Abdülhamid II: bkz. Pan-İslamizm

Acheson Planı

Kıbrıs sorununun tırmandığı 1963-1964 döneminde A.B.D’ nin özel temsilcisi Dean Acheson tarafından önerilen çözüm yolu. Buna göre Kıbrıs adası her ikisi de NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan arasında ikiye bölünerek paylaştırılacak, böylece iki müttefik ülkeyi savaşın eşiğine getiren bir sorun çözülmüş olacak ve NATO dışındaki güçlerin adaya müdahalesi engellenecekti. Plan adanın iki ülke arasında nasıl bölüştürüleceğini açıklığa kavuşturmuyordu. Hem Türkiye hem de Yunanistan’dan destek görmeyen bu plan bir sonuç getirmedi.  

Açılma Politikası (infitah policy)

Mısır’da Nasır’dan hemen sonra iktidara gelen Enver Sedat tarafından 1974’te uygulamaya konulan devlet politikası. Nasır’ın daha önceki sosyalist devletçi deneyimi başarılı olmamıştı ve dünya da yumuşama (détente) dönemine girmişti. Mısır’a dış yardım sağlayabilmek, komşu Arap sermayesinin ve yabancı yatırımların Mısır’a gelmesini kolaylaştırmak amacıyla bu yeni açık kapı ekonomi politikası uygulandı.

Adana Görüşmesi, 30 Ocak 1943 

Türkiye Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile İngiltere Başkanı Winston Churchill arasında 30 Ocak 1943 tarihinde Adana’da yapılan gizli görüşme. Adana Görüşmesi, II. Dünya Savaşı’nın Almanya’nın aleyhine döndüğü bir sırada gerçekleşti. O zamana kadar Müttefikler, Türkiye’yi Almanya’nın Ortadoğu’ya inmesine bir engel olarak kabul ediyor ve savaşın dışında kalmasını yeterli görüyorlardı. Ancak 1942 sonlarında Avrupa’da ikinci bir cephenin açılması gündeme gelince bu cephenin Balkanlar’da açılmasını isteyen Churchill, Türkiye’nin de Müttefikler tarafından savaşa katılmasını düşünüyordu. Sovyet yayılmasından çekinen Türkiye ise zaten güçsüz olan ordusunun yıpranmaması için savaşa girmek istemiyordu. Görüşme sonrasında Türk-İngiliz ilişkilerinde gelişme sağlanmasına rağmen, Churchill Türkiye’yi savaşa girmeye ikna edemedi. Churchill’in çabaları ile Türk-Sovyet ilişkilerinde bir düzelme sağlanırken bu gizli görüşmeyi öğrenen Almanya ile ilişkiler bozuldu.

Addis Ababa Konferansı 22-25 Mayıs 1963 

Afrika Birliği Örgütü (OAU)’nün kurulduğu uluslararası konferans. Etiyopya İmparatoru Haile Selassie’nin çağrısı üzerine 1963 Mayısında bu ülkenin başkentinde toplanan konferansa o zamanki bağımsız yirmi Afrika ülkesinin devlet veya hükümet başkanı düzeyindeki temsilcileri katılmıştı. Sömürgeciliğe ve ırkçılığı karşı mücadele konularının ağırlıklı olarak ele alındığı konferansta Güney Afrika Birliği (Güney Afrika Cumhuriyeti) ve Mozambik’e yönelik boykot uygulanması da kararlaştırılmıştı.

Afganistan Sorunu

Afganistan’da komünist hükümet ile anti-komünist Müslüman gerillalar arasında başlayan iç savaşa, Sovyetler Birliği’nin hükümet kuvvetlerine yardım adı altında bu ülkeye asker gönderip müdahale etmesi ile uluslararası boyut kazanan bunalım. Savaşın kökeni 1978 Nisanında merkeziyetçi Afgan hükümetinin bir sol darbeyle devrilmesinde yatar. Askerlerin daha sonra iktidarı devrettiği iki Marxist-Leninist parti, ülkenin adını değiştirdi (Afganistan Demokratik Halk Cumhuriyeti) ve Sovyetler Birliği ile yakın ilişkiler kurdu. Yeni hükümetin başlattığı sosyal ve ekonomik reformlar ise büyük ölçüde Müslüman ve anti-komünist olan halkta tepkiyle karşılandı ve 1978 yazında ilk başkaldırı Nuristan eyaletinde başladı. Kendilerine “Mücahit” diyen Müslüman gerillalar ülkenin her yanında yönetime karşı silahlı mücadeleye giriştiler. Hükümetiçi anlaşmazlıklar ve başlayan iç savaş komünist hükümeti zor durumda bırakıyordu ve 1979 Aralık ayının sonunda Sovyetler Birliği, 1978 yılında iki ülke arasında imzalanan andlaşmayı ve hükümetin davetini öne sürerek Afganistan’a askeri birlik gönderip bu ülkeyi işgal etti. Bir iki ay içinde ülkede Sovyet askeri sayısı 100.000’i buldu. Sovyet müdahalesi Batılı devletler ve İslam ülkeleri tarafından büyük tepkiyle karşılandı, birçok ülke bu işgali protesto etmek için 1980 Moskova Olimpiyatları’nı boykot etti. Sovyet birlikleri şehirlerde kontrolü elde tutarken kırsal kesimdeki Mücahitlerle baş edemediler. Mücahitlere karşı pek çok savaş taktiği uyguladılar ama Mücahitlerin sivil halktan aldıkları destek sonucu bu girişimlerin hepsi başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine Sovyet birlikleri bu halk desteğinin yoğun olduğu bölgelerde sivil halka karşı da operasyona giriştiler. Sonuçta 2.8 milyon Afganlı Pakistan’a, 1.5 milyon Afganlıda İran’a kaçmak zorunda kaldı. Bu arada ABD Pakistan aracılığıyla mücahitlere silah yardımında bulunmaya başladı.Yaklaşık 9 yıl süren savaş sonucu Sovyetler mücahitleri yenilgiye uğratamadılar, savaş deneyimi kazanan mücahitler ise Sovyet birliklerine ağır kayıplar verdirdiler. 1988 yılına gelindiğinde Sovyetlerin asker kaybı 15.000’den fazlaydı. Sovyetler Birliği 1988 sonunda Afganistan’dan çekileceğini açıkladı. Birleşmiş Milletlerin arabuluculuğu ile varılan bu anlaşma ile başlayan geri çekilme 1989 Şubatında tamamlandı. Sovyet çekilmesinden sonra hemen devredileceği sanılan komünist Necibullah hükümeti üç yıl daha ayakta kalmayı başardı ama 28 Nisan 1992’de Kabil’e giren mücahitler yönetimi devraldılar. Ama bu sefer de farklı görüş ve isteklere sahip, farklı etnik ve mezhepsel temellere dayanan mücahit gruplar arasında silahlı mücadele başladı.  

Afyon Savaşları 

XIX yüzyıl ortalarında yapılan ve Batılı devletlerin Çin’de bizim tarihimizdeki kapitülasyonlar benzeri ticari ve hukuki ayrıcalıklar kazanmaları ile sonuçlanan iki savaş. 1939 yılında Çin hükümetinin, İngiliz tüccarların gerçekleştirdiği yasadışı afyon ticaretini durdurma girişimi ve bir İngiliz denizcinin yargılanması konusunda doğan hukuki anlaşmazlığın doğurduğu gerginlik sonucu I. Afyon Savaşı patlak verdi. Küçük ama güçlü İngiliz kuvvetleri kısa sürede zafer kazandılar. 1842’de imzalanan Nanjing ve 1843’te imzalanan Bogue Ek Antlaşmaları ve Çin’in önemli bir miktarda tazminat ödemesi, ticaret ve yerleşim amacıyla beş limanın ve İngilizlere bırakılması ve İngiliz yurttaşlarının İngiliz mahkemelerinde yargılanmaları konuları karara bağlandı. Öteki Batılı devletler de hemen Çin hükümetine istekte bulunup benzer ayrıcalıklar elde ettiler. “Ok Savaşı” olarak da bilinen II. Afyon Savaşı, ticari ayrıcılıklarını arttırmak isteyen İngilizlerin Ok adlı gemideki İngiliz bayrağının indirilmesini bahane ederek 1856 yılında başlattıkları savaştır. Bir Fransız misyonerinin öldürülmesini bahane eden Fransa da İngiltere yanında savaşa girdi. Savaş sonucunda İngiltere ve Fransa 1858 yılında Çin hükümetini Tianjin Andlaşması’nı imzalamaya zorladır, ancak Çin andlaşmayı onaylamayı reddedince savaş yeniden başladı ve 1860 Pekin Sözleşmesi’yle Çin, Tianjin Andlaşması’na uyması kabul etti. Bu andlaşmaya göre yabancı elçiler Pekin’de yerleşebilecek, birçok yeni liman ticaret ve yerleşim için Batılılara açılacak, yabancılar Çin’in iç bölgelerine seyahat edebilecek ve Hıristiyan misyonerlere hareket serbestisi tanınacaktı. Ayrıca 1858’de Shang-hai da yapılan görüşmelerle Çin’e yapılan afyon ihracatı yasallaştı.Çin’in XIX. yy.’da ve XX. yy’ın başında Batılı devletlerle yaptığı Tianjin benzeri egemenlik ve toprak bütünlüğünden büyük ödünler verdiği andlaşmalar “Eşitsiz Andlaşmalar” olarak da alınır.

Ahali Mübadelesi Sorunu 

30 Ocak 1923 tarihinde Lozan’da imzalanan Yunan ve Türk Halklarının Mübadelesine İlişkin Sözleşme ve Protokol’e göre Türkiye’deki Rum-Ortodokslar ile Yunanistan’daki Müslümanların (Türk olmayanlar dahil) büyük bölümünün karşılıklı olarak yer değiştirmesi. Buna göre Batı Trakya’da yaşayan Müslüman ahali ile İstanbul’da yaşayan Rumlar dışında nüfus yer değiştirecekti. Daha sonra Lozan Barış Andlaşması ile Gökçeada ve Bozcaada’daki Rumlar da değişim dışında tutuldu. Değişim konusu olan ahali bir daha geri dönemeyecek, yanında götürebildiği kadar taşınır mal götürecek, taşınmaz malları ise oluşturulmuş karma komisyon gözetiminde altın değerine göre tasfiye edebilecekti. Karma Komisyon Ekim 1923’te çalışmalarına başladı. İlk yıl karşılıklı olarak belli bir sayıda yer değiştirme olduktan sonra sorunlar ortaya çıkmaya başladı. En önemli sorun “Etabli” (yerleşmiş) deyiminin kimleri kapsadığı sorunu oldu. Yunanistan İstanbul’da oturan bütün Rumlar’ın “etabli” sayılmasını isterken, Türkiye bunun Türk yasalarına göre belirlenmesi gerektiğini savundu. Milletler Cemiyeti’ne oradan da Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’na sevkedilen sorun, Türkiye’nin görüşüne yakın bir şekilde karara bağlandıysa da, Yunanistan buna uymadı ve Batı Trakya’daki Türklerin mallarına el koyarak bunları Rum göçmenlere dağıtmaya başladı. Türkiye de buna karşılık İstanbul’daki Rumların mallarına el koydu. Bu biçimde tırmanan anlaşmazlık ilişkilerde bir gerginliğe dönüşünce taraflar bunu 1 Aralık 1926’da imzaladıkları bir andlaşma ile çözmeye çabaladılar. Ancak bu andlaşma uygulanamadı ve Türk Yunan ilişkileri bir kez daha gerginleşti. Daha sonra ise Yunanistan Başkanı Venizelos’un girişimi ile 10 Haziran 1930’da imzalanan andlaşma ile sorun çözüldü ve iki ülke arasındaki ahali mübadelesi resmen sona erdi. Bu son andlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul’daki Rum-Ortodokslar ve Batı Trakya’daki Müslüman ahalinin tamamı “etabli” sayıldı ve mübadele dışı tutuldu. 

Akdeniz Paktı (Akdeniz İttifakı)  

II. Dünya Savaşı öncesi dönemde İtalya’nın Akdeniz’de oluşturduğu tehdit karşısında İngiltere ile Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan arasında herhangi bir saldırı durumunda karşılıklı askeri yardımlaşma sözlerine dayalı güvenceler sistemi.1935 Ekiminde İtalya Habeşistan (bugünkü Etiyopya)’a saldırınca, Milletler Cemiyeti Konseyi aldığı bir kararla bu ülkeyi saldırgan olarak ilan etti ve İtalya’ya karşı üye devletlerin zorlama tedbirleri-bütün ticari ve parasal ilişkilerin kesilmesi gibi – almalarını kabul etti. Bu ortamda İngiltere, İtalya’nın Habeşistan’a yerleşmesinin, imparatorluk yolu açısından taşıdığı tehlikeli dikkate alarak, İtalya’nın 1935 Kasımında zorlama tedbirlerine katılan devletleri tehdit etmesi üzerine, Aralık ayında İspanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye’ye askeri güvence verdi. İspanya dışındaki devletler 1936 Ocağında bu güvenceye kabul ettiklerini açıkladılar. İngiltere’nin verdiği güvenceye göre, zorlama tedbirlerine katılmalarından dolayı bu devletler İtalya’nın saldırısına uğrarlarsa, İngiltere kendilerine askeri yardımda bulunacaktı. Türkiye, Yugoslavya ve Yunanistan da buna karşılık olarak İngiltere’ye aynı güvenceyi verdiler. İtalya’nın Akdeniz’de yarattığı tehdit karşısında ortaya çıkan bu güvenceler sistemine siyasi tarihte “Akdeniz Paktı” (Akdeniz İttifakı) adı verilir.Akdeniz Paktı ile Türkiye, İtalya tehdidi karşısında güvenliğini sağlama açısından İngiltere’ye dayanmaya başlamıştır. Bu, Türkiye’nin İngiltere ile ilişkilerinde bir dönem noktası sayılabilir. İki devlet arasındaki bu yakınlaşma, üç yıl sonra, II Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde bir ittifaka kadar varacaktır.

AKKA (AKKUM) 19 Kasım 1990

Avrupa’da konvansiyonel kuvvetlerin sınırlandırılması görüşmeleri. Görüşmeler ilk olarak Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı’nın Viyana’daki izleme toplantısında 1989 yılında gündeme geldi. 1987 Aralık ayında ABD ile SSCB arasında imzalanan orta menzilli nükleer füzelerin karşılıklı olarak imha edilmesini öngörüne INF Antlaşması (Orta Menzilli Nükleer Silahların Sınırlandırılması Antlaşması) gündeme konvansiyonel silahların indirimini de getirdi. Bu alandaki çalışmaların iki ülke yerine pakt arasında yapılması öngörüldü. Bu çalışma için 1975’ten bu yana konvansiyonel silahsızlanma görüşmelerinin merkezi olan Viyana seçildi. Görev yönergesinin 1989 Ocak ayında kabul edilmesi ile 9 Mart 1989’da “AKKUM” diye adlandırılan görüşmeler başladı.

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün (NATO) onaltı ve Varşova Paktı’nın Demokratik Almanya’yı da kapsayan yedi ülkesinin Viyana’da bir araya geldikleri AKKUM’un 3 temel amacı vardı. a)Konvansiyonel silahlarda daha alt düzeylerde güvenli ve istikrarlı bir dengenin sağlanması, b)İstikrarı ve güvenliği tehdit eden eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, c)Sürpriz taarruza geçme ve geniş kapsamlı saldırı başlatma yeteneğinin öncelikli olarak ortadan kaldırılması.Bu görüşmeler sonucunda Avrupa Konvansiyonel Kuvvet Antlaşması (AKKA) 19 Kasım 1990 tarihinde yirmi iki ülkenin lideri tarafından imzalandı. Antlaşma Avrupa bazında ve merkezi Avrupa’dan birbirinin içine geçecek dışarı doğru açılan 4. bölgeye uyarlanarak yapıldı. Türkiye, Yunanistan, Norveç, Bulgaristan, Romanya, Sovyetler Birliği’nin altı askeri bölgesi aynı kapsamda ele alındı.Antlaşma her dört bölgedeki ülkeler için öngörülen sayısal sınırların bölge içerisinde yeniden pay edilmesi ile taraf ülkeler açısından hukuki yükümlülükler belirlendi. Buna göre global tavanlar NATO ve Varşova Paktı için tank ve toplarda 20.000 olarak saptanırken, zırhlı savaş araçlarında 30.000, savaş uçaklarında 6800, saldırı helikopterlerinde 2000 rakamında anlaşıldı. Bu çerçevede Türkiye’nin elinde Güneydoğu Anadolu’yu kapsayan uygulama içinde 279 tank, 3120 zırhlı savaş aracı, 3523 top 750 savaş uçağı bulunacaktır. Bu tavanların dışında eldeki silahlar ise antlaşmaya göre imha edilecektir. Öngörülen indirimler iki pakta da “asimetrik” biçimde uygulanacağı için Varşova Paktı saptanan tavanlar çerçevesinde silah düzeyini NATO’ya eşitlemek amacı ile daha çok imha işlemi gerçekleştirecektir.Antlaşmanın getirdiği en önemli unsur, iki pakta birbirlerinin silah miktar ve yerlerini etkin biçimde denetleme olanağını vermesidir.

AKKUM: bkz. AKKA  

Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı, 24 Ağustos 1939

Sovyetler ve Batılılar arasında yapılmaya çalışılan ortak cephe ya da “barış cephesi” görüşmelerinden olumsuz sonuç çıkması üzerine, Stalin zaman ve alan kazanmanın Hitler’le doğrudan anlaşarak gerçekleşebileceğine karar verdi. 10 Mart 1939’da Stalin Batılıları bir Alman-Sovyet çatışmasının gerçekleştirmeye çalışmakla suçladı. Hitler de bir Batı-Sovyet yakınlaşmasından endişeleniyor ve bunu bozmak istiyordu. Hitler, 20 Ağustosta Stalin’den Alman Dışişleri Bakanı Ribbentrop’u kabul etmesini istedi ve 23 Ağustos’ta Moskova’da Alman-Sovyet Saldırmazlık Paktı imzalandı. Tipik bir saldırmazlık paktı olan bu anlaşmanın gizli maddesinde Doğu Avrupa’da ve özellikle Polonya ile Baltık bölgelerinde Alman ve Sovyet etki alanları belirlendi. Bunu izleyecek Polonya’nın işgali ile birlikte 2. Dünya Savaşı başlayacaktır. 

Alman Ulusal Birliği, 1871 

XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar bugünkü Almanya sınırlarında onlarca bağımsız prenslik yer alıyordu. Bu prensliklerin sayıları Viyana Kongresi’nden sonra azaltılmıştı ve bir Germen Konfederasyonu kurulmuştu. Bugün Almanya’nın doğusu ve Polonya toprakları üzerinde kurulu olan Prusya güçlenerek bu prenslikleri birleştirip Almanya Ulusal Birliği’ni oluşturmaya çalışıyordu. Bu yolda Prusya’nın en önemli rakibi Avusturya’ydı. Prusya’nın Alman Ulusal Birliği’ni kurabilmesi için Danimarka ve Fransa ile de savaşması gerekliydi. 1964 yılında iki Alman dükalığı olan Schlezwig ve Hollestein’i ele geçirmek amacıyla German Konfederasyonu adına Prusya ve Avusturya Danimarka’ya savaş açtı. Savaştan sonra bu iki dükalığın yönetimi konusunda Prusya ve Avusturya arasında anlaşmazlık çıktı. Prusya Başbakanı Bismarck, Fransa ve Rusya’nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Avusturya’ya savaş açtı ve 1866’da bu ülkeyi Sadowa’da yenilgiye uğrattı. Bundan sonra 1867’de Prusya’nın denetiminde Kuzey Germen Konfederasyonunu kuruldu. Bismarck Avusturya’dan sonra Fransa’nın da gücünü kırmak istiyordu. Bu sefer Avusturya ve Rusya’nın tarafsızlığını sağladıktan sonra Fransa’ya savaş açtı.1870’te Sedan Savaşı’nda yenilen Fransa’nın böylece Katolik Alman prenslikleri üzerindeki denetimi kırılmış oldu. Prusya 1871 Frankfurt Barışı ile Alsace-Lorraine’i de ilhak etti. Bundan sonra Mein akarsuyunun güneyindeki Katolik Alman devletçikleri Prusya’ya katıldılar ve böylece Alman Ulusal Birliği kurulmuş oldu. Prusya Kralı Alman İmparatoru, Bismarck da Alman Şansölyesi ünvanını aldılar. 

Almanya’nın Birleşmesi, 3 Ekim 1990

Demokratik Alman Cumhuriyeti’nin siyasi varlığını sona erdirerek II. Dünya Savaşı sonrası ikiye bölünmüş Almanya’nın Federal Almanya Cumhuriyeti çatısı altında birleşmesi olayı. Birleşme, “Birleşme Antlaşması”nın imzalanarak yürürlüğe girdiği 3 Ekim 1990 tarihinde gerçekleşmiştir.Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile yumuşayan uluslararası ortamda Soğuk Savaş’ın simgesi olan Almanya’nın bölünmüşlüğünün de sona ermesi yönünde sesler sınırın her iki tarafında da yükselmeye başladı. Özellikle Doğu Alman kentlerinde yoğun sokak gösterileri oldu. Kamuoyu baskısına dayanamayan Demokratik Alman hükümeti birleşme için Federal Almanya ile görüşmelere başlamayı kabul etti. İki Alman devleti arasında ilk olarak 18 Mayıs 1990’da “Birinci Devlet Anlaşması” imzalandı. Bu anlaşma ekonomik, parasal ve sosyal birliği içeriyordu, Federal Alman Markı Doğu’da da geçerli para birimi oluyor ve Demokratik Almanya pazar ekonomisine geçişi sağlayan yasalarını hazırlamayı kabul ediyordu.Daha sonra II. Dünya Savaşı’nın galibi dört müttefik ülke İngiltere, Fransa, A.B.D., S.S.C.B. ile iki Almanya arasında “2+4” görüşmeleri yapıldı ve 3 Ekim 1990’da imzalanan “Birleşme Andlaşması” ile iki Almanya resmen birleşti. 2 Aralık 1990’da yapılan ilk ortak seçimlerle de Birleşik Alman Parlamentosu oluştu. Parlamento daha sonra aldığı bir kararla birleşik Almanya’nın başkentinin Berlin olmasına karar verdi. 

Altı Gün Savaşı: bkz. Arap İsrail Savaşları

Amerikan Ambargosu, 1975-1978

A.B.D.’nin Kıbrıs Barış Harekatı sonrası Şubat 1975’ten itibaren Türkiye’ye uyguladığı silah ambargosu.Amerikan yöntemi, 1971’de Nihat Erim tarafından konulan haşhaş ekim yasağını kaldıran Ecevit hükümetine karşı bir soğukluk duyuyordu ve A.B.D.’nin bütün engelleme çabalarına rağmen gerçekleştirilen Kıbrıs Barış Harekatı da Türkiye’nin bu ülke ile ilişkilerini iyice gerginleştirdi. Harekat sonrası Kongre’de bir grup üye Türkiye’ye karşı silah ambargosu uygulanması yönünde girişime başladılar. Bunun için de A.B.D.’nin Türkiye’ye savunma amacıyla verdiği silahları Kıbrıs’ta kullanmış olmasına sebep olarak gösterdiler. Bu arada Kongre’de çıkacak herhangi bir ambargo kararını veto edeceğini ifade etmiş olan Başkan Nixon ise Watergate Skandalı yüzünden istifa etmişti. Sonuçta Amerikan Kongresi 5 Şubat 1975’te Türkiye’ye yönelik silah ambargosu kararını aldı. Türkiye’nin buna ilk yanıtı bir hafta sonra Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulduğunu ilan etmek oldu. Daha sonra 25 Temmuz 1975’te Türkiye A.B.D.’ye verdiği bir nota ile 1969 tarihli Türkiye-A.B.D. Savunma İşbirliği Anlaşması’nı (Defence Cooperation Agreement) askıya aldığını ve ülkedeki bütün Amerikan üs ve tesislerinin Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “kontrol ve gözetimi” altına girdiğini açıkladı. Bu gelişme sonucu başlayan görüşmelerde iki ülke arasında yeni bir uzlaşmaya varıldı ve 26 Mart 1976’da yeni bir Savunma İşbirliği Anlaşması imzalandı, ama bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi silah ambargosunun kalkması şartına ve Kongre’nin onayına bağlanmıştı. Temmuz 1978’de KTFD Başkanı Rauf Denktaş’ın Maraş bölgesine 35.000 Rum göçmenin kabul edileceğini açıklamasıyla yumuşayan hava ve Başkan Jimmy Carter’in girişimleri sonucu ambargo 26 Eylül 1978’de kaldırıldı. 

Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi(American Declaration of Independence) 4 Temmuz 1776

Kuzey Amerika’daki 13 İngiliz sömürgesinin bağımsızlıklarını ilan edip Amerika Birleşik Devletleri’ni kurduklarını bütün dünyaya duyuran belge. Bildirinin hazırlanması görevi Philadelphia’da toplanan Kongre tarafından 7 Haziran 1776’da John Ademo, Benjamin Franklin ve Thomas Jefferson’un denetimindeki bir kurula verilmişti. Kurulun hazırlayıp Jefferson’un kaleme aldığı belge 4 Temmuz 1776’da Kongre’de kabul edildi. Bildirgenin özü işi idi: Bütün insanlar özgür doğarlar ve özgür yaşarlar; devlet ancak bu özgürlükleri korumak ve bunlardan herkesi eşit derecede yararlanmasını sağlamak için vardır; bu özgürlüklere dokunan devlet, kendi varlık nedenini yitirir; böyle bir devlete karşı ayaklanmak hem hak hem de ödevdir; İngiltere Hükümeti, Amerikalıların özgürlüklerini çiğneyerek onları kendisine bağlayan temel sözleşmeyi bozmuştur; bu suretle serbest kalan Amerikan halkı, yeni bir hükümet kurmaya karar vermiştir.

Amerikan Devrimi (American Revolution)

1774’te başlayan Amerika’daki İngiliz kolonilerinin İngiltere’ye karşı yürüttükleri bağımsızlık hareketi. Kuzey Amerika’ya XVII. yüzyıldan itibaren Britanya Adaları’ndan göçler başlamıştı. İlk göç edenler üzerindeki dini baskıdan kaçan Prütenlerdi. Onları daha sonra pek çok sebepten birçok grup izledi. Burada yeteri kadar nüfus birikince, bazı birimler özerk devletler haline gelmeyi, bir anayasa hazırlamayı ve eşit haklara dayalı bir birlik kurmayı kararlaştırdılar. Kolonilerde bu yönde bir gelişme olurken Fransa ile yaptığı Yedi Yıl Savaşları’ndan dünyanın en büyük sömürge imparatorluğu ve denizlere hakim devleti olarak çıkan İngiltere, artık çok genişlemiş olan bu imparatorluğa bir çekidüzen vermek ve sömürgeler ile bağlarını güçlendirmeyi istiyordu. Ayrıca Yedi Yıl Savaşları’nın masraflarını da bu sömürgelerden çıkartmak niyetindeydi. İngiltere’nin yeni vergiler koyması Kuzey Amerika’daki kolonilerde tepkiye yol açtı. Özellikle çay vergisi bardağı taşıran son damla oldu ve Boston limanında İngiltere’ye ait çayların denize dökülmesiyle bağımsızlık hareketi başladı. İngiltere’nin rakibi Fransa’nın desteği ile 4 Temmuz 1776’da Amerikan bağımsızlık mücadelesi resmen ilan edildi. İngiltere ile başlayan askeri çatışma sonucu 1782’de İngiltere Amerika Birleşik Devletleri’ni tanımak zorunda kaldı. 

Amerikan İç Savaşı (American Civil War), 1861-1865

Amerika Birleşik Devletleri’nde 1861-1865 yılları arasında Kuzey ve Güney eyaletleri arasında yapılan savaş. Savaş köleliğin kaldırılmasını isteyen Kuzey eyaletleri ile köleliğin sürmesini savunan Güney eyaletleri arasında olmuştur. Görünüşte insancıl bir sebep olmasına rağmen savaşın bir de ekonomik boyutu vardı. Kuzey eyaletleri zenci kölelerin bağımsızlık kazandıktan sonra Kuzey’e gelip oradaki sanayi kuruluşlarında ucuz emek olarak çalışacaklarını umuyorlardı. Ayrıca Kuzey, Güney ile İngiltere arasındaki ticari ilişkilerden de rahatsızdı. İngiltere Güney eyaletlerine Afrika’dan zenci köle sağlıyor, karşılığında pamuk alıyordu. Kuzey eyaletleri pamuğu hem kendi endüstrileri için istiyorlardı, hem de pamuğun ucuza dışarı satılmasına karşıydılar. Sonuçta köleliği kaldırmak istemeyen 13 Güney eyaleti Amerika Konfedere Devletleri adı altında A.B.D.’den ayrılmaya karar verdiler. Bunun üzerine 1861’de başlayan savaşı 1865’te Kuzey kazandı ve o tarihten sonra A.B.D.’de kölelik yasaklandı. 

Amerikan Planı (White Plan), 1944

Bretton Woods uluslararası para sisteminin kuruluş çalışmalarında A.B.D.’nin görüşlerinin toplandığı plan. Plan 1944’teki Bretton Woods Konferansı’nda Harry D. White tarafından hazırlanmış ve bazı değişiklikler dışında aynen kabul edilmiştir. Bretton Woods görüşmelerinde White’in planının yanında İngiltere’nin görüşlerini yansıtan Keynes Planı da tartışılmıştır. Görüşmelerde, II. Dünya Savaşı sonrasında uluslararası değer taşıyan paralara istikrar kazandırmanın yolları aranmış, ortak bir para biriminin oluşturması konusu tartışılmıştı. White Planı bu iki sorunu Birleşmiş Milletler İstikrar Fonu ve Dünya Bankası’nın kurulması şeklinde çözümlenmiştir.A.B.D. ve İngiltere arasındaki görüşmelerde Keynes Planı ile birlikte ele alınan White Planı, Nisan 1944’te Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) kuruluşuna ilişkin Ortak Bildiri’de önemli yer tutmuştur.

Ankara Andlaşması, 1964

Türkiye ile Avrupa Ekonomik Topluluğu arasında ortak üyelik statüsü kuran andlaşma. Türkiye, Topluluğa ilk kez 31 Ağustos 1959’da başvurmuş, söz konusu andlaşma 12 Eylül 1963’de imzalanarak ilgili ülkelerin parlamentolarında onaylandıktan sonra 1 Aralık 1964’te yürürlüğe girmiştir. Ankara Andlaşması’nın temel amacı, Türkiye ile Topluluk arasında aşamalı bir biçimde gümrük birliğinin kurulmasıdır. Nihai amacın ise, Batı Avrupa ile hem ekonomik, hem de siyasal yönden bütünleşme olduğu ileri sürülebilir.Andlaşma uyarınca, gümrük birliği birbirini izleyen üç dönemde gerçekleştirilecektir. Bunlar a)Hazırlık Dönemi b)Geçiş Dönemi, c)Son Dönem (ya da tam üyelik dönemi)’dir. Hazırlık döneminde Türk ekonomisinin güçlendirilmesi amaçlanmıştır. Bu amacın gerçekleştirilmesi için Topluluğun Türkiye’ye bazı gümrük kolaylıkları tanıması ve finansal yardımlarda bulunması öngörülmüştür. Geçiş Dönemi fiilen 1 Eylül 1971 tarihinde başlamıştır. Bu dönemde Topluluk ile Türkiye arasında sanayi malları alanında gümrük birliğinin sağlanması amaçlanmıştır. Tarımsal ürünler arasında bu dönemde gümrük birliği söz konusu değildir; ancak Topluluğun tarım ürünleri alanında Türkiye’ye bazı gümrük kolaylıkları tanıması öngörülmüştür. Üretim faktörlerinin serbest dolaşımı ise andlaşmaya göre 1976-1986 arasında gerçekleştirilmiş olacaktır. Ayrıca, Topluluk, Türkiye’nin tam üyeliğini kolaylaştırmak için finansal yardımlar sağlayacaktır. Türkiye’deki yasal mevzuatın ve iktisat politikalarının Toplulukla uyumlulaştırılması da geçiş döneminde gerçekleştirilmesi öngörülen konulardandır. Son (yani tam üyelik) döneminin ise 1995’ten itibaren başlaması öngörülmüştür. Ankara andlaşmasına göre, geçiş döneminde bu son dönemde tarım ürünlerinin de serbest dolaşımı sağlanmış olacak; diğer yandan Türkiye’de izlenen iktisat politikaları da Toplulukla uyumlu duruma getirilmiş bulunacaktır. 

Ankara İtilafnamesi, 20 Ekim 1921

TBMM ile Fransa arasında imzalanan antlaşma (20 Ekim 1921). Mondros Mütarekesi’nden sonra Fransa, Ermeniler ile işbirliği yaparak güney bölgelerimize hakim olmaya çalıştıysa da ummadığı bir dirençle karşılaştı. Fransa 1921 ortalarında TBMM hükümeti ile temas girişimlerinde bulundu. Bunda Yunanlılara karşı kazanılan askeri başarılar, Sovyetlerle imzalanan antlaşmalar, İtalyanların Anadolu’yu terke başlaması, Ren bölgesinin geleceği konusunda İngiltere’nin Fransa’yı desteklememesi gibi nedenler de rol oynadı. Fransa Franklin Bouillon’u 9 Haziran 1921’de TBMM hükümeti ile gayri resmi bir temas kurmak üzere Ankara’ya gönderdi. Görüşmeleri M. Kemal Paşa yönetti. Sakarya Meydan Savaşının kazanılması Fransa’nın tereddütlerini giderdi. Türk temsilcisi Yusuf Kamil Bey (Tergirşenk) ile Fransız temsilcisi Franklin Bouillon arasında Ankara İtilafnamesi imzalandı. Antlaşmayla Türkiye ile Fransa arasındaki savaş durumu sona erdi. Türkiye Suriye sınırını çizdi. İskenderun ve Antakya Türk özerkliği kabul edilmek şartıyla ve korunmak şartıyla Fransa’ya bırakıldı. Böylece Fransa Anadolu’nun işbirliği yaptığı dostlarından ayrıldı. Güney cephesinin tasfiyesi ile batı cephesinin güçlendirilmesi sağlandı. Daha sonra Lozan’da bu anlaşma koşulları kesinlik kazanacaktır.

Anschluss, 12 Mart 1938

Almanca “Birlik”. Avusturya ile Almanya’nın siyasi birleşmesini öngören ve 1938 Martında Hitler Almanya’sının Avusturya’yı ilhakı ile gerçekleşen siyasi düşünce.İlk kez 1919’da ortaya atılan “Anschluss” fikri, 1933’e kadar Avusturyalı sosyal demokratlarca desteklenmiş, 1933’te Almanya Nazilerinin iktidara gelmesi ile çekiciliğini kaybetmiştir. Hitler “bir ulus-bir devlet” ideali doğrultusunda “Anschluss”u gerçekleştirmek için 1934 Temmuz’unda Avusturya’da Nazilerin iktidarı ele geçirme çabasını desteklemiş, ama bu başarısızlıkla sonuçlanınca bunu bir süre ertelenmiştir. 1937’de Almanya İtalya ile anlaştıktan sonra Avusturya üzerindeki baskılarını yoğunlaştırmış ve Almanya’ya davet ettiği Avusturya Şansölyesi Schuschnigg’e bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği isteklerde bulundu. Schuschnigg bu isteklerin çoğunu yerine getirdi ama Anschluss’u halk oyuna sunmak istedi. 13 Mart 1938 olarak tespit edilen plebisit tarihinden bir gün önce 12 Mart’ta Alman birlikleri Avusturya’ya girdi ve iki ülkenin birleşmesi bir oldu bitti ile gerçekleşti.Versailles Andlaşması’nın açık bir şekilde ihlali olan Anschluss, Avrupa’nın II. Dünya Savaşı’na doğru ilerlemesinin ilk sinyallerinden biriydi.  

Antartik Andlaşması, 1959

1 Aralık 1959 tarihinde Washington’da imzalanan ve Antartika kıtasının silahlandırılmasını önlemeyi amaçlayan andlaşma. Aralarında ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’nın da bulunduğu on iki devlet tarafından imzalanan andlaşma Soğuk Savaş döneminde ABD ve Sovyetler Birliği tarafından imzalanan ilk silahsızlanma andlaşması olması bakımından önemlidir. Ayrıca nükleer silahlarla ilgili olarak imzalanan ilk andlaşma olma özelliğini de taşır. Andlaşma Antartika’da askeri üslerin kurulmasını, silahların denenmesini, askeri tatbikatların yapılmasını bölgede radyoaktif atıkların bulundurulması ve nükleer patlamalara yol açılmasını yasaklamıştır. 23 Haziran 1961’de yürürlüğe girmiştir. 

Anti-Balistik Füze Sistemlerinin Sınırlandırılması Andlaşması ve Ek Protokol (Treaty on The Limitation of The Deployment of Anti-Ballistic Missile Systems and Protocol) 3 Ekim 1972

Stratejik silahların sınırlandırılması görüşmeleri çerçevesinde (SALT) A.B.D. ve Sovyetler birliği arasında 26 Mayıs 1972’de Moskova’da imzalanan anti-balistik füze sistemlerini sınırlandıran andlaşma. 3 Ekim 1972’de yürürlüğe girmiştir.Onaltı maddelik bu andlaşma ile her iki tarafın anti-balistik füze (ABM) sistemleri nicelik, nitelik ve coğrafi bakımdan geniş sınırlamalara tabi tutulmakta, böylece her iki taraf için “ilk darbe” girişimi rasyonel bir politika olmaktan çıkarılmaya çalışılmaktaydı. Ayrıca, andlaşma ile bir sürekli Danışma Komitesi kurulmakta, bu komite ile Andlaşma hükümlerinin uygulanmasının kolaylaştırılması hedeflenmekteydi. Andlaşma doğrultusunda A.B.D. ve Sovyetler Birliği topraklarında sadece ikişer tane ABM savunma sistemi kurabileceklerdi. Bu sistemlerden biri ülkelerin başkentleri çevresinde ötekisi de bir kıtalararası balistik füze (ICBM) koruganı çevresinde olacaktı. Alan savunmasını önlemek amacıyla da her iki sistem arasında en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM sisteminin en az 1300 km uzaklık olması kararlaştırılmıştı. Her ABM sisteminin en fazla 100’er rampa ve füzeden ve gerekli radar ağından oluşacağı hükme bağlanmıştı. Ayrıca taraflar kendi ülke toprakları dışında başka ülkelerde ABM sistemi kuramayacaklardı.Moskova’da 3 Temmuz 1974’te imzalanan bu andlaşmaya ek protokol ile tarafların sahip olabileceği ABM sistemi sayısı ikiden bire indirilmişti. Bu protokol 24 Mayıs 1976’da yürürlüğe girdi.  

Anti-Komintern Paktı 25 Kasım 1936

Görünüşte Komünist Enternasyonal’i ama asıl Sovyetler Birliği’ni hedef alan andlaşma. 25 Kasım 1936’da Almanya ile Japonya arasında imzalandı. Daha sonra 6 Kasım 1937 tarihinde Pakt’a İtalya da katıldı. Pakt’ın hazırlanmasına Hitler önderlik etmiştir. Hitler kendi kurmak istediği Büyük Almanya’ya Avrupa’da en büyük engel olarak Sovyetleri görüyordu. Japonya ise Çin’e karşı giriştiği savaşta Sovyetlerin tutumundan ve Çin’e savaş açacağı ve askeri malzeme satmasından rahatsızdı. Pakt biri açık diğeri gizli olmak üzere iki bölümden oluşmaktaydı. Açık bölüm Komintern (Komünist Enternasyonal)’in faaliyetlerini hedefleyen bir siyasi anlaşma görünümündeydi. Gizli bölümde ise askeri içerikli maddeler ağırlıktaydı ve Sovyetler Birliği ile gerçekleşebilecek bir çatışmada tarafların nasıl tutum alacakları ele alınıyordu.

Anti-Semitizm

Musevilere karşı düşmanca duygular besleme. Musevi düşmanlığı tarihin derinliklerinden gelmektedir. Hz. İsa’yı Çarmıha Musevilerin gerdirdiğine inanan Hristiyan gruplar tarih boyunca Musevilere karşı şiddet eylemlerinde bulunmuş, onlara karşı ayrımcılık yapmışlardır. Bunun Orta Çağ’daki en uç örneği İspanyol Engizisyon’unun Musevilere karşı tutumu olmuş, bu dini terk etmeyenler zorla İspanya’dan çıkarılmıştır. XIX. yüzyılın ortalarından itibaren özellikle Orta Avrupa’da yükselen milliyetçilikle beraber anti-semitizme ırkçı bir nitelik de eklendi, özellikle Almanya ve Avusturya’da zengin Musevi kesim milliyetçi akımların hedefi haline geldi. Sonunda 1933’te Almanya’da Nasyonel Sosyalistlerin işbaşına gelmesi ile anti-semitizm doruğa çıktı. Önce Museviler ayrı gettolarda yaşamaya zorlandı, daha sonra II. Dünya Savaşı’na kadar pek çok Musevi ülkeden ya sınırdışı edildi yada göçe zorlandı. Savaş sırasında ise Almanya’nın çeşitli yerlerinde ve Alman işgalindeki ülkelerde -özellikle Polonya’da- kurulan toplama kamplarında milyonlarca Musevi soykırıma tabi tutuldu. Savaş sonrasında ise Musevilere bir ulusal yurt kurmak amacıyla 1948’te İsrail devleti kuruldu ve anti-semitizm daha başka bir biçim kazandı. 

Arap-İsrail Savaşları

İsrail ile çeşitli Arap devletleri arasında meydana gelen çatışmalar. Bunların en önemlileri 1948-1949, 1956, 1967, 1973 ve 1982 savaşlarıdır.Balfour Bildirisi ile Filistin’de bir “ulusal yurt” sözü alan Yahudiler bölgenin I. Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin eline geçmesi ile bu ülke üzerindeki baskıyı artırdılar. Manda yönetimi sırasında bölgeye olan Yahudi göçü sonucu da Filistin’deki Yahudi nüfusu arttı. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Kasım 1947’de Filistin’de biri Arap diğeri Yahudi iki devletin kurulması yönündeki karar doğrultusunda 14 Mayıs 1948’de İsrail Devleti’nin ilanı ile ilk Arap-İsrail savaşı başladı. Mısır, Suriye, Lübnan, Ürdün ve Irak güçleri bu ülkeye saldırdı. Yaklaşık bir yıl süren savaş sonucu İsrail, sınırlarını ikiye katlayarak uluslararası tanınan sınırlarına ulaştı.İkinci savaş Mısır Devlet Başkanı Abdulnasır’ın Temmuz 1956’da Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklaması sonucu doğan bunalım sonrasında başladı. İngiltere ve Fransa Mısır’ın bu kararını tanımadıklarını bildirdiler. Ekim ayında Londra’da toplanan konferanstan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve Fransa İsrail ile anlaştı ve Ekim ayının sonunda İsrail kuvvetleri Sina Yarımadasına girmeye başladı. Ama A.B.D. ve Sovyetler Birliği’nin baskısı ile ateşkes ilan etmek zorunda kaldı ve kuvvetlerini 6 Kasım’da geri çekmeye başladı. Bu arada İngiliz ve Fransız paraşütçü birlikleri çatışmalar bittikten sonra bölgeye indirildi. Savaş sonucunda Mısır-İsrail sınırına Birleşmiş Milletler Gücü yerleştirildi ve İsrail Akabe Körfezi’ne bir çıkış kazanmış oldu.1967 yılında Abdulnasır BM Gücünün artık çekilmesini istedi ve İsrail gemilerinin Akabe Körfezi’ne girmesini önlemeye başladı. Daha önce ise İsrail-Suriye sınırında çeşitli çatışmalar oluyordu. İsrail kendisinden daha fazla kuvvete sahip olduğunu anladığı Arap devletlerinin ani bir saldırısını önlemek amacıyla ilk saldırıyı gerçekleştirmeye karar verdi. 5 Haziran’da İsrail Hava Kuvvetleri’nin Mısır Hava Kuvvetleri’nin bulunduğu üslere saldırısı ile başlayan savaş altı gün sürdü ve “Altı Gün Savaşı” olarak anıldı. Bu savaş sonunda İsrail Mısır’dan Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası’nı Ürdün’den Şeria Nehrinin batı yakasını ve Suriye’den Golan Tepeleri’ni aldı.Altı Gün Savaşı Arap devletlerinde büyük bir kızgınlığa yol açtı. Diplomatik çabalar İsrail’in işgal ettiği toprakları geri vermeyi reddetmesi ile sonuçlandı. Bunun üzerine Ekim 1973’te Yahudilerin kutsal ayı olan Yom Kippur’da Mısır ve Suriye birlikleri eşgüdümlü bir sürpriz saldırı gerçekleştirdiler. İsrail, Golan ve Sina’da ilk başta gerilemek zorunda kaldı ama ikinci haftanın sonunda Galon Tepelerini geri aldı ve Mısır birliklerini Sina’dan püskürttü. Bu savaş ile İsrail’in yenilmezlik miti sarsıldı.5 Haziran 1982’de İsrail ile Filistin Kurtuluş Örgütü arasında tırmanan gerginlik sonucu İsrail, F.K.Ö kamplarının bulunduğu Beyrut ve Güney Lübnan’ı bombaladı. İsrail birlikleri Lübnan’ın güneyini işgal etti ve Beyrut’un kenar mahallelerine kadar ilerledi. Kentteki Filistinli mülteciler kenti terkederek mülteci kamplarına gönderildi. İsrail kentten çekildikten sonra 14 Eylül’de tekrar Beyrut’a girdi. 16 Eylül günü İsrail destekli Falanjist gerillalar Beyrut’taki Sabra ve Şatilla kamplarına girerek yüzlerce Filistinli mülteciyi öldürdüler.

Arap Zirveleri 

Arap ülkelerinin liderlerinin biraraya geldikleri, sorunları tartıştıkları zirve toplantıları. Bu toplantıların büyük çoğunluğu Arap Birliği çerçevesinde olmuştu.Bu zirve toplantılarından ilki 5-11 Eylül 1964 tarihleri arasında 13 Arap devletinin katılımı ile Kahire’de yapıldı. Yemen sorununun tartışıldığı bu toplantı herhangi bir sonuç elde edilemeden sona erdi. Ağustos 1967’deki Hartum Zirvesi’nde 1967 Arap İsrail Savaşı’nın sonuçları ile Yemen’deki Mısır askerlerinin geri çekilmesi konuları ele alındı. Zirve sonunda Mısır ve Suudi Arabistan arasında imzalanan Hartum Andlaşması’yla Mısır askerlerinin 1967 sonuna kadar Yemen’den ayrılması kararlaştırıldı. Zirvede ayrıca İsrail ile hiçbir şekilde antlaşma yapılmamasına ve Filistinlilerin haklarının sonuna kadar savunulmasına karar verildi. Üçüncü Arap zirvesi 25 Kasım 1978 tarihleri arasında yapılan Bağdat zirvesi oldu. Zirvenin toplanması için girişimi Mısır’ın İsrail ile Camp David Antlaşmaları’nı imzalamasına tepki gösteren Arap devletleri yaptı. Zirvede Mısır Camp David Andlaşması’nı iptal ederek diğer Arap devletleriyle ortak hareket etmeye davet edildi.1990 Haziran’ında yine Bağdat’ta Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat’ın çağrısıyla yapılan dördüncü Arap zirvesinde İsrail işgali altındaki topraklara yapılan Yahudi göçü konusu ele alındı. Zirvede ayrıca Türkiye’nin GAP çerçevesinde Fırat’ın sularını bir süre tutması ve bu projenin geleceğinden duyulan kaygılar, İsrail, Ürdün ve Suriye arasındaki Ürdün nehrinin durumu, Mısır’a akan Nil sularının azalması ve bundaki “İsrail etkisi” de görüşüldü. Zirvede Sovyetler Birliği’nden İsrail’e, ayda yaklaşık 10.000 kişiyi bulan Yahudi göçü kınandı ve bu göçe yardımcı olan ülkelerle olan ilişkilerin gözden geçirilmesi çağrısında bulunuldu. Sonuç bildirgesinde bu göç için “insan haklarının köklü bir ihlali ve Arap ulusuna yönelik bir tehdit” ifadeleri yer alıyordu. Zirvede ayrıca Mısır’ın Camp David Andlaşması’nın imzalanmasından sonra Tunus’a taşınan Arap Birliği örgütünün merkezinin tekrar Kahire’ye alınmasına ve zirvenin her sene olağan bir şekilde Kahire’de toplanmasına karar verildi. Ama Irak’ın Kuveyt’i işgali üzerine Beşinci Arap Zirvesi olağanüstü bir şekilde 10-12 Ağustos 1990’da Kahire’de toplandı. Zirvede biraraya gelen 21 Arap ülkesi lideri Irak’ın Kuveyt’i işgali sonucu doğan bunalımı görüştüler. Suudi Arabistan’ın olası bir Irak saldırısına karşı bir Birleşik Arap Gücü kurulması önerisi sert tartışmalara yol açtı. Sonuçta 12 lehte oy ile bu gücün kurulmasına karar verildi. Bu olay Arap Birliği’nin tam bir parçalanmanın eşiğine geldiğini göstermiştir. 

Atatürk’ün Dış Politikası

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün izlediği dış politika. Üç döneme bölünerek incelenebilir: i. Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki Türk Dış Politikası, ii. Lozan Andlaşması’ndan 1930’a kadar olan dönem, iii. 1930’dan Atatürk’ün ölümüne kadar ki dönem.Birinci dönemde Atatürk’ün amacı en kısa sürede ve tam bir şekilde ülkenin düşman işgalinden kurtarılmasıydı. Bu işgalin sona ereceği sınır ise son Osmanlı Mebusan Meclisince belirlenen Misak-ı Milli sınırları idi. Ayrıca Misak-ı Milli ilkeleri bu dönem dış politikasını temelini oluşturuyordu. Bu dönemde Türkiye yeni kurulmuş Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurarak bu devletten yardım almış ve gerek bu devleti Batılı devletlere gerekse de Batılı devletleri Sovyetlere karşı kullanarak kendi hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. Ayrıca Atatürk Müttefik devletler arasındaki menfaat çatışmalarından doğan ayrılıkları da kullanmasını iyi bilmiştir.Lozan’dan sonra Türkiye’nin gerçekçi bir dış politika izlediği söylenebilir. Her ne kadar Lozan’dan arta kalan sorunlar çözülmek isteniyorsa da- Hatay, Musul, Boğazlar gibi- bu dönemde Türkiye Lozan’la elde ettiği statükoyu koruma çabasındadır. Sovyetler Birliği ile dostça ilişkiler sürmekle beraber bu ülke artık Türkiye’nin dayandığı tek devlet olmaktan çıkmaktaydı. Bu arada 1925’te Musul sorununun Türkiye’nin aleyhine bir şekilde çözülmesi ile Türk-İngiliz ilişkilerinde bir soğukluk yaşanmıştır.Son olarak 1930-1938 döneminde Türkiye bütün devletlerle iyi ilişkiler kurmaya çalışmış ve Türk dış politikasının temelini belirleyen “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” sözü bu dönemde söylenmiştir. 1932’de Milletler Cemiyeti’ne giren Türkiye, Yunanistan ve diğer Balkan devletleri ile kurulan sıcak ilişkiler doğrultusunda bu devletlerle Balkan Antantını imzalamıştır. 1937 yılında da aynı barışçı politika doğrultusunda Türkiye İran, Irak ve Afganistan ile Sadabat Paktı’nı kurmuştur. Türkiye bu dönemde de statükocu bir politika izlemiştir. Montreux Sözleşmesi ve Hatay’ın Türkiye’ye katılması bu statükoculuktan kayış gibi değerlendirilse de bu gelişmelerin barışçı ve meşru yollardan sağlanması Türkiye’nin statükocu dış politikasının sürdüğünün göstergesidir.

Atlantik Bildirisi (Atlantic Charter) 14 Ağustos 1941

II. Dünya Savaşı sırasında, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ile o sırada henüz savaşa girmemiş olan ABD’nin Başkanı Franklin Roosevelt arasında Kanada açıklarında bir savaş gemisinde yapılan ve beş gün süren görüşmeler sonucunda 14 Ağustos 1941’de yayınlanan ortak bildiri. 8 maddelik bu bildiri bir bakıma Wilson’un 14 noktası’na benzemektedir. Bu bildiri ile A.B.D.’nin tarafsızlık politikasını terk ettiği açıkça ortaya çıkmıştır. Bildirinin maddeleri özetle şöyledir: i.Savaştan sonra toprak kazanılmayacak ii.ilgili halkın onayı anılmadan toprak değişikliği yapılmayacak, iii.Uluslar kendi geleceklerini kendileri saptayacaklar (self-determination), iv.Uluslararası işbirliği gerçekleştirilip geliştirilecek, v.Temel hammaddelerden eşit biçimde faydalanılacak, vi.İnsanlar korku ve açlıktan kurtarılacak vii.Açık denizlerde ticaret serbestliği gerçekleştirilecek, viii.Mihver devletleri silahtan arındırılacak ve savaştan sonra topyekün silahsızlanmaya gidilecek. Bu maddeler daha sonra Birleşmiş Milletler Andlaşması’nın içine de alındı. 

Atmosferde, Dış Uzayda ve Su Altında Nükleer Denemeleri Yasaklayan Andlaşma, 5 Ağustos 1963

Atmosferde, uzayda ve su altında nükleer denemelerini barışçı ya da askeri-yapılmasını yasaklayan andlaşma. 5 Ağustos 1963’te Moskova’da imzalanan andlaşma 10 Ekim 1963’te yürürlüğe girdi. Toprak altında nükleer deneme yapılmasını yasaklamadığı için “Sınırlı Deneme Yasağı Andlaşması” olarak da bilinir. Andlaşma metninde nükleer silah denemelerinin yanı sıra “herhangi başka nükleer patlama” şeklinde barışçıl denemelerin de yasaklandığı belirtilmektedir. 

Augsburg Barışı, 1555

Almanya’da Lutherciliğin varlığını kabul eden ilk kalıcı yasal düzenleme. Augsburg’da toplanan Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu Dieti tarafından 25 Eylül 1555’te ilan edilmiştir. Buna göre imparatorluğun üyesi hiçbir devlet dinsel gerekçelerle bir başka üye devlet ile savaşa giremeyecek ve mezhepler silaha başvurmadan yeniden birleşene dek barış geçerli olacaktı. Ayrıca imparatorluğun her topluluk diliminde sadece bir mezhep tanınıyor -Katolik veya Luthercilik- böylece prenslerin seçtiği mezhep uyruklarını da bağlıyordu. Öteki mezhepten olanlar mülklerini satarak, bağlı oldukları mezhebin tanındığı prensliklere göç edebilirlerdi. Augsburg Barışı, eksikliklerine rağmen yarım yüzyılı aşkın bir süre Kutsal Roma-German İmparatorluğu’nu ciddi bir iç çatışmadan korudu. 

Avrupa Ahengi: bkz. Avrupa UyumuAvrupa İmar Programı (European Recovery Programme)

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa ekonomileri büyük bir yıkıma uğramıştı. Savaştan sonra bu ülkeler yoğun bir ekonomik anırıma giriştiler. Onarım için gerekli araç ve gereçlerin sağlanabileceği tek kaynak ABD idi. Fakat bu da o ülkelerin kapasitelerini aşan altın ve döviz rezervi gerektiriyordu. 1947 yılında ABD Dışişleri Bakanı George C. Marshall önderliğinde, Batı Avrupa ülkelerinin onarımı amacıyla hazırlanan bir Avrupa İmar Programı ortaya çıktı. Bu programın finansmanı için ABD’nin yaptığı yardımlar Marshall Yardımları diye bilinir. 1947’de bir miktar yardım dağıtılmakla birlikte, programın asıl uygulanışı 1948’de olmuştur. Programın başlatılmasından sonraki dört yıl içerisinde 17 Avrupa ülkesine toplam 12 milyar dolar tutarında hibe veya kredi şeklinde kaynak transferi yapılmıştır. Türkiye de az da olsa bu yardımlardan yararlanmıştır.

Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması: bkz. AKKAAvrupa Uyumu (Concert of Europe)

XIX. yüzyılda Avrupa’da barışı tehdit eden önemli olaylar karşısında büyük güçlerin kurduğu ad hoc bir karşılıklı danışma sistemi. Avusturya, İngiltere, Fransa ve Prusya’ya daha sonra Almanya ve İtalya katılmış, geri kalan küçük devletler ise kendileriyle doğrudan ilgili bir olay durumunda sisteme dahil olmuşlardır. Uyum sistemi genellikle büyük devletlerin barışın tehdit edildiğine inandıkları anda topladıkları konferanslar şeklinde yürüyordu. Sonuçta büyük güçlerin hegemonyası egemen oluyordu. Sistem büyük güçlerin Üçlü İttifak ve Üçlü İtilaf şeklinde iki kutupta kamplaşmasına kadar sürmüştür.Avrupa Uyumu Sistemi Avrupa’da siyasi istikrara büyük katkıda bulunmuştur. Büyük güçlerin birliğinin bozulması Avrupa’yı doğrudan I. Dünya Savaşı’na sürükledi. 

Yorum bırakın