Lobicilik (lobbying)

Baskı gruplarının amaçlarına varmak için kongrede, parlamentoda yaptıkları çalışmalar. Kişilerin ya da özel çıkar gruplarının siyasal karar alma sürecinin etkileme amacına yönelik girişimleri. Lobiciliğin ya da diğer adıyla kanun simsarcılığının olmadığı siyasal sistem yoktur. Çoğunlukla meclis koridorlarında yürütülen kulis çalışmalarına dayanmakla birlikte, bir yemek, ziyafet veya partiler lobicilik için uygun zeminlerdir. Çalışmalar kongre ya da parlamento üyelerinin ikna etmeye çalışmak, haklı bir dava peşinde olduğuna dair gerekli bilgi ve doküman sağlamak, temsilcilerine destek sözü vermek gibi aktivitelerle sürdürülür. Ayrıca baskı grupları, temsilcisi olduğu grubun talepleri doğrultusunda kanun tasarısı taslakları hazırlayarak, bunların temsilciler vasıtasıyla yasalaşmasını sağlarlar. Yine baskı grupları propaganda yolu ile kamuoyunda ve hükümette uygun bir hava oluşturmaya çalışırlar.Lobicilik yapan kişiler güçlü bir ticari ya da tarımsal kuruluşun veya işçi sendikasının bu işle görevli memurları, ücretle çalışan profesyonel lobiciler, istek ya da sorunlarını iletmeye çalışan sıradan vatandaşlar olabilir.
 

Manda Rejimi (mandate)

I. Dünya Savaşı’ndan sonra galip devletlerin, eski Osmanlı ve Alman topraklarının bazıları üzerindeki yönetim yetkilerinin, Milletler Cemiyeti’nin belirlediği şartlar altında üye devletlere özel yetkiler ve haklar sağlamak amacıyla kullanılmasına dayanan rejim. Savaştan galip taraf olarak çıkan İtilaf Devletleri Almanya’dan ve Osmanlı Devleti’nden kopan sömürgelerin ve bağımlı ülkelerin kendi kendilerinin yönetecek bir gelişme düzeyinde bulunmadıkları gerekçesiyle bu topraklarda manda rejimi uygulama yoluna gittiler. Buna göre mandater olan devletler Milletler Cemiyeti’yle yapmış oldukları antlaşma şartları çerçevesinde himayesi altındaki devleti bağımsızlığa hazırlamak üzere vesayet görevini yerine getireceklerdi. Milletler Cemiyeti’nin getirdiği manda rejimi A.B. ve C olarak üç tip mandanın kurulmasını öngörmüştür. A tipi manda rejimi Osmanlı Devleti’nden ayrılan bazı topluluklara ilişkindi (Suriye ve Lübnan’ın Fransız mandasına girmesi). B tipi manda rejimi Orta Afrika’daki eski Alman sömürgelerini kapsıyordu (Ruanda-Brundi’nin Belçika’ya verilmesi). C tipi manda rejimi ise Güneybatı Afrika ve bazı Büyük Okyanus adaları için öngörülmüştü. (Güneybatı Afrika ve Nauru’nun İngiltere’ye verilmesi). Manda rejimi uygulayan ülkelerin bağımsızlığının kazanması, mandater devletin bu görevden istifası veya Milletler Cemiyeti’nin verdiği yetkiyi geri alması durumlarında sona erecekti. Günümüzde bu tür bir manda yönetimi bulunmamaktadır.
 

Maslahatgüzar (charge d’affairs)

Statüsü 1961’de imzalanan diplomatik ilişkiler üzerine Viyana Kongresi’nde belirlenen alt düzeyde diplomatik temsilci. Güven mektubunu görev yapacağı ülkenin devlet başkanına değil, genellikle Dışişleri Bakanına sunar. Çoğunlukla büyükelçi olan misyon başkanı bulunmadığı zaman yetkilidir. Fakat iki ülke arasındaki ilişkilerin zayıf olduğu durumlarda misyon başkanı olarak atanabilir.
 

Mekik Diplomasisi (shuttle diplomacy)

Klasik diplomasi protokollerine uyulmadan seri bir biçim de yapılan, uzlaştırıcı görüşmeler yapma esasına dayanan ve genellikle bunalım dönemlerinde başvurulan diplomasi yöntemi. Bu yöntemi en etkin biçimde kullanan kişi eski ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger olmuştur. En yoğun biçimde ABD tarafından Ortadoğu sorununa ilişkin olarak kullanılan bu diplomasi tekniği, günümüzde Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından özel temsilcileri aracılığıyla da sıkça kullanılmaktadır.
 

Meşru Savunma (self defense)

Uluslararası hukukta herhangi bir devletin kendisine karşı girişilen bir saldırıya karşı kendini savunma hakkı. Meşru savunma devletlerin doğal bir hakkı olarak tanındığından, meşru savunma durumunda devletin kuvvete başvurması yasal kabul edilmiştir. Meşru savunmanın söz konusu olabilmesi için öncelikle ani, beklenilmez ve katlanılmaz bir durumun oluşması gerekmektedir. Ayrıca meşru savunma amacıyla girişilen eylemler akla yatkın, yani var olan tehlikenin kapsamı ile aynı orantılı olmalıdır. Meşru savunma kavramı BM sistemi içerisinde de ele alınmıştır. BM Antlaşmasının 52. maddesi meşru savunma hakkını çerçeve içerisinde onaylamaktadır.
 

Milis (militia)

Gerektiğinde kısa sürede seferber edilebilen sınırlı, askeri eğitim görmüş yurttaşların oluşturduğu askeri örgütlenme. Kimi zaman düzenli orduya yardımcı olmak üzere, kimi zaman da sivil halkın silahlandırılması ile oluşturulan kuvvetlerin çoğunlukla bölgesel savunma amacıyla kullanılır. Türk Kurtuluş Savaşındaki uygulamalar her iki duruma da örnek teşkil etmektedir. 1776 Amerikan Bağımsızlık Savaşı sırasında milisler hem düzenli asker kaynağını, hem de Amerikan kuvvetlerinin ana gövdesini oluşturmuşlardır. Günümüzde İsveç, İsviçre, İsrail ve birkaç ülkede acil hizmet için oluşturulan silahlı kuvvetlerin ana gövdesini milisler oluşturmaktadır.
 

Militarizm (militarism)

Devlet yönetiminde ve ülke sorunlarının çözümünde orduya ve askeri yöntemlere çok fazla önem verme. Militarizm uluslararası alanda ise kendini yayılmacı ve saldırgan bir dış politika olarak gösterir.
 

Millileştirme (nationalization)

Bir ülkedeki yabancı doğal kaynak, hizmet ve kuruluşların siyasal, sosyal ya da ekonomik nedenlerle yerli mülkiyete dönüştürülmesidir. Millileştirme ilke olarak bir yasama işlemi ile yapılan ve millileştirilen özel girişimin sahiplerine yasanın öngördüğü belirli bir tazminat ödenir. Millileştirilecek girişimlerin belirlenmesinde bunların sektör düzeyinde (bankacılık, tele-komünikasyon, ulaştırma v.b.) ve büyüklükleri açısından objektif ölçütlere göre belirlenmesi önem taşımaktadır. Millileştirilen yabancı özel ve kamu girişimleri hem milli özel hem de milli kamu girişimleri olarak değerlendirilebilir. Millileştirme uygulaması çoğunlukla sosyalist ülkelerde görülmekle birlikte doğal kaynaklarını korumak ve dışa bağımlılığını azaltmak isteyen İngiltere, Fransa ve Avusturya gibi kapitalist ülkelerde de bu uygulamaya başvurulmuştur.
 

Milliyetçilik (nationalism)

Kendilerini birleştiren dil, din, kültür bağlarından dolayı ulusal bir topluluk oluşturmaları bilincine varan ve bağımsız bir devlet kurmak isteyen kimselerin oluşturduğu siyasal hareket, en genel adıyla ulusçuluk. Kendi ulusuna bağlılığının uluslararası ilkelere bağlılıktan ya da bireysel çıkarlardan daha önemli olduğunu ileri süren görüş. Siyasal bir program ya da düşünceler bütünü olmaktan çok, bu tür programları ve düşünceleri temel alan siyasal bir bakış açısıdır. 16. yy.da feodalizmin zayıflamasıyla ortaya çıkmaya başlayan milliyetçilik, merkezi otoritenin güçlendirilmesi yönüyle mutlak monarşiler tarafından destek buldu. Ticaret devrimi, Vestefalya sonrası ulus devletin kurulması ve güçlenmesi milliyetçiliğin gelişim aşamasını oluşturmuş, 1789 Fransız İhtilali ile tüm Avrupa’da bir kasırga gibi esmiştir. Napolyon Savaşları da Milliyetçiliğin Avrupa’da güçlenmesinde iki yoldan etkili olmuştur. İlk olarak Napolyon Savaşlarıyla hemen hemen tüm Avrupa’yla savaşan Fransız orduları Fransız Devriminin temel ilkeleri olan “demokrasi ve milliyetçilik” kavramlarının özellikle çok uluslu imparatorluklara ulaştırılmasında etkin bir rol oynadılar. İkinci olarak, Napolyon’un en büyük hedefi olan kıta Avrupa’sını kurmak için savaşlarda kullandığı Fransız milliyetçiliğine tepki olarak bazı milliyetçilik akımları doğmuştur. Fransa’da ortaya çıkan 1830 ve 1848 Devrimleri 1789 Fransız Devrimi’nin ilkelerinin sağlamlaştırmış ve milliyetçiliğin 20. yy.ın başlarından itibaren milli özellikler yerine ırkçı doktrinin temel alınmasıyla milliyetçilik saldırgan bir şekle bürünerek İtalyan Faşizmi ve Alman Nazizmi ortaya çıkmıştır. Büyük bir güç haline gelen saldırgan milliyetçilik ve özellikle II. Dünya Savaşı öncesinde Hitler Alman yası’ndaki Nazizm yanlısı hareketler zamanında gerekli önlemlerin alınmaması sonucu II. Dünya Davası’nın çıkış sebebi olmuştur. II. Dünya Savaşı sonrasında çoğu Avrupa devletinde karşılıklı bağımlılığın giderek artması sonucu milliyetçiliğin etkisi azalmaya başlamış, sonraları ise güçlü devletlerin egemenliğine karşı bağımsızlığı ve bağlantısızlığı savunan milliyetçi hareketler ortaya çıkmıştır. Bu sihirli kavramın etkisi dünyada hala bir şekilde devam etmektedir.
 

Misilleme (reprisal)

Bir devletin, bir başka devletin dostça olmayan bir davranışına olumsuz nitelikte bir eylemle karşılık vermesi. Devletler arasında işi savaşa götürmeden sorunların karşılıklı tavırlarla çözümlenmeye çalışıldığı savaş önlemlerindendir. Uluslararası hukuka uygun sayılan misillemede karşı tarafın çıkarlarını zedeleme amacı güdülür. Misillemenin, buna neden olan eylem ya da işlemle aynı ya da benzer nitelikte olması zorunlu değildir. Devletlerarası ilişki ve uygulamalarda bir devlet çoğunlukla kendi vatandaşlarına ağır vize düzenlemeleri getirilmesi, vergi oranlarının aşırı bir şekilde artırılması, vatandaşlarının yurt dışında haksız ve adil olmayan uygulamalara tabi tutulması ve bazı haklardan yoksun bırakılması durumlarında misillemeye başvurur. Misilleme aynı şekilde uygulamayla gösterileceği gibi, bir güç gösterisi, boykot, ambargo ve gümrüklerin durdurulması türlerinde de olabilir. Misillemenin bunun nedeni olan uygulama ya da işlemin sona erdirilmesinden sonra kaldırılması gerekir.
 

Müdahale (intervention)

Devlet ya da devlet grubunun, iç ve dış politikalarını etkilemek kendi çıkarlarına uygun bir hale getirmek için başka bir devletin işlerine karışmak. Bazen müdahale gerekebilir. Bunun için bazı koşullar lazımdır. Uluslararası Hukuk’a göre bunlar;

  • Müdahale eden devletin bu durum için yapılan bir antlaşmanın verdiği hak, imkan varsa,
  • Bir devletin, ortak olarak kararlaştırılmış ve anlaşılmış bir politikayı tek taraflı hareket ederek bozması.
  • Eğer müdahale, o devletin halkının yaşam ve güvenliği için gerekliyse,
  • Eğer devlet Uluslararası Hukuku ihlal ederse.


 Mülteci: bkz. Sığınmacı

Münhasır Ekonomik Bölge (restricted economic zone)

Kıyıdan başlayarak açık denize doğru en fazla 200 mil kadar uzanan bölgede gerek deniz yatağı altında, gerekse içerisinde kıyı devletine bazı egemenlik hakların tanınmasını içeren uluslararası hukuk kavramı. Kıyı devleti bu bölge üzerinde birçok hak edinir. Münhasır ekonomik bölge ilan eden devlet, bu bölgede deniz yatağında ve deniz yatağı altında bulunan canlı ya da cansız doğal kaynakların aranması, işletilmesi, korunması ve yönetimi konusunda haklar elde eder. Ayrıca bu bölgede kıyı devletinin yapay adalar, tesisler ve yapılar kurma ve kullanma, bölgesel araştırmalar yapma, deniz çevresini koruma ve gözetme gümrük, maliye, sağlık ve göçle ilgili düzenlemeler yapma hakkı vardır. Münhasır Ekonomik Bölge kavramı resmen 1982’de üçüncü Deniz Hukuku Konferansı’nda kabul edilmiştir. Türkiye 5 Aralık 1986’da Bakanlar Kurulu kararıyla Karadeniz’de münhasır ekonomik bölge ilan etmiştir. Bütün devletler açık denizlerde olduğu gibi münhasır ekonomik bölgelerde de ulaştırma ve haberleşme gibi amaçlarla kullanım hakkına sahiptirler.

Müzakereler: bkz. Görüşmeler

Nazizm (nasism)

Almanya’da Hitler’in liderliğinde 1933’de iktidarı eline alan National-Sosyalist İşçi Partisi’nin uyguladığı politika ve kurduğu düzenin ismidir. Nazizm geniş ölçüde Hitler’in fikirlerinden ve “kavgam” (Mein Kampf) adlı eserinden esinlenmiş ve devamlı olarak Hitler’in kişiliğinin etkisinde kalmıştır.Sosyalistlere başlangıçta, Almanca (Sozialisten) olan ismi dolayısıyla kısaca “Sozi” denmekteydi ve ayrıca milliyetçi (Nationalisten) nitelikleri dolayısıyla “Nazi-Sozi” demişse de sonradan parti sadece “nazi” olarak anılmaya başlanmıştır.Nazi Partisi, devletçi bir düzen kurmuş, politikada aşırı sağ bir görüşle, Alman ırkının “Ari” ırk olduğunu ve bütün ırklardan üstünlüğünü savunmuştur. Yahudileri baş düşmanı saymış (Antisemitizm) ayrıca komünizme de büyük düşmanlık göstermiştir. (Antikomintern paktı), bütün Almanlar’ın aynı bir devlet haline gelmesi (İrredantizm) için çaba harcamıştır.Ekonomik alanda da Nazizm, kendine yeterlilik politikası (Autarkie) taraflısı olmuş ve güdümlü, devletçi ekonomiyi benimsemiştir.Dış politikada yukarıda açıklanan amaçları geliştirmeye koyulmuş, evvela Almanya için ezici ve ağır hükümleri olan Versay Anlaşması’nı değiştirmeye başlamış, ordusunu genişletmiş, Ren bölgesinin askerden arınma hükmünü kaldırmış, diğer ülkelerle eşit haklara sahiplik ilkesini savunmuş, Almanya’nın etrafının çemberleme politikasıyla düşman ülkelerce sarıldığını ileri sürmüş. Almanya’nın bir hayat sahası (Lebensraum) ihtiyacı içinde olduğunu artan nüfus ve gıda problemi için doğuya doğru yayılması gerektiğini savunmuştur ve Orta Avrupa’nın Almanlaşması (Mittel Europa) projesini uygulamaya koymuştur. Ayrıca daha sonra Hitler’in başarısı arttıkça dünyaya yeni bir düzen getirileceğini ve kendisinin bin yıl sürecek bu düzeni kurmakla görevli bulunduğunu savunmaya başlamış.Nazizm içeride büyük bir disiplin kurmuş ve polis rejimi getirmiştir. Devlet gizli polisi (Gestapo) çok geniş yetkileri olan güçlü bir örgüt olmuş, her şeyi denetimine almıştır. Ancak, Nazizm Almanya’yı İkinci Dünya Savaşı’na sürüklemiş ve mağlup olarak parçalanmasına yol açmıştır.Birçok Nazi ileri geleni savaş sonrasında Nürnberg Mahkemesinde yargılanarak mahkum olmuştur. Hitler ise savaşın son günlerinde Berlin’deki sığınağında intihar ederek ölmüştür. Yakın arkadaşı Mareşal Göring de mahkemeler sırasında aynı yolu seçmiştir. Diğer bir kısım ileri gelenler ise idam olundular veya çeşitli hapis cezalarına çarptırıldılar.
 

Nötron Bombası (neutron bomb) Doğal hidrojen dışındaki bütün atomların çekirdeklerinde yer alan nötronun çekirdekten ayrılması, bölünmesiyle elde edilen nükleer silahlı bomba. Bu bomba bir roket, füze, topu veya uçak aracılığıyla kullanılabilir. Kullanıldığı zaman, etki alanı dar olmasına rağmen, etki alanı içindeki toprağın altında veya zırhlı araçların içine sızarak tehlikeli olabilir. Bu tehlike canlılar için tehlikeli olan yoğun nötron ve gama ışınımı dalgasından dolayıdır. Nötron bombası daha çok bir taktik silahı veya savaş alanı silahı olarak kullanılır. Ayrıca caydırıcı bir niteliğe de sahiptir.
 

Nuncio: bkz. Diplomatik Protokol

Nüfus Değişimi (population exchange)

Halkın belirli bir bölümünü oluşturan kesimlerin karşılıklı olarak iki devlet arasında değiştirilmesi. Mübadil (Mübadeleye dahil olan kişi) olan kişi bu yolla güce zorlandığı gibi göç ettiği ülke devletinin vatandaşlığını da zorunlu olarak kazanır.Türkiye ile Yunanistan arasında 30 Ocak 1923 tarihinde imzalanan mübadele anlaşması bu konuya örnek gösterilebilir.
 

Nükleer Caydırıcılık (nuclear deterrence)

Bir devletin veya devlet grubunun başka bir devletin kendilerinin istemediği veya çıkarlarına aykırı olduğu bir politikayı uygulaması için, ellerindeki nükleer gücü koz olarak kullanması.Araçlar:

  • Genel askeri kapasite
  • Süper kitle-imha silahları
  • İttifakı bitirme
  • Misillemede bulunma tehdidi


 
Nükleer Kış (nuclear winter)

Nükleer silahlara sahip devletler arasında yapılacak bir savaşta bütün nükleer silahların karşılıklı kullanılmasıyla dünya ve insan üzerinde oluşturacağı etki ve yeni oluşacak olan yaşam ortamı.Nükleer kışın çevresel etkisi, insan yaşamının devam edip etmeyeceğini soru olarak bırakmaktadır. Nükleer patlamaların bundan başka etkileri ise genel bir radyoaktif serpinti ve dünyanın ozon tabakasının yok olması.
 
Nükleer Silahlar (nuclear weapons)

Yok edici gücüne, bombanın içindeki malzemelerin enerjiye dönüştürülmesiyle sahip olan silah. Bu silahlar, patlayıcı makinelerdir. Mesela, bomba, top, torpido, füze. Güçlü nükleer silahlar geleneksel silahlardan daha etkili ve yıkıcıdır. Nükleer silahlar sık sık atom bombası ve hidrojen bombası diye adlandırılır (sınıflandırılır).İki nükleer bomba II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru Birleşik Devletlerce, Japonya’nın Nagasaki ve Hiroşima kentlerine atılmışır.
 

Oldu-Bitti Politikası (politique de faite accomplie)

Diplomasi ve uluslararası ilişkiler alanında, bir devletin müzakere yoluna gitmeksizin kuvvet kullanarak fiili durumlar yaratması ve bunu diğerlerine kabul ettirmeye çalışması veya bir anlaşmaya dayanan danışma yükümlülüğünü yerine getirmeksizin kendi başına hareket ederek, bu anlaşmaya taraf diğer devletlere bir nevi sürpriz olarak benimsetmeye çalışmasıdır.Oldu-bitti politikası, bazen yarar sağlar ise de bazen de çeşitli anlaşmazlıklar ve bunalımlara yol açabilir. Örneğin 1968’de Rusya’nın Çekoslovakya’da Dubçek’in yönettiği liberalleşme akımı üzerine ülkeyi askeri kuvvet göndererek bir gecede işgal ile denetim ve yönetim altına alması bir oldu-bitti politikası uygulamasıdır. Bu davranış, Rusya için komünist bloğun (Varşova Pakı) birliği açısından bir yarar sağlamamışsa da bir çok diğer ülkelerde kuşkular uyandırmış, blok içinde psikolojik çatmalar ve sürtüşmelere yol açmıştır.Öte yandan 1973 Altı Ekim Savaşı sırasındaki Ortadoğu bunalımının ABD’nin Avrupa’da NATO’ya tahsisli kuvvetlerini, diğer müttefikleri bildirip danışmaksızın alarma geçmesi, daha sonra da Avrupa Dokuzların (çoğunluğu NATO üyesi Ortak Pazar ülkeler) ABD ve diğer müttefikleriyle danışmanlarda bulunmaksızın Arap ülkeleriyle görüşmelere girişme kararı, bu ittifak içinde tarafsızlık yaratan oldu-bitti eylemi örnekleridir. Bu durum üzerine, NATO ülkeleri Atlantik İşbirliği bildirisinde bu tür davranışlarda bulunmamayı da bir ilke olarak kabullenmişlerdir.
 

Orta Elçilik

Diplomatik derece ve protokol sorunu kapsamlı bir şekilde ilk defa 1815 tarihli Viyana Kongresinde ele alınmıştır. 19 Mart 1815 tarihinde bir tüzük kabul edildi ve diplomatik temsilciler şu sınıflara ayrıldılar: a)büyükelçiler, legatus ve nunciolar b)Hükümdarlar katına atanan orta elçiler, c)Maslahat güzarlar.Bu tüzüğün kabulünden üç yıl sonra 21 Kasım 1815 tarihinde Aix-la Chapelle Kongresi sırasında imzalanan protokolde olası tartışmaları ve anlaşmazlıkları önlemek üzere diplomasi temsilcileri şöyle sıralandırılmıştır:a) Büyükelçilerb) Orta elçilerc) Maslahatgüzarlar (işgüderler)d) Yerleşmiş elçiler (muhkim elçiler)Bu sınıflandırma biçimi 2 Mart-14 Nisan 1961 tarihinde Viyana’da toplanan “Diplomatik İlişki ve Bağışıklıklar Hakkında B.M. Konferansı”nda küçük düzeltmelerle kabul edilmiştir. Sınıflandırma şöyledir:a) Devlet başkanı katına atanan büyükelçiler ve nuncio denilen papalık temsilcisi,b) Devlet başkanı katına atanan orta elçiler ve internunciolar,c) Dışişleri bakanı katına atanan işgüderler.
 

Ortak Üyelik (member associate)

Kimi uluslararası örgütlerde ortak üyelik diye anılan bir statüye rastlanmaktadır. Bu statü, sınırları kesin çizgilerle belirlenmiş bir kavrama bağlı bulunmayıp, ilgili örgütlere göre değişmektedir. Örneğin, Ortak Üyelik Avrupa İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) çerçevesinde tam üyeliğe kabul edilmeden önceki hazırlık aşamasında geçici üyelik statüsünü belirtmektedir. Bir başka örnek de 20 Kasım 1992’de Roma’da imzalanan Norveç ve Türkiye’nin Batı Avrupa Birliği ortak üyeliğine ilişkin belge ve ona ekli mutabakat zaptı ile oluşturulan ortak üyelik statüsüdür.
 

Orta Yoğunlukta Çatışma (mid-intensity conflict)

ABD’nin soğuk savaşın bitmesiyle birlikte ortadan kalkan yüksek yoğunlukta çatışma stratejisinin yerine getirdiği savaş stratejisi. Bu strateji süratle yoğun bir ateş gücünü düşmanı en kısa zamanda yok etmeye yönelik olarak kullanmayı öngörmektedir. ABD bu yeni stratejiyi 1991’de Irak’ta uygulamıştır.
 

Otorşi (autarchy)

Bir devletin ihtiyaçlarını kendi iç bünyesinde karşılayan, uluslararası ekonomik ilişkilerini en düşük seviyeye indirmesidir. Temelinde ekonomik bakımdan kendi kendine yeterlilik vardır. Bu sistem uluslararası işbölümüne kapalıdır ve tam bir ekonomik bağımsızlığı hedef alır. Dış dünyadan korku kaynakların askeri amaçlara bağlanması dolayısıyla dış ticaret avantajlarının kaybedilmesi ve ideoloji baskısı otarşi eğilimlerini güçlendirir. Modern çağdaki otarşi denemelerine örnek olarak Rusya’nın 1917’de, Almanya’nın 1934’de uygulamaya başladıkları dış ticaret denemeleri gösterilebilir.

Otonomi: bkz. Özerklik
 

Oyalama Politikası

Diplomatik görüşmelerde parlamento hayatındaki engelleme taktiklerini andıracak şekilde sonucu geciktiren davranışlara dendiği gibi, uluslararası ilişkilerde bir devletin çözmeyi arzulamadığı bir konuyu çeşitli taktikler kullanarak sürüncemede bırakmasıdır. Ayrıca, bazı durumlarda zaman kazanmak ve bu arada gerekli alanlarda tedbirler almak veya hazırlıklar yapmak için başvurulan tutum için de bu deyim kullanılır.
 

Oyun Teorisi (game theory)

Şu iki özel durumda uygulanabilecek bir teorik analizdir:

(1)Bir oyuncunun elde ettiği kazancın diğerinin (veya diğerlerinin) kaybını oluşturduğu mutlak çelişki durumu.

(2)Çelişki ile işbirliğinin karma durumu şöyle ki, bu durumda oyuncular ortak kazançlarını artırmak için işbirliğine girişebilirler,

ancak yine de kazancın dağıtımı konusunda bir çelişki söz konusudur. Oyun teorisinde ekonomik, sosyal bir çelişki söz konusudur. Oyun teorisinin ekonomik, sosyal ve siyasal alanda uygulanabileceği pek çok durum bulunabilir. Teoriyi ilk kez ortaya atanlar J. Von Nevmann ve O. Mongenstein’dir. Oyun teorisi sonradan uluslararası politikada da kullanılmaya başlandı. II. Dünya Savaşından sonra birkaç büyük devletin uluslararası sistemi belirlediği bir ortamda bu teoriye başvurulabilir. Bu alanların başında çatışma analizi ve strateji konuları gelmektedir. Bu temelde kurulan oyun modelleri başlıca iki varsayıma dayanmaktadır:

a)Sıfır toplamı modeli; bu modelde taraflardan birinin kazancı doğrudan bir diğerinin kaybı anlamına gelmektedir. Soğuk savaş döneminde büyük güçler açısından bu tür bir ilişki var. Böyle bir durumda dahi taraflar kendi açılarından en rasyonel stratejiyi bulmaya çalışırlarsa birisi “en iyisini” seçerek bir denge noktasını yakalayabileceklerdir.

b) Sıfır toplamlı olmayan model. Bu model, taraflar yine esas olarak birbirlerine rakip olmakla beraber, her iki tarafın da karlı olabileceği denge durumları söz konusu olabilmektedir. Oyun teorisinin uluslararası politikaya uyarlanışı konusunda üçüncü çabalar Thomas C. Schelling’in çalışmaları olmuştur.
 

Önleyici Diplomasi (preventive diplomacy)

Birleşmiş Milletler Güvenlik konseyi tarafından “önleyici diplomasi” yoluyla dünyanın her yerinde barış ve güvenlik sağlamak ve Birleşmiş Milletler ile daha çok işbirliği halinde çalışmak amacıyla nükleer silahlarını hemen hemen yarıya indirmek konusunda anlaşan ABD ve Rusya’ya ve başka ülkelere yönelik olarak 31 Ocak 1992’de ortaya atılan bir gündem düsturudur. Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand Güvenlik Konseyi’ne hitap ettiği sırada, artık “Yeni Dünya Düzeni”ni kurmayı hızlandırmak için “önleyici diplomasi” ye ağırlık verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Rusya Başkanı Boris Yeltsin, Konsey toplantısının ardından 1 Şubat 1992’de Camp David’de, ABD Başkanı George Bush ile nükleer ve konvansiyonel silahların indirimi, ve Birleşik Devletler Topluluğu (BDT) üyeleri arasındaki barış konularını görüşmüştür.

Özerklik (autonomy)

Üniter ya da federal devlet sisteminde, bölgelerin ya da kamu kurumlarının belli sınırlar çerçevesinde siyasal ya da yönetsel anlamda kendi başına karar alabilme ve uygulayabilme serbestliği.Siyasal anlamda özerklik, bir devlet sınırları içinde belirli bir ülkeye, bölge ya da yöreye içişlerinde serbestlik tanımayı ifade eder. Genellikle çok uluslu devletlerde görülen özerklik uygulamalarının merkezi hükümet yetkililerinin belirli oranda sınırlandırıldığı yönetsel bir düzenleme biçimidir. Özerklik federe bir statü taşımayan ama merkezi hükümeti vesayet denetimine bağlı olarak içişlerinde belirli bir serbestlikten yararlanan bir yönetim biçiminde ortaya çıkabilir. Eski Yugoslavya’da Kosova ve Çin’de Sinkiang (Doğu Türkistan) bu tür bir özerkliğin örnekleri sayılabilir.
 

Özümleme (assimilation)

Bir sosyal ve kültürel grubun başka bir sosyal ve kültürel grubun bir parçası olma, onun içinde erimesi süreci. Özümleme bir ülkeden başka ülkeye gidildiğinde olabileceği gibi aynı ülke içinde bir yerden başka ülkeye gidilmesiyle de olabilir.Asimilasyona uğramış bir grubun ilkelerine, değerlerine, hukuk kurallarına, kurumlarda, geleneklerde ve gereksinimlerin giderilmesinde kullanılan oranlarda büyük değişiklikler olur. Yani yaşam biçimi değişir. Bazen bunları hepsinin değişmediği bazı eski özelliklerin de sürdürüldüğü olur.Özümleme bazı durumlarda olmayabilir veya yavaş yavaş olur. Bazı gruplar, azınlık olanların kendi içlerine girmelerini istemezler (Yahudiler) veya azınlık olan grup kendi yaşam biçimine sıkı sıkı sarılır ve yeni yaşam biçimine adapte olmaktan sakınabilir.Gelişme Endüstri devletlerinde genellikle azınlıklar çoğunluğa asimle olurken gelişmekte olan ülkelerde bazen çoğunluk olan grup azınlığa asimle olur.

Parlamenter Diplomasi (parliamentary diplomacy)

Halen var olan uluslararası kurumlarda çoğunluğun uzlaşmasını isteyen, buna önem veren konferans diplomasisi. Aynı politik sistem, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, diğer uluslararası organlar ve ulusal parlamentolarda da uygulanır.
 

Pasif Direnme (passive resistance)

Dışarıdan veya içeriden gelen baskı ve şiddet uygulamalarına aynı şekilde karşılık vermeyerek yeni baskı ve şiddet yoluna sapmalarında yapılan karşı koyma faaliyeti.
 

Pasif Halk (passive population)

Dış politikaya karşı ilgi duymayan bu halk grubu, dış politika kurumlarındaki girişimlerinde, bu konularda basın ve yayın araçları ile duyurulan bilgileri değerlendirmek yeteneğinden yoksundur.
 

Pax-Americana: bkz. Yeni Dünya Düzeni

Perestroyka: bkz. Gorbaçov Diplomasisi

Persona Grata

Bir devletin özellikle belirli bir kişiyi yabancı devletin temsilcisi olarak görmek istemesi.
 
Persona Non Grata

Bir devletin özellikle belirli bir kişiyi diğer devletin diplomatik temsilcisi olarak kabul etmemesi.
 

Ping-pong Diplomasisi (ping-pong diplomacy)

Uzun zaman, içeride komünist rejimi pekiştirmekle meşgul olan Çin, batılı ülkelerle ve özellikle ABD le ilişkiler kurmamıştır. Zaten ABD de bu yolda girişimlerde bulunmamış Formoza’daki Çan Kay Şek Çin’ini desteklemiştir. Ancak, zamanla hem Çin’in ve hem de ABD’nin bu görüşleri değişmiştir. İlişkiler kurma eğilimi başlamıştır. Bu yolda ilk adımlar olarak Çin ile ABD arasında ping pong masa tenisi takımları ziyaretleri ve maçları yapılarak ilk yakınlaşma denemelerine girişilmiş ve bu duruma “ping-pong diplomasisi” adı verilmiştir. Nitekim, kısa bir süre sonra ilişkiler daha da gelişmiş ve ABD Başkanı Nixon Çin’e resmi bir ziyarette bulunmuştur. Bu arada Çin dışa açılma politikasını dinamikleştirmiş, bir çok ülke ile diplomatik ilişki kurmuş, Birleşmiş Milletlerdeki yerini almıştır. Türkiye de Çin Halk Cumhuriyetiyle 1971 Ağustos’unda tanıma ve diplomatik ilişkilere girişmiştir.
 

Plebisit (plebiscite)

Herhangi bir bölgede yaşayan insanların bağlanmak istedikleri devleti seçmelerini sağlayan halkoylaması. Plebisit genellikle sınırların çizilmesi veya büyük devletlerin parçalanması sonucu oluşan bölünme zamanlarında gerekli olmuş ve uygulanmıştır. Yapılan plebisit sonucu, bölge halkı diğer devletlere bağlanmak istememişse, bu bölge üzerindeki egemenlik hakkı resmi yollarla seçilen devlete geçer.
 

Prestij Politikası (prestige policy)

Statu quo veya emperyalizmin amaçlarına ulaşmak için kullanılan araç, politika. Devletlerarası prestij, bir devletin diğer devletlerin ya da halklarının göz önünde ve zihnindeki yeridir. Prestij politikasının amacı, diğer devletleri sahip oldukları gücü ile etkilemektir. Araçları ise diplomatik törenler ve askeri güç gösterileridir.Prestij politikası sonucu ulaşılmak istenen, bir devletin kendi maksatlarına diğer devletin saygı göstermesini ve güttüğü emperyalist ya da statü politikalarına destek sağlamaktır.
 

Prim Politikası (premium policy)

Siyaset alanında prim politikası deyimi, tavizci (ödüncü) bir tutum izleyerek ve bazı çıkar hesaplarına dayanarak bir kısım noktalarda karşı tarafa bazı müsamahalar göstermek, bazı ilkelerinden fedakarlık etmektir.Ekonomik alanındaki pirim politikası ise daha somut bir niteliktedir ve çeşitleri bulunmaktadır. Örneğin, çalışma alanında uygulanan prim politikası ile fazla iş yapan ve yüksek randıman verenlere ekstradan para ödenir. Dış ticarette ve ihracatta prim politikası ile hükümet dış ülkeye ucuz satılan mallar için ihracatçıya ekstradan bir para öder. Paranın dış değeri açısından prim politikası ise, çeşitli nedenlerle ülke parasının dış değerinin resmi ve gayri resmi -serbest piyasa- (karaborsa) değerleri oluşması ve arada bir fark yaratılmasıdır. Bu durumda, fark lehte ise ülkenin parası prim yapmaktadır, aleyhte ise aksidir ve yabancı para prim yapmaktadır.
 

Propaganda

Bazı siyasal ve toplumsal düşünceleri kabul ettirmek, desteklemesini sağlamak, birey ve grupların düşüncelerini duygularını ve hareketlerini etkilemek için kamuoyunun sistemli bir şekilde izlenmesi. Amaçları

  • Dost devletlerin desteğini kazanmak veya kuvvetlendirmek
  • Olaylar veya fikirlere karşı tutum oluşturmak veya tutumu değiştirmek
  • Düşmana yol açan devletlerin program ve politikalarını zayıflatmak, etkisizleştirmek,
  • Düşman diğer grupların programlarını önlemek ve karşılık vermek.

Propaganda etkili olabilmesi için inanılır, basit, ilginç, tutarlı sık sık tekrar edilmesi, bölgesel veya genel gerçeklerle uyumlu olması gerekir.İki türlü propaganda vardır. Bireysel propaganda ve kitle propagandası. Ayrıca propagandanın kendisine has teknikleri vardır: Mesela, taraftarları hareket halinde ve canlı tutmak için aynı şeyleri tekrarlamak veya tarafların morallerini yüksek tutmak, gevşekliğe düşmemek için güç gösterisinde bulunmak.Propagandacı özellikle mücadelenin sonucunu belirleyecek olan tarafsızlar, tereddütlü olanlar ve fikri olmayanlar üzerinde çalışır: Araçları ise söz, yazı ve resim ile ilgili bütün araçlardır. Propagandanın etkisi kitle toplumu ve teknolojik gelişmelerle artacaktır.
 

Protokol (protocol)

Başlıcı iki anlamda kullanılır.

a)Siyasal hayatta, özellikle de diplomaside tören, konferans vb. durumlarda uygulanması gereken kurallar dizisi,

b)İmzalanan bir andlaşmadan sonra bazı konulara açıklık getirmek üzere kaleme alınan ve genellikle de uygulamaya ilişkin konuların ele alındığı metinler
 

Psikolojik Savaş (psychological war)

Düşman askeri birliklerinin ve milletlerin direnme gücünü zayıflatmak, sivil halkla silahlı kuvvetlerin arasını açmak için düşüncelere etki yapmak suretiyle uygulanan askeri destekleme savaşı.
 

“Quid pro quo” Politikası (puid pro quo policy)

Türkçe’de; “Kısasa kısas” denilen şekilde uygulanan bir tutum olup, dünya diplomasisinde bu Latince deyimle anılmaktadır. Bazen, “göze göz, dişe diş” de denilen bu politika ile bir devlet diğerlerine karşı aynen onun kendisine olan davranışlarına uygun bir tutum izleyerek cevap verir. Uygulamada, bu politika, barışta dostluğa dostluk, zorluğa zorluk, işbirliğine işbirliği, propagandaya propaganda ile karşılık verilmesi şeklinde savaşta da misilleme politikası biçiminde gerçekleştirilir.
 

Raison d’etre

Dilimize hikmet-i hükümet ya da devletin varlık nedeni olarak aktarılabilen Latince bir deyim.
 

Res Communis

Herhangi bir devletin egemenliğine bağlı olmayan anlamında bir terim. Kural olarak tek bir birimin edinim konusu yapılamayacak yerler ve şeyleri ifade eden bu terim varolan şeyin veya yerin herkese ait olduğunu, ortak kullanıma açık olduğunu ifade eder. Özellikle uzay hukuku konusunda, uzayın res communis (herkese ait olan) mı yoksa res nullius (kimseye ait olmayan) mı olduğu öğretide uzun süre tartışma konusu olmuş ve res nullius olduğu görüşü ağır basmıştır. Bu konudaki bir başka örnek açık denizlerin durumudur.
 

Revizyonizm (revisionism)

Hem iç hem dış hem de uluslararası politika kavramıdır. Revizyonizm’den genellikle hareket, adalet ve değişiklikten yana olan politika anlaşılır. Yani var olan yapıda değişiklik isteyen politika denebilir.Uluslararası Politika literatüründe hem genel hem de özel anlamda kullanılır. Uluslararası alanda mevcut statükoyu, varolan güç dağılımını değiştirmeye yönelik tutumlar genel olarak revizyonist politikalar olarak adlandırılır. Özel olarak da iki dünya savaşı arası dönemde başta Almanya olmak üzere I. Dünya Savaşı’nın statükosundan hoşnut olmayan İtalya ve Japonya’nın başını çektikleri revizyonist devletler grubunu nitelemekte kullanılır.
 

Risk Kuramı (risk theory)

Herhangi bir faaliyetten yarar sağlayan devletlerin bu faaliyetin doğurduğu tehlikelerden, risk ve zararlarından da sorumlu olacağını öngören kuram. 

Yorum bırakın