devletlerin sahip oldukları ülkelerin hukuksal dayanağı konusunda bir görüş birliği yoktur. 

2) Varolan bir devletin ülke kazanmasıDevletlerin ülke kazanması olayını iki değişik duruma göre değerlendirme olanağı vardır.

i)Bir sahipsiz ülkenin bir devlet ülkesine katılması.

ii)Bir devlet ülkesinden başka bir devletin ülkesine aktarılması.

Bu konuda başvurulan başlıca yollar, tarafların maddelerini bildirme biçimlerine göre sınıflandırırsak uygulamada 3 değişik yönteme rastlanmaktadır.

a)Andlaşma yoluyla ülke kazanılması,

b)Tek-taraflı işlemler aracılığıyla ülke kazanılması,

c)Uluslararası yargı, hakemlik ya da örgüt organı kararı ile ülke kazanılması, 

a) Andlaşma yoluyla ülke kazanılması:

Devir, bir devletin ülkesinin bir bölümünün üzerindeki haklarından bir başka devlet lehine andlaşma aracılığıyla vazgeçmesi olayına verilen addır.

Devir işleminin tam olarak gerçekleşmesi 2 öğenin bir araya gelmesini gerektirmektedir.

i)Bir devir andlaşmasının yapılması,

ii)İlgili ülkenin fiilen öteki devletin egemenliğine girmesi.

Devir işlemi herhangi bir koşula ya da karşılığa bağlı olmayacağı gibi, bağış koşullu ya da bir karşılıksız elde etme sonucunda da olabilir. 

b) Tek-taraflı işlemler aracılığıyla ülke kazanılması

Bir devletin tek-taraflı bir işlem ile başka bir devletin bir ülke parçasına sahip olması olayına, tarih içinde, iki durumda rastlanmaktadır.

i)Fetih, ii)Kazandırıcı zamanaşımı.

20. yy.’da fetih yoluyla ülke kazanılması hakkının giderek reddedildiği gözlenmektedir. Kazandırıcı zamanaşımı ise iç hukuktan uluslararası hukuka aktarılan bir kavram olup, başlangıçta bu hakka dayanmamakla birlikte bir ülke parçası üzerinde sürekli etkin bir biçimde egemenlik haklarını kullanan devletin belirli bir süre sonucunda ülkeye sahip olmasını hukuksal açıdan kabul etmektedir. Kazandırıcı zamanaşımı için 2 öğenin oluşması şarttır.

1)Bir ülkenin fiili işgal altında tutulması,

2)Belirli bir sürenin geçmesi.  

Xenophobia: bkz. Yabancı Düşmanlığı

Yabancı (foreigner)

 Bir devletin ülkesinde bulunan ve o devletin vatandaşı olmayan kişilerdir. Kişinin bulunduğu ülke ile bu kişiler arasındaki ilişkiler yabancı hukuku çerçevesinde düzenlenmektedir. Bir devlet yabancıların ülkesine girip girmemesi konusunda karar vermeye tek yetkilidir. Böylece eğer iki devlet arasında aksini öngören herhangi bir andlaşma yoksa, olağan olarak, bir devletin yurttaşları öteki devlet ülkesine girme konusunda ülke devletinin iznini almak zorundadır. Uygulamada devletlerin bu izni vize (visa) işlemi ile verme yoluna gittikleri görülmektedir. Ancak ülkelerine girişi serbest tutulan ve dolayısıyla vize gerekmeyen devletler de bulunmaktadır. Bu durumda, bu devletler çeşitli nedenlerle yasaklılar listesine aldığı yabancıların ülkesine girmesine izin vermemekle yetinmektedir. Yabancıların bir devlet ülkesine girmesinden sonra burada kalabilme koşulları da ülke devletince saptanmaktadır. Bu konuda da ülke devleti ile yabancıların devleti arasında bir andlaşma yoksa ülke devletinin ülkesel yasaları yabancılar için de geçerli olacaktır. Bir devletin ülkesine girmek isteyen ya da giren bir yabancıyı sınır dışı etmesi (expulsion) onun yetkileri arasındadır. Bunun yanında, eğer bir devlet başka bir devlet ile yaptığı herhangi bir andlaşmayla o devlet ülkesinde suç işleyen kişileri geri vermeyi kabul etmemişse, suçluları geri verme (extradition) konusunda da değerlendirmeyi kendisi yapma yetkisine sahiptir.

Yabancı Düşmanlığı (xenophobia)

Bir ülkede yaşayan yabancılara karşı, o ülkenin gerek resmi gerekse sivil odakları tarafından, özellikle ekonomik nedenlerden dolayı bağnazca takınılan karşıt tutum. Son yıllarda, artan gelişmiş ülkelerdeki ekonomik durgunluk yabancı düşmanlığının tırmanmasına neden olmuştur. Örneğin Almanya’da Türklere, Fransa’da Kuzey Afrikalılara karşı girişilen olayların sayısı giderek artmaktadır. 

Yakın Çevre (near abroad)

“Near Abroad” olarak adlandırılan “yakın bölge doktrini” ilk defa Rusya Dışişleri Bakanı Andrei Kozirev tarafından, Aralık 1992’de AGİT’te yaptığı bir konuşmasında ortaya atıldı: “Artık AGİT bizim içişlerimize karışamaz, bundan böyle bildiğimiz yaparız, nükleer silah kullanırız. Bizim sınırımız dışında yaşayan 25 milyon etnik Rus’un hakkını korumaya kararlıyız. Bunlara dokunana müdahale ederiz”.Yakın bölge kavramının daha çok devletin jeopolitiği ile ilgili olan birçok devlet tarafından kullanıldığını görüyoruz. Örneğin ABD’nin Karayipler denizi, Fransa’nın Kuzey Afrika üzerinde bu doktrini kullandığını görüyoruz. 

Yalnızcılık (isolationism)

Devletler tarafından izlenen bir dış politika stratejisidir. Bu stratejiyi izleyen bir devlet, kendi dışındaki dünya ile ilgili sorunlara mümkün olan en düşük oranda katılmaya, diğer ülkeler ve çeşitli uluslararası kuruluşlar ile en düşük düzeyde diplomatik ilişki kurmaya çalışır. Yalnızcılık politikasını izleyecek bir devletin ihtiyaçlarını karşılama bakımından kendi kendine yeterli olması gerekir. Bir ülkenin coğrafi ve topografı özellikleri de, bu türden bir stratejinin izlenebilmesini etkileyebilmektedir. Sözgelimi bir ülkenin ada olması böyle bir stratejinin izlenmesini kolaylaştırırken, ülkenin birçok başka ülkelerin çıkarlarının çatıştığı stratejik bir bölgede yer alması böyle bir politikanın izlenmesini güçleştirmektedir. Bunun yanında da içinde bulunulan uluslararası konjonktürün de, devletlerin bu türden bir strateji izleyebilmesini etkilemektedir. Sözgelimi, bir güç dengesi sisteminde bu türden bir stratejinin izlenmesi kolayken, iki kutuplu bir sistemde daha zordur. Günümüzde devletlerin karşılıklı bağımlılık ilişkileri bu türden bir stratejinin izlenmesini genel anlamda güçleştirmektedir.

Yaşam Alanı (Lebensraum)

Alman Nasyonal Sosyalist Partisi lideri Adolf Hitler’in 1933’te iktidara gelmesiyle uygulamaya başladığı dış politikasının 3. ve son aşamasıdır. Bu “yaşam alanı” kavramı Hitler’in çoğunlukla Alman jeopolitikçilerinin görüşlerinden geliştirdiği yayılmacı tezlerden biridir. Buna göre; üstün bir ırk olan Almanlar sıkışıp kaldıkları bu dar topraklardan, diğer aşağılık ırkların ellerinde bulunan alanlara doğru genişlemeliydi. Dış politikasının diğer aşamaları olan Versailles kısıtlamalarından kurtulma ve bir ulus, bir devlet(ein Volk ein Recih) ilkesi sınırlı ve somut politikalar olduğu halde, yaşam alanı sınırlarının nerede başlayıp nerede biteceği belli değildir. Bu yüzden Hitler ilk iki aşamayı gerçekleştirirken büyük tepkiler almamış, ancak Çekoslovakya’nın tümünü işgal etmesiyle üçüncü aşamanın başladığını fark eden devletlerin etkin tedbirler almaya başlaması sonucunda II. Dünya Savaşı başlamıştır.  

Yatıştırma Politikası (appeasement policy)

Saldırı tehdidi karşısında saldırgan devlete karşı uygulanan politika. Bu türden bir politika, soruna barışçı bir çözüm getirebileceği gibi, saldırgan devletin egemenliğinin artmasına da yol açabilir. Örneğin, Versay sisteminin çöküşünden sonra, İngiltere’nin Nazi Almanya’sına karşı uyguladığı “yatıştırma politikası” sonucu, İngiliz-Alman anlaşması.

Yeni Dünya Düzeni (new world order)

Uluslararası işbirliğini ve barışı yaratma ideali olarak tanımlanabilecek deyim, ilk kez ABD Başkanı George Bush tarafından Ağustos 1990’da, düzenlediği bir basın toplantısında söylenmiştir. Bush, bundan bir ay kadar sonra, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nu kimyasal ve biyolojik silahlar konusunda çalışmaya yönelttiği sırada bu deyimi tekrar etmiştir. Bush, Yeni Dünya Düzeni’nde herhalde ABD’nin etki alanı içinde gelişecek düzenden yeni pax-Americana’dan söz ediyordu.Pek çok sosyal bilimci, Yeni Dünya Düzeni’nden bahsedilirken kullanılan “Liberal Demokrasi”, “Evrensel Barış” ve “İnsan Haklarına Saygı” kavramlarının Güney için fazla bir anlam taşımadığını, bunların daha çok Kuzey için geçerli olacağını iddia etmiştir.

Yeni Sömürgecilik (new-colonialism)

19. yüzyılda ortaya çıkmış olan emperyalizm sonucu oluşan sömürgeciliğin yeni bir hali. Bu bir devletin, bağımsızlığına rağmen, dolaylı yöntemlerle sömürülmesidir. Yeni sömürgeciliğe göre kapitalizm, dünyayı az geliştiren bir olgudur. Ulusal burjuvaziler yabancı sermaye tarafından emilmekte ve bunun olması sanayileşme sürecinin fiilen sınırlandırılmasına neden olmaktadır. Bazı yazarlara göre yeni sömürgecilik, resmi sömürgecilik uzantısıdır. Bazılarına göre ise, yeni sömürgecilik, azgelişmiş ülkelerde sanayileşme yönünde ilerlemeyi denetlemek ve sınırlamak amacı ile tekelci sermayenin uyguladığı yöntemleri içermektedir. Bir başka görüş ise sömürgeciliğin bu yeni halini savaştan sonra gelişmiş ülkelerden gelen yabancı sermayenin doğrudan müdahaleler yolu ile çıkarlarının denetlemesi ve böylece Batı sermayesinin ilk önce bunalımdan daha sonra da savaştan kurtulup kendine gelerek, dünya çapında egemenliğini yeniden kurması olarak görmektedir. 

Yıldız Savaşları (star wars)

Nükleer silahlara karşı savunma projelerinden biri. Bu tür bir proje ilk defa 1980’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri tarafından ortaya atılmıştır. Bu Sovyetlerin ICBM (Inter-Continental Ballistic Missiles)lerini uçuşları esnasında tahrip etmeye yönelik bir sistemdir. Bu projenin temelinde, uzaya ve yeryüzüne yerleştirilmiş laser istasyonlarının yok edici ışınlarını, hareketli düşman hedeflerine yöneltmek yaratmaktadır. Bu projenin kapsamına karşı taraftan gelecek saldırıları ortaya çıkarmak için yerleştirilen alıcılarda tehdit algılayıcı sistemlerin kullanılması da girmektedir. Kısacası bu tür bir sistem, caydırıcılığın yöntemlerinden birisidir.

Yılgı Dengesi: bkz. Dehşet Dengesi

Yumuşama (detente)

Bloklar arasında karşılıklı “söz düellosu” ile savaş tehlikesinin azalması ve komünist ile komünist olmayan devletler arasında siyasal, ekonomik, kültürel ve teknolojik anlaşmaların sayılarındaki artışa verilen ad. Bazı yazarlar, yumuşamayı “farklı ekonomik ve toplumsal sistemlere sahip ülkeler ya da ülke grupları arasında, son aşamada yeterli siyasal güvencelere başlanmış, uzun süreli ve kapsamlı bir Doğu-Batı işbirliğine varacak gerginliğin aşamalı ve bilinçli bir biçimde azaltılmasını öngören bir politika” diye yorumlamaktadırlar.Yumuşama, Doğu-Batı ilişkilerinde çatışma ve gerginliğin azaldığı bir tarihsel dönem anlamında da kullanılabilir. Yumuşama bir “süreç” olarak düşünüldüğünde, yakınlaşma, anlaşma ve işbirliği aşamalarından oluşan bir ilişki türüdür. Bunun sonucu olarak da yumuşama uluslararası ilişkilerde bir amaç durumuna dönüşmektedir.Daha somut olarak ele alırsak, yumuşama 1960’lı yıllarda başlayan bir süreçtir. Çin Halk Cumhuriyeti, Arnavutluk ve Romanya Sovyetler Birliği’ne başkaldırmaya başlamışlardır, diğer taraftan da Fransa NATO (Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü) içerisinde ABD’ye karşı geliyordu. Asıl amaç BAB’ı (Batı Avrupa Birliği) harekete geçirip, Avrupa Topluluğunu alternatif bir güç odağı haline getirmektir. 1957 yılından sonra belirli bir süreç içinde ortaya “Yılgı dengesinin” (balance of terror) çıkması yumuşamanın nedenleri arasında sayılabilir.1962 Küba Bunalımı sırasında olası bir nükleer savaşın eşiğine gelinmesi, tarafların yakınlaşmaya gitmelerine neden olmuştur. Yumuşamanın ortaya çıkışını bir dizi çok taraflı ve iki taraflı anlaşma sağlamış sayılabilir:

a)Antarktik bölgesini, nükleer silahların denenmesini de içine alacak biçimde silahtan arındıran 1 Aralık 1959 tarihli çok-taraflı “Antarktik Antlaşması”

b)Bir bunalım anında özellikle yanlış anlamaların riskini önlemek ve en yüksek düzeyde doğrudan iletişim kurmak amacıyla, ABD ve Sovyetler Birliği arasında, telefon bağı kuran ve 20 Haziran 1963 tarihinde imzalanan iki taraflı “Kırmızı Telefon Antlaşması”.

c)Atmosferde, Uzayda ve Sualtında Nükleer Denemeleri Yasaklayan 5 Ağustos 1963 tarihli çok-taraflı Nükleer Denemeleri Sınırlama Antlaşması,ç)Uzayda, ayda ve öteki gezegenlerde nükleer ve kitlesel yıkım silahlarını kullanmayı ve depolamayı yasaklayan, 27 Ocak 1967 tarihli çok taraflı “Dış Uzay Antlaşması” (Outer-Space Treaty).

d)Nükleer silah yapımı teknolojisinin transferini yasaklayan, 1 Temmuz 1968 tarihli bir çok taraflı Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması (Non-Proliferation Treaty).

e)Deniz dibinde, okyanus yatağında ve yeraltında nükleer ve öteki kitlesel yıkım silahlarının yerleştirilmesini yasaklayan 11 Şubat 1971 tarihli çok taraflı “Deniz Dibi Antlaşması”,

f)30 Eylül 1971 tarihinde imzalanan ve iki ülke arasında yanlışlıkla bir nükleer savaş çıkmasını önleyecek tedbirleri saptayan iki taraflı “Kaza Önleme Antlaşması”,

g)Kimyasal ve bakteriyolojik silahların geliştirilmesini, üretimini ve saklanmasını yasaklayan ve var olan stokların dokuz ay içinde yok edilmesini öngören, 10 Nisan 1972 tarihli çok taraflı “Biyolojik Silahlar Sözleşmesi”.

h)25 Mayıs 1972 tarihinde imzalanan, açık denizlerde askeri uçuş ve seyrüsefer güvenliğini sağlayacak tedbirleri saptayan iki taraflı anlaşma,

i)26 Mayıs 1972 tarihli füze karşıtı füzeleri (Anti-Ballistic Missiles-ABM) sınırlandıran iki taraflı antlaşma,

j)22 Haziran 1973 tarihli nükleer savaşın çıkma riskini azaltmak için karşılıklı işbirliğini düşünce alışverişini ve davranış ilkelerini koyan iki taraflı “Nükleer Savaşa Engel Olma Anlaşması”

k)3 Temmuz 1974 tarihli, 150 kilotonu aşan askeri nitelikteki nükleer denemeleri yasaklayan iki taraflı, “Eşit Antlaşması”,

l)24 Kasım 1974’te Başkan Ford ile Brejnev arasında imzalanan iki tarafa 1985 yılına kadar 2400’er saldırgan stratejik gönderme aracı (offensive strategic delivery vehicle) hakkı veren ve bunların 1320’sini çok başlıklı güdümlü füzelerle (multiple independly targeted recently vehicle-MIRV) donatılabileceğini kabul eden iki taraflı Vladivostok Antlaşması (SALT 1).

m)Askeri amaçlarla, çevrenin doğal yapısını değiştirme yöntemlerinin kullanılmasını yasaklayan 18 Mayıs 1977 tarihli çok taraflı çevreyi değiştirmenin yasaklanması sözleşmesi,

n)18 Haziran 1979’da Viyana’da Brejnev ile Başkan Carter’in imzaladıkları ve iki tarafın stratejik silahlarına nitel ve nicel sınırlamalar getiren iki taraflı SALT (Stratejik Arms Limitation Talks) Antlaşması. Bu antlaşmaya göre, tüm nükleer fırlatma sistemleri, iki taraf için de en çok 1250 tane olacak. Ayrıca tarafların sahip olabilecekleri, bağımsız olarak birden çok hedefe atış yapabilecek nükleer taşıyıcıların sayısı 1320’yi çok başlıklı kıtalararası füzeler ve yine çok başlıklı denizaltılardan atılan füzelerin toplam sayısı 820’yi geçmeyecektir. 

Yüksek Yoğunlukta Çatışma (high-intensity conflict)

ABD’nin soğuk savaş döneminde sosyalist bloğun Varşova Paktı üyeleriyle nükleer düzeyde bir çatışmayı ifade eden savaş stratejisi. SSCB’nin dağılması ile birlikte yüksek yoğunluktaki çatışma stratejisi kalktı ve böylece nükleer sistemle birlikte sona erdi. 

Zirve Diplomasisi (summit diplomacy)

Uluslararası ilişkilerde devletlerin kullandıkları bir diplomasi türüdür. Bu tür diplomasinin özelliği, görüşmelerin ilgili tarafların en üst düzeyde temsil edilmesi ile yapılmasıdır. Eski dönemlerde imparatorların, kralların yürüttüğü bu tür diplomasi, günümüzde de devlet başkanları, başbakanları gibi ülkelerin en etkili kişilerince yürütülmektedir. Zirve diplomasinin en olumlu yanı, görüşme masasında genellikle bir çözüme ulaşmanın temel şartı olan karşılıklı taviz verme konusunda en fazla olanağa sahip olan liderleri biraraya getirmesidir. Ancak böyle bir diplomasinin düzenlenmesi için gereken hazırlık çalışmaları, bu tür diplomasinin dezavantajını oluşturmaktadır.  

Yorum bırakın