Ilımlı Dış Politika (moderate foreign policy)

Bir ülkenin dış ilişkilerinde, bugünkü dünya konjonktürü açısından, herhangi bir bloğa katılmaksızın ve herhangi bir ülke ile çatışmaksızın, gerek Doğu ve gerekse Batı bloğu ile iyi ilişkiler sürdürülmesi, diğer bütün devletlere karşı ve konuda aşırı bir tutum izlenmesinden kaçınılmasıdır. Bir çok ülkeler, bir bloğa mensup olmamakla beraber, yine de komşularıyla çeşitli anlaşmazlıklar içinde bulunmakta veya bloklarda birine veya hepsine karşı bir tutum izlemektedirler ki bu durumda ılımlı politika söz konusu olmaz. Üçüncü Dünya ülkeleri denen Asya-Afrikalı genç devletlerden bir çoğu bu durumdadırlar. Oysa İsviçre, İsveç, Avusturya, Finlandiya gibi ülkeler yukarıdaki nitelikleri olan bir dış politika tutumu içinde bulunmaktadırlar. Bunlar sadece ekonomik yönden bazı ülkelerle daha yakın ilişkiler sürdürmekte, fakat siyasi ilişkilerini genellikle her ülke ile iyi geçinerek ve onlara eşit davranarak bir anlaşmazlık çıksa dahi hiç bir askeri tedbiri söz konusu etmeksizin tamamen barışçı çözüm yolları arayarak tam bir ılımlılık içinde yürütmektedirler. 

Irk Ayrımı: bkz. Aparthayd

İçişlerine Karışma (intervention in domestic affairs)

Devletlerin hedeflerine ulaşmak için dış politikalarında başvurdukları yollardan biridir. Devletin iç işlerine karışmak, özellikle I. Dünya Savaşı’ndan sonra yoğunlaşmış bir uygulamadır. İki dünya savaşı arasında Almanya, İtalya ve Japonya, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti bir çok devletin iç işlerine karışmışlardır. İç işlerine karışma büyük devletler tarafından yapıldığı gibi diğer devletler tarafından da yapılmaktadır. Bugünkü uluslararası yapı devletlerin birbirlerinin iç işlerine karışmalarına olanak verebilmektedir. Bugünkü uluslararası yapı devletleri birbirlerinin iç işlerine karışmalarına olanak verebilmektedir. Devletler ve uluslararası kuruluşlar tarafından verilen yardımlar, bunları alan devletlerin ekonomik, toplumsal ve siyasal yaşantılarını doğrudan ve dolaylı olarak etkilemektedir. Karışmaya olanak veren, diğer bazı durumlar ise, devletler arasındaki sınırların kolaylıkla geçilebilir olması ve halk arasındaki din, dil ve etnik farklılık ya da benzerlikler, bir ülkede bulunan en yüksek toplumsal ve siyasal kurumlara veya otoritelere duyulan bağlılığın kimi zaman bir dış otoriteye veya ideolojiye karşı duyulması, nükleer bir silahlanmanın ortaya çıkardığı askeri güce dayalı tehdit politikaları, devrimci dış amaçları bulunan devletlerin propaganda kışkırtma, yeraltı faaliyetlerini yönetmek için oluşturdukları örgütün etkileri şeklinde sıralanabilir. İç işlerine karışma yöntemlerini altı başlıkla toplayabiliriz:

a)Diplomatik karışma,

b)Güç gösterileri,

c)Yıkıcı faaliyetler,

d)Siyasi Nitelikteki yeraltı faaliyetleri,

e)Askeri karışma,

f)Dış destekli gerilla eylemleri.

Devletin egemenlik hakkının ve egemen eşitliği ilkesinin doğal sonuçlarından bir devletlerin birbirlerinin içişlerine karışmaması olmaktadır. Bunun siyasal nitelikli bir ilke olarak ortaya çıkması ABD Başkanı James Monroe’nun ABD Konseyi önünde 1823’de yaptığı konuşması ile gerçekleşmiştir. “Monroe Doktrini” diye anılan bu görüşe göre Avrupalı devletlerin Amerika kıtasının işlerine karışmaması istenmekte ve ABD’nin de Avrupa işlerine karışmayacağı bildirilmektedir. Bu siyasal ilkenin uygulanan uluslararası hukuk kuralı biçimine dönüşmesi ise Milletler Cemiyeti Sözleşmesi 15. maddede 8. fıkrası ile gerçekleşmiştir. Benzeri bir hüküm BM Andlaşmasının 2. madde 7. fıkrası ile de benimsenmiştir. 

İç Savaş (civil war)

Aynı ülke içerisinde bulunan farklı siyasi, etnik, ideolojileri temsil eden gruplar arasında sürdürülen bir tür savaş. Böyle bir savaş, mevcut hükümete bağlı güçler ile buna karşı olan güçler arasında çıkabileceği gibi (1936-1939 İspanyol iç savaşı, Yugoslavya iç savaşları 1919-?) çeşitli siyasi grupların yeni oluşmakta olan bir devlet yapısına sahip çıkmaları sebebi ile de başlayabilir (Angola’daki MPLA ve UNITA mücadelesi).Günümüzde iç savaşlar herhangi bir ülkenin sınırları içerisinde geçmekle beraber, zamanla uluslararası bir hal almakta, değişik ülkeler çatışmacı taraflardan birisinin yanında yer almaktadır. Bazı iç savaşlar ise bazı devletlerin iç politikalarında bağımsız değişken hale gelmektedir.

İç Sular (national waters)

Denizlerdeki iç sular, bir devletin kara ülkesine sıkıca bağlı karasuları olup, bu devletin karasularının iç sınırı iç sularının bittiği noktada başlamaktadır. İç sular devletin, ilke olarak, tam egemenliğinde bulunmaktadır.Bununla birlikte kimi bakımlardan denizlerdeki iç sular kara ülkesinin içinde yer alan göl, akarsu gibi karasal iç sulardan bir takım farklılıklar göstermektedir. 

İki Kutuplu Sistem (bipolar system)

II. Dünya savaşı sonrasında global düzeyde gerçeklik kazanan bir uluslararası sistem türü. Mortan A. Kaplan’ın sınıflandırmasına göre gevşek ve sıkı olmak üzere başlıca iki türlü kutuplu sistem türü söz konusudur. Bunlardan “sıkı iki kutuplu sistem”e en benzeyen yapının 1950’lerin başlarında görüldüğü, o dönemden sonra sistemin “gevşek” bir nitelik aldığı söylenebilir. İki kutuplu bir uluslararası sistemde genellikle bir blok liderinin etrafında kümelenmiş iki devletler grubu vardır. Sistem ne oranda sıkı ise, blok üyelerinin, blok liderliğine bağımlılıklarının o derece fazla olması beklenir, yine sistem ne oranda sıkı ise blok üyelerinin zorunlu bir seçim halinde blok çıkarlarına, kendi ulusal çıkarlarından daha fazla önem vermeleri blok üyelerinden beklenen bir davranıştır. Sistem içerisinde herhangi bir blokta yer alamayan devletlerin ağırlığı ne oranda fazla ve sistem içerisinde Birleşmiş Milletler gibi bloklar arasındaki ilişkileri yumuşatıcı bir örgüt ne oranda etkin ise sistemin o ölçüde gevşek bir niteliğe sahip olduğu söylenebilir. 

İkinci Vuruş Yeteneği (second strike capability)

Saldırganın ilk vuruşundan sonra meydana gelecek “aşınmadan” arta kalan bir kuvveti elinde bulundurması ve bir karşı darbe ile saldırganın kentlerine, halkına ekonomisine “dayanılmaz” zararlar verebilmesidir.

İlhak (annexation)

Bir devletin kendine ait olmayan topraklar üzerinde resmen egemenliğini ilan etmesi. Toprakların anlaşmalarla yada satışla el değiştirmesinin tersine ilhak fiilen el koyma ile gerçekleştirilen ve genel tanınma ile meşruluk kazanan tek taraflı bir eylemdir.İlhak edilen topraklar genellikle önceden istila ve işgal edilmiştir. 1938’de Almanya’nın Avusturya’yı ilhakında olduğu gibi istila sıcak çatışma olmaksızın şiddet tehdidi ile de gerçekleşebilir. Askeri işgal ilhak oluşmaksızın şiddet tehdidi ile gerçekleşebilir. Askeri işgal ilhak oluşturmaz ya da zorunlu olarak ilhaka yol açmaz. Mesela II. Dünya Savaşından sonra çatışmanın sona ermesinin ardından müttefikler Almanya’yı işgal ettiler ama bunu ilhak izlemedi, tersine müttefikler ilhak niyetinde olmadıklarını açıkladılar. Askeri işgal ilhakla sonuçlanırsa genellikle ilhak eden devletin egemen otoritesinin kurulduğu ve bundan böyle de sürdürülebileceği yolunda resmi bildirim beklenir. Yasadışı şiddet kullanımına dayalı ilhak BM Anlaşması’nda kınanmıştır.  

İltica: bkz. Sığınma İnsan Hakları (human rights)

Tanımlanması ve sınırlanması oldukça zor, uzmanların üzerinde bazı noktalarda uzlaşmadıkları, çağımızda ise uluslararası boyut kazanan bir kavram, 1948 yılında ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nde İnsan Hakları “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyaset ve diğer ayrıcı nitelikler gözetilmeksizin tüm insanların faydalanacağı, temel hak ve özgürlüklerdir. Tüm insanların sahip olması gereken bu haklar insanın en üstün değer olarak kabul edilmesinden ortaya çıkar.Alman hukukçu Jelinek Temel Hak ve Özgürlükleri; bireyi devlete ve topluma karşı koruyan “Koruyucu Haklar”, bireyin devletlerden bir hizmet veya yardım almasını sağlayan “İsteme hakları” çalışma hakkı, öğrenme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, konut hakkı, bireyin toplumun yönetilmesinde söz sahibi yapan ve iktidarın kullanılmasına katılmasını sağlayan, “Katılım Hakları” olarak sınıflandırmıştır. Bu hakların birbirini tamamlayıcı niteliktedir.İnsan hakları ulusal anayasal ve yasalarca güvence altına alınmış ve korunmuştur. Bu koruma uluslararası kurumların sağladığı uluslararası koruma ile geliştirilir. Bu insan haklarının evrensel niteliğini de ortaya koyar. Gerçekten çağımızda insan haklarının korunması ulusal düzeyi aşarak uluslararası bir boyut -özellikle 2. Dünya Savaşından sonra- kazanmış, devletlerin egemenlikleri insan hakları ile sınırlanmış ve insan hakları uluslararası denetimin alanı içine girmiştir. 1948 yılında Birleşmiş Milletler “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” 1950 yılında Avrupa Konseyi’nce hazırlanan “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi” bu alandaki önemli adımlardır. Bu sözleşmenin kurduğu organlar ise “İnsan Hakları Komisyonu” ve “İnsan Hakları Mahkemesi”dir.Türkiye 1987 yılında “Bireysel Başvuru” hakkı 1980 yılında “İnsan Hakları Mahkemesi”nin zorunlu yargı yetkisini kabul etmiş, 1975 Helsinki’de AGİK “Savaş Belgesi”ni imzalamış ve 1988 yılında Avrupa Konseyi ve Birleşmiş Milletlerin işkenceyi önlemeye yönelik sözleşmelerini onaylayarak, uluslararası topluluğun bir üyesi olarak insan haklarına saygı göstereceğini taahhüt etmiştir.Günümüzde İnsan Haklarının uluslararası düzeyde korunmasında devlet dışı özel kişi ve gruplarca kurulan gönüllü uluslararası kuruluşların önemi artmaktadır. Bu kuruluş “Uluslararası AF Örgütü”, “Uluslararası Hukuk Komisyonu”, “Helsinki İzleme Komitesi” dir. İnsan Haklarının uluslararası düzeyde korunması için Birleşmiş Milletler ve onların ilgili organlarınca 1946 yılından beri yapılan çalışmaların bazıları şunlardır:

  • Üye devletler adına, insan haklarını korumak için gönüllü hizmet etmek,
  • Taraf devletlerce onaylanan ve sınırları içindeki herhangi bir insan hakları ihlali olayında müdahale etme izni veren çok-taraflı antlaşmaların yapılmasını,
  • “İnsan Hakları Yıllığı” katalogu çıkarılarak -her yıl- üye devletlere bilgi ve yardım sağlamak.
  • İnsan haklarını ihlal eden devletlere karşı, birlikte hareket ederek kınama, silah ambargosu, ekonomik müeyyide gibi önlemler alması.

 İrredantizm (irredentism)

İrridentizm teriminin kökeni İtalyanca’dır. Önceleri İtalya Krallığı’nın kuruluş aşamasında, İtalyanca konuşan ve Avusturya sınırları içerisinde yaşayan toplulukların bu krallığa katılmak istemesi çabalarına bu ad verilmişken, sonradan genel bir anlam kazanarak; bir ülkenin başka bir ülkede yaşayan bir dil ve etnik köken itibariyle kendisinden olduğuna inandığı insan topluluklarını kendi topraklarına katmak istemesi ya da en azından onlar üzerinde bir hak iddia etmesi olarak anlaşılmıştır. Örnek olarak Hitler’in Çekoslovakya’nın Almanca konuşan Südetler Bölgesinin Almanya’ya verilmesini verebiliriz.  

İstikrarsız Blok Sistemi (unstable bloc system)

Morton Kaplanın geliştirdiği uluslararası siyasal sistem modellerinden birisi. Bu sistemde, Amerika Birleşik devletleri ve Sovyetler Birliği arasındaki gerginlik önemli boyutlardadır. Silahların denetimi konusundaki anlaşmalar önemsizdir. Şiddetin yoğun biçimde kullanıldığı yerel çatışmalar yaygındır. ABD ve SSCB’nin nükleer güçlerini minimum caydırma düzeyinde iken, buna benzer durumda dört-beş ülke bulunmaktadır. Bu sistemde ittifak ilişkileri askeri kapasite ve politikalara göre belirlenmektedir. ABD ve SSCB müdahaleci bir eğilim içindedirler. ABD statükoyu korumaya yönelik muhafazakar politikalara ağırlık vermekte, SSCB ise statüko karşıtı -ulusal kurtuluş savaşları gibi- hareketleri desteklemektedir. Bu sistemde, uluslararası hukuk gerektiği şekilde hareket edememektedir. Burada Uluslararası camiaya düşen görev ise arabuluculuk ve şiddet uygulamalarının sonuçlarını hafifletmektir. 

İşgal (occupation)

Bir yeri ele geçirme. Toprakların işgali, savaşta işgal veya askeri işgal, barış zamanında işgal ve bir anlaşmaya dayanan işgal birbirinden değişik işgal biçimleridir.Bugün artık kaybolmakta olan sahipsiz toprakların işgali daha çok sömürge topraklarının işgali için kullanılan bir terimdir.Savaşta işgal veya askeri işgal ise, bir yabancı ülke toprağı üzerinde fiili bir duruma dayanarak hakimiyet kurmaktır. Bu işgal zaman bakımından sınırlıdır: İşgal durumu savaşın bitiminde son bularak işgal edilmiş olan toprak ya geri verilir veya işgal eden tarafın topraklarına katılır. Savaşta işgal veya askeri işgal bir idari teşkilat kurarak yapılan istiladan farklıdır.Barış zamanında işgal ise bir barış anlaşmasında yer alan özel şartlara uyulmasını sağlamak için yapılır. Örneğin, Ren nehrinin sol yakası Versailles Antlaşmasına dayanılarak işgal edilmiştir. Savaş sırasında yapılan bir işgal olmasına rağmen, taraflar arasındaki bir anlaşmaya dayanır. Örneğin II. Dünya Savaşı sırasında Fransız topraklarının büyük bir kısmı Almanya tarafından Haziran 1940 tarihli ateşkes antlaşması gereğince; savaş sonunda Almanya müttefikler tarafından, Almanya’nın Mayıs 1945’te kabul ettiği teslim olma şartlarına dayanılarak işgal edilmişti.

İşgüder: bkz. Maslahatgüzar

İttifak (alliance)

Uluslararası ilişkilerde çeşitli devlet ya da güçlerin ortak eylemlerde bulunmak için oluşturdukları birlik. II. Dünya Savaşı sırasında İngiltere, Fransa, SSCB ve ABD’nin Mihver devletlerine karşı kurdukları ittifak ile NATO bu tür birliklere örnek gösterilebilir.Günümüzdeki kurulan ittifaklar eskilere göre daha çok kapsamlı bir işbirliği ve çaba gerektirmektedir. Bu nedenle örneğin II. Dünya Savaşından kurulmuş ittifaklarda askeri ve ekonomik planlama daireleri özel bir önem kazanmış ve yaygınlaşmıştı. NATO gibi daha gevşek bağlarla kurulmuş ittifaklarda bile siyasal ve askeri alanlarda işbirliği içinde çalışmaya ve ortak tavır almaya büyük önem vermektedir.

İzolasyonizm: bkz. Yalnızcılık

Jenosid (genocide)

Bir ırkın bir din, veya dil mensubu bir toplumun kitle halinde yok edilmesini (exterminasyon) amaçlayan harekete denir ve diğer bir ismi de “soykırım”dır. Bu hareketler, genellikle politik amaçla yapılır. Jenosid bazı yönlerden ırk ayrımına benzese de amaç ve metod bakımından tamamen farklıdır. Çünkü, ırk ayrımında, bir topluluğun horlanması, kötü muamele görmesi, bir kısım haklarının kısıtlanması veya kamu hayatında önemsiz durumda bırakılması varken, jenosid de bir topluluğun kökünün kazınması şeklinde yok edilmesi esas amaçtır.Tarih boyunca birçok jenosid olayları görülmüştür. Yüzyılımızda en önemli olanı, Nazi Almanya’sının İkinci Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında Yahudilere karşı izlediği politikadır. Polonya “Varşova gettos”, Alman topraklarında da “Auschwitz, Buchenwald ve Dachau Kampları” şeklinde anılan bu yerlerdeki uygulamalar sonucu yaklaşık 6 milyon kadar Yahudi’nin yok edilmesi üzerine savaştan sonra harp suçlularını yargılamak üzere kurulmuş bulunan müttefiklerin Nürnberg Mahkemesi’nde bir kısım Nazi Sorumluları jenosidden yargılanarak idam ve diğer ağır cezalara çarptırılmışlardır. Ayrıca, Stalin Devrinde savaş sırasında Rusya’daki Kırım Tatarlarının da kitle halinde Sibirya’ya ağır şartlardaki kamplara sürülmesi ve Kırım’da hiç Tatar bırakılmaması da bu tür savaşlardan sayılmaktadır. Daha sonra Kruçev devrinde bu olay bir suç olarak resmen kınanmış ve sözü geçen toplumdan arda kalan yerlerine dönme müsaadesi hükümetçe resmen verilmiştir.1940’da Birleşmiş Milletlerce, jenosid hareketi resmen bir suç olarak tanınmış ve tescil edilmiştir.

Jeopolitik (geopolitics)

Uluslararası siyasette coğrafi etmenlerin güç ilişkileri üzerindeki etkisinin incelenmesi. Jeopolitik kuramcıları doğal sınırlara ulaşma, önemli deniz yollarından yararlanma ve stratejik önem taşıyan kara parçalarının denetim altında tutma gibi kaygıların ulusal politikaların belirlenmesinde önemini göstermeye çalışmışlardır. Coğrafi kaygılar yalnızca uluslararası siyasette kilit rol oynamaya çalışan güçlü devletlerin politik hesaplarında değil, ulusal çıkarlarını korumak için uygun coğrafi sınırlara ulaşmayı amaçlayan küçük devletlerin etki alanlarının belirlenmesinde de başlıca rol oynadı. Ulaşım ve iletişim olanaklarının artması ve öteki teknik gelişmeler sonucunda ise devletler coğrafi konumlarının sınırlamalarını aşabilir hale geldiler ve jeopolitik etmenlerin ulusal politikalar bakımından önemi azaldı.

Jus Legationum: bkz. Elçilik Hakkı

Kabotaj (cabotage)

Bir ülkenin kendi limanları arasında deniz ticareti konusunda tanıdığı ayrıcalık. Bu ayrıcalıktan sadece yurttaşların yararlanması ulusal ekonomiye önemli bir katkı sağlayacağından devletler, yabancı bandıralı gemilere kabotaj yasağı koyma yoluna gitmişlerdir.Bazı uluslararası sözleşmelerde de kabotaj yasağı koyma yetkisine ilişkin hükümler yer alır. Terim günümüzde hava trafiği açısından da kullanılmaktadır.

Kamuoyu (public opinion)

Belli bir konuda toplumun büyük bir kesimince benimsenen görüş, tavır ve inançların toplamı. Biraz farklı ifade ile de belirli zamanda belirli bir tartışmalı sorun karşısında bu sorun ile ilgilenen kişiler grubuna hakim olan kanaattir. Bu açıdan, basın, radyo-TV, toplumsal dernek kurma, siyasal faaliyet (partiler) özgürlük ile baskı grupları hem bireysel hem toplum ifade araçları hem de kamuoyunun serbestçe oluşumunu sağlayan kanallar durumundadır. 

Kapalı Diplomasi (closed diplomacy)

Bir diplomasi anlayışı ve uygulaması. Eski diplomasisinin belki de en önemli niteliklerinden biri gizlilik rolü. Gizlilikten diplomatik görüşmelerin gelişme biçiminin ve sonuçlarının kamuoyuna açıklanmaması kastediliyordu. Nitekim bu yüzden I. Dünya Savaşı’nın başlamasına değin uluslararası politika bir bakıma saray politikası niteliğinde idi. Yani diplomasi ilişkileri çoğu kez bizzat hükümdarlar tarafından yürütülüyordu. Yabancı ülkelere gönderilen diplomatlara da hükümdarın kişisel temsilcisi gözü ile bakılıyordu. Bu eski diplomasi türünde sadece diplomatik görüşmelerin değil; varılan sonuçların da açıklanmaması ya da gizli tutulması giderek artan anlaşmaların ve sözleşmelerin yapılmasıyla sonuçlanıyordu. Bazen bir bölge halkı başka bir devletin egemenliğine geçtiğini sonradan öğreniyordu. Bu tip diplomasiye karşı en büyük tepki ABD başkanı Wilson’dan gelmiştir. I. Dünya Savaşı’ndan sonra yapılacak açık sözleşmelerden söz ediliyordu. Gerçekten 20. yy.’da demokrasinin gelişmesi halk kitlelerinin yönetim ile ilgili sorunlara giderek daha büyük oranlarda katılması gibi nedenlerle diplomasi eskiye oranla daha açığa bürünmüştür. Bununla beraber gerek diplomatik gelişmeler gerekse taraflar arasında varılan anlaşmalar açısından söz konusu olan bir nispi “açıklığı” fazla da abartmamak gerekir.

Kapasite Analizi (capacity analysis)

Bir devletin, dış politika amacı ile yönelimlerine ulaşabilmesi için, elindeki siyasi, askeri ve ekonomik yetenek ve olanaklarını analiz etmeye çalışan yaklaşımdır. Karar alma sürecinde, karar vericilerin herhangi bir konuda politika belirlerken yalnız kendi ülkelerinin değil, söz konusu karardan etkilenebilecek diğer ülkelerin de kapasitesini iyi değerlendirmeleri gerekir. Bir ülkenin kapasitesini oluşturan öğeler:

a)Doğal kaynaklar,

b)Coğrafi konum,

c)Nüfus ve işgücü,

d)Endüstriyel kapasite

e)Asker güç

f)Ulusal Moral,

g)İdari ve siyasi örgütlenme şeklinde sıralanabilir.

Bu kaynakların nitelik ve niceliklerinin ölçülebilmesi kapasitesi analizinde karşılaşılan en önemli sorundur. Bu yüzden bu öğelerden bazıları kapasite analizinde göz ardı edilebilmektedir.

Karar Alma Süreci (resolution process)

Basit anlamda karar alma, varolan seçenekler arasında tercih yapmak davranışıdır. Bu yaklaşım Uluslararası Politika’da öteden beri vardır, ancak bu sürecin sistemli olarak incelenmesi ilk olarak psikoloji, ekonomi gibi diğer bilim dallarında görülmüştür. Karar verme sürecinde üzerinde önemle durulması gereken iki nokta vardır: Algılama ve rasyonellik. Algılama, psikolojik bir kavram olup, karar vericilerin önlerinde ki veriler hakkındaki yorum yapmalarında başrolü oynar. Rasyonellik öğesi ise insanların karar alırken akılcı biçimde davranacakları düşünülerek kabul edilmiş bir kavramdır. Karar alma sürecinde iç ve dış çevrenin ve daha önceki kararların feedback (geri bildirim) yoluyla sürekli etkileri vardır. Bu yüzden bu sürecin sadece karar vericileri hakkında elde edilen bilgiye dayanılarak anlatılması mümkün değildir. Kaldı ki karar alma sürecinin hangi kişi ya da kurum tarafından başlatıldığını söylemek de her zaman kolay değildir. 

Karasuları (territorial waters)

Uluslararası Hukuk’ta bir devletin kıyılarına bitişik olan ve o devletin kara toprakları üzerindeki yargı yetkisine giren deniz parçası. Bütün ulusların kullanımına sunulmuş açık denizlerden ve ulusal toprakla çevrili göller belli koy ya da haliçler gibi iç sulardan farklı bir hukuki rejime tabidir. Karasularının dış sınırı ülke sınırını oluşturur.

Kara Ülkesi (national territory)

Bir devletin üzerinde kesin egemenlik haklarını kullandığı toprak alanı. Bu alan devlet ülkesinin bir parçasıdır ve yüzeyi gibi alt kısımları da devlete aittir. Günümüzde kıta sahanlığı kavramı kara ülkesinin bir devamı niteliğinde kabul edilmiş ve kıyıya bitişik deniz yatağı ve onun toprak altı da devletler tarafından işletilmeye başlanmıştır.  

Karışma (intervention)

Herhangi bir devletin iç veya dış politikasını etkilemek amacı ile diğer bir devlet veya devletler grubunun söz konusu ilk devlete yaptığı müdahale. Bu şekilde bir müdahale doğrudan veya dolaylı olabilir. Bir devlet bu türden eylemlerin gerekçe olarak çeşitli nedenler öne sürebilir. Karışmada bulunan devlet; bir anlaşma ile bu hakkını kendisine tanınmış olduğunu, karşı tarafın aralarındaki bir anlaşmayı tek taraflı bozduğunu, müdahaleyi bu ülkede yaşayan kendi vatandaşlarını kollamak amacı ile yaptığını, müdahalenin bir meşru müdafaa özelliği taşıdığını, müdahale edilen devletin uluslararası hukuk kurallarının çiğnendiğini gerçek olarak gösterebilir. Bütün bunlara rağmen uluslararası teamül ve Birleşmiş Milletler Antlaşması, sadece çok sınırlı durumlarda bir devletin böyle bir davranışını meşru kabul etmek eğilimindedir. 

Karşılıklı Bağımlılık (interdependence)

İki yada daha fazla tarafın eylemlerinin karşılıklı olarak birbirleri ile bağıntılı olma vaziyeti. Bu karşılıklı bağımlılık genelde ekonomik gibi özel bazı alanlara ilişkin olmaktadır. Karşılıklı bağımlılığın düzeyi bu nitelik açısından iki bir ayrımı yapılmaktadır. Birinci ayrıma göre taraflar arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisi, bir yanı ile, tarafların kendileri dışındaki bazı gelişmelere olan duyarlılığına ve etkileme durumuna işaret etmekte bir yanı ile de, taraflarca kendilerinin dışındaki bazı gelişmelere olan bu duyarlılığın kendilerine yüklediği maliyetin bir göstergesi olmaktadır. İkinci ayrım ise, böyle bir ilişkinin tarafları açısından yapılmaktadır. Bu açıdan iki türlü karşılıklı bağımlılık olgusu mevcuttur. Ülkelerin birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıkları ve uluslararası sistem arasındaki karşılıklı bağımlılık. Birinci tür karşılıklı bağımlılığın en geleneksel türüdür. İkinci tür ise, kavramın bugünkü anlamını daha iyi yansıtmaktadır. Bu tür bağımlılık siyasi/askeri öğeleri de kapsamakla birlikte ticari/ekonomik alanda ortaya çıkar. 

Kısırdöngü: bkz. Görüşmeler Kıtalararası Balistik Füzeler (intercontinental ballistic missiles)

Nükleer bombaları hedefe göndermek için kullanılan çeşitli araçlara verilen isim. Bu işi yapmakta kullanılan en eski araçlar uçaklardır. Gönderme araçlarının ikinci grubu ise yerden veya denizaltından tek veya çok başlıklı füzelerden oluşmaktadır.Amerika’nın U-2 casus uçaklarını geliştirmesi, 1956 yılının ortalarına rastlar. Bu uçak Sovyetler Birliğinin fotoğraflarını çekmesi üzerine Sovyetler Birliği çalışmalarını daha gizli biçimde yürütmeye çalışmıştır. 26 Ağustos 1957’de ise SSCB ilk ICBM denemesini yaptı ve bundan 6 hafta sonra ise 4 Ekim de ilk Sputnik’i uzaya fırlattı. ABD bunun üzerine kamuoyunda ve kongrede oluşan “füze açığı (missile gap)” heyecanı üzerine hızla ICBM yapımı programına girdi. 1962 yılında ise, karşı tarafı caydırmak için gerekli olanın çok üstünde bir öldürme kapasitesine ulaştı.  

Kıta Sahanlığı (continental shelf)

Kara platformu olarak da bilinen, bir kara parçasını ya da kıtayı çevreleyen görece sığ ve eğimli deniz tabanı. Genellikle kıta sahanlıkları kıyıdan 200 m derinliklere kadar uzanır. Texas’taki petrol yataklarının deniz altına uzandığının anlaşılması üzerine 1945 yılında ilk kez ABD tarafından uluslararası hukukta Kıta sahanlığı kavramını kullanmıştır. İlk sözleşme ingiltere ile Venezuela arasında 1942 yılında imzalanmıştır. 1958 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Konferansı’nın ilk toplantısında, kara ülkesinin deniz altındaki doğal uzantısının dibi ve dipaltı olarak tanımlanan kıta sahanlığının dış sınırının 200 m derinlik ya da işletilebilirlik ölçütüne göre saptanması kararlaştırılmıştır. 1958’de ortaya konan adaların kendi kıta sahanlıklarına sahip olabilecekleri ilkesi bu sözleşmeyle benimsenmiştir. 1970’lerin başından bu yana Türkiye ile Yunanistan arasındaki kıta sahanlığı anlaşmazlığı, deniz sınırları karşı karşıya olan devletlerin durumuna tipik bir örnek oluşturmakta ve bu sorun günümüzde de devam etmektedir. 

Kitlesel Karşılık Doktrini (mass retaliation doctrine)

1957 yılından önce NATO’nun Sovyet tehlikesine karşı askeri stratejisi. Bu strateji kısaca, herhangi bir komünist saldırı karşısında ABD’nin Sovyetler Birliği ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin önemli endüstri merkezlerine karşılıkta bulunacağını öngörmesiydi. Ancak burada temel nokta karşı tarafın kullandığı silahların türüne bakılmaksızın nükleer silahlarla savunma yapılacak olmasıydı. İki noktaya dayanıyordu: 1)Nükleer silahlarla karşılık verme düşmanı hem sınırlı, hem de kitlesel bir savaştan caydıracaktı. 2)Nükleer silahlar durum gerektirdiğinde kullanılacaktır. Kitlesel karşılık stratejisi dünya barışı ve insanlığın geleceği açısından büyük riskler taşıyorsa da nükleer çağın gerçeklerine uyuyordu ve güvenlikliydi. Ancak zamanla inandırıcılığını ve dolayısıyla caydırıcılığını yitirmesi, Sovyetler Birliği’nin uzun menzilli gönderme araçlarını geliştirmesi gibi nedenlerle bu stratejiden vazgeçilmiştir.

Kollektif Güvenlik (collective security)

Dünyadaki her devletin diğer bir devletin güvenliğini ve bağımsızlığını garanti edeceği bir güç sistemi. Kolektif güvenliğin temel ilkesi katılımın ve zorlanmanın evrenselliğidir. Bu şartlar altında bir saldırgan ulusun, tüm topluluğun birleşmiş muhalefetiyle karşılaşması beklenir. Bu temel varsayım şimdiye kadar MC misakında ve BM sözleşmesinde yer almıştır. NATO, Varşova Paktı gibi bölgesel örgütler kolektif güvenlik sisteminin modelleri olarak kabul edilmemişlerdir. Çünkü bunlar evrensellik ilkesini tam olarak yerine getirmiyorlar. Kollektif güenlik sadece bir teorik güç modelidir. Böyle bir sistem hiç bir zaman etkili bir şekilde işlemedi. Milletler Cemiyeti ile getirilen kollektif güvenlik sistemi, sistemin temel öğelerinden önemli bir bölümünün mevcut statükodan memnun olmamaları sebebiyle işlememiştir.BM dünya barış ve güvenliğin tehlikeye düştüğünü gördüğü anda silahlı önlem dahil her türlü önlemi alabilecektir. Ancak Konsey’deki 5 daimi üyenin veto hakkının bulunması karar alınmasını zorlaştırmaktadır. Bu tıkanıklığı aşmak amacı ile böyle durumlarda Genel Kurul’a konu ile ilgili karar alma yetkisi tanıyan Barış İçin Birleşme Kararı 1950’de kabul edilmiştir. Her şeye rağmen büyük güçlerin aralarında anlaşmadığı konularda, barış ve güvenliği bu yollar ile sağlama çabalarının başarılı olacağı söylenemez.

Kollektif Liderlik (collective leadership)

Bir tür liderliktir. Parlamentodaki tüm muhaliflerin ve üst düzey yöneticilerin yönetimde beraber söz almalarıdır. Stalin’in ölümünden sonra Stalin’i kötüleme kampanyası doruk noktasına SBKP’nin 20. kongresine ulaştı. En çok eleştirilen nokta Stalin’in ortak vasisiydi ve okunan programda yeni bir otokratın ortaya çıkmasının önlenmesi için kollektif liderlik ilkesine önem verilmesi gerektiğini belirtiyordu. İşte kollektif liderlik Stalin’den sonra iktidar mücadelesine girenlerin bir süre tercih ettiği toplu yönetimdir.1953’te Rakosi’nin istenenleri yapmadığını gören Sovyet Yöneticileri Macaristan’da Rakosi’nin tek adam yönetimine son vererek kollektif liderlik ilkesini yürürlüğe soktular. Polonya’da Bierut’un 1956’da ölümüyle ülkede tek adam yönetimi sona erdi. Kollektif birleştirme burada da yapıldı.

Kollektivizm (collectivism)

Ekonomi politikası açısından kollektivizm, ülkedeki her tür üretim araç ve olanaklarının şahıslar veya özel şirketler yerine tamamen devletin veya toplumun elinde olması durumudur.Bu sistemdeki bir toplumda kişisel mülkiyet de çok sınırlı olup önemsiz bir düzeydedir.

Kolonyalizm: bkz. sömürgecilik 

Kominform (Cominform)

Resmi adı “Komünist Enformasyon Bürosu” olan 1947’de Sovyetler Birliğinin önderliğinde kurulan ve 1956 yılına kadar etkinlik gösteren uluslararası komünist örgüt. Büro Eylül 1947’de SSCB, Çekoslovakya, Macaristan, Bulgaristan, Polonya, Romanya, Yugoslavya, Fransa ve İtalya komünist partilerince Polonya’da kurulmuştur. Kominformun kuruluşuna Yugoslavya komünistleri büyük destek sağladıkları için ilk olarak örgüt merkezi Belgrad olarak belirlenmiştir. Fakat daha sonraları Yugoslavya ile Sovyetler Birliği arasındaki gerginliğin artması sonucu, Yugoslavya Komünist Partisi Haziran 1948’de örgütten çıkarılmış ve Merkez Bükreş’e taşınmıştır. Kominform devletleri arasında uluslararası dayanışmayı pekiştirmek için propaganda, ağırlıklı bir eri teşkil ediyordu. Marshall Plan ve Truman Doktrin’in uygulanmasını engellemek için kominform tarafından görevlendirilen İtalyan ve Fransız komünist partileri başarılı olamamışlardır. Daha önceki denemelerde olduğu gibi kominform döneminde de sosyalist sistemin kazanımlarını koruma eğilimine ağırlık verilerek, devrimlerin yayılması amacı ikinci plana itilmiştir. Kominform 17 Nisan 1956 tarihinde Yugoslavya ile arasındaki gerginliği yumuşatmayı amaçlayan Sovyetler Birliği tarafından dağıtılmıştır.

Komintern (Comintern)

Üçüncü Enternasyonal’in diğer adıdır. Komintern 1919’da Rus Devrimi’nden sonra Moskova’da kurulmuştur. Hedefi Marksist sosyalizmi ve devrimciliği dünyaya yaymaktı. Başlangıçta Alman ve Rus Komünist Partileri ile diğer ülkelerin aşırı solcu gruplaşmaları, Komintern hareketlerine katılmıştır. Komintern, diğer ülkelerdeki Sosyalist partilerin aşırı unsurlarını kazanıp, bunlara komünist partiler kurdurmak üzere on yıldan fazla bir süre çalışmıştır. Zamanla bütün ülkelerin açık ya da gizli faaliyet halindeki komünist partileri Üçüncü Enternasyonel’e üye olmuştur. Almanya ve Japonya 1936’da Komintern’e karşı Anti Komintern Paktı’nı imzalamıştır ve bu organizasyon Berlin-Roma Mihveriyle yakın ilişkiler kurmuştur. Üçüncü Enternasyonal 1943’te Stalin tarafından dağıtılmıştır. 1947’de Kominform adıyla tekrar teorik olarak kurulmuştur, ancak eski cazibesini kazanmaktan uzak kalmıştır.

Konfederasyon (confederation) İki ya da daha çok devletin ortak ve sınırlı çıkarları için, iç ve dış egemenliklerini koruyarak bir antlaşmayla oluşturdukları devletler topluluğu. Konfederasyon devletleri arasında işbirliği sağlamak için genellikle üye devletlerin kendi hükümlerinin direktifleriyle sıkı sıkıya bağlı temsilcilerinden kurulu, diplomatik nitelikte bir danışma organı oluşturur. Konfederasyona bağlı ülkeler ilke olarak bağımsızlıklarını koruduklarından, bu devletlerden her biri yabancı devletlerle diplomatik ilişkilerini sürdürürler. Konfederasyonun federasyon ile arasındaki fark konfederasyonun yetkilerinin ortak çıkarlarla sınırlılığı, alınan kararları uygulayabilecek bir organın yokluğu gibi olumsuz özelliklerine karşıt federasyonda siyasi otoritenin merkezi yönetim ile birimler arasında bölüştürülmüş olmasıdır. Bu yüzden konfederasyonlar federal örgütlenmenin çekirdeğini oluştururlar. ABD 1976’da 13 ingiliz kolonisinin bir konfederasyon çatısı altında bir araya gelmesiyle oluşurken, günümüzde 50 eyaletten oluşan federal bir cumhuriyet şeklini almıştır. Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler gibi global organizasyonlar, NATO ve Avrupa Birliği gibi bölgesel kuruluşlar konfederasyon ilkesine göre oluşturulmuşlardır.

Konferans Diplomasisi (conference diplomacy)

İkiden fazla devlet temsilcisinin toplanarak aralarındaki meseleleri çözümlendirme girişimleridir. Bu anlamda konferans diplomasisinin tarihi pek eski değildir. Konferans diplomasisi olarak adlandırılan bu tür diplomasisinin 1648 tarihli Westphalia Kongresi ile başlamış olduğu kabul ediliyor.Fakat 17. ve 18. yüzyıllarda toplanan konferanslarda özellikle usul sorunları nedeniyle işlerin yürütülmesinde zorluklarla karşılaşmaktaydı. Konferans diplomasisinde bu yönde önemli adımların atılabilmesi için 1815 tarihli Viyana Kongresini beklemek gerekmişti. Viyana Kongresi gerek sorunların ele alınma ve çözülme biçimi, gerek kongreden sonra çok yanlı diplomasiye daha fazla başvurulması bakımından bir dönüm noktası olmuştur. Viyana Kongresi’ne katılan devletler, belirli aralıklarla temsilciliklerinin bir araya gelerek Avrupa barışını gerektiren yolları araştırmalarını kararlaştırmışlardır. Büyük devletler diplomasisi olarak ortaya çıkan bu tür diplomasi, iki dünya savaşı arasında önemini korumakla beraber, II. dünya savaşı sonrasında gelişen yeni bazı diplomasi türlerinin gerisinde kalmıştır.

Konsolos (consul)

Ülkeler arasındaki ticari, ekonomik, kültürel, bilimsel ilişkilerin yürütülmesi ve geliştirilmesi ve dış ülkelerde vatandaşlarının haklarını korumak için atanan dışişleri görevlisi. Kural olarak devleti temsil etme yetkileri bulunmayan konsoloslar bulunduğu ülkede devletin gerçek ve tüzel kişiliklerini korumak, işlerliğini kolaylaştırmak, pasaportları uzatmak ya da yenilemek gibi görevlere sahiptirler. Hukuki açıdan diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanma haklarına sahip olmayan konsoloslar diplomatik temsilci konumunu da taşımazlar. Diplomatik dokunulmazlığına sahip olmayan konsoloslar, yine de görevlendirildikleri ülkede normal bir yabancıdan farklı olarak bir takım ayrıcalık ve bağışıklıklardan yararlanırlar. Konsolosluk görevlileri önem sırasına göre başkonsolos, konsolos, yardımcısı ve fahri konsolos olarak sıralanırlar. Konsoloslara tanınan ayrıcalık ve bağışıklıkların içeriği konsolosluk sözleşmeleri diye ifade edilen iki ya da çok taraflı antlaşmalarla belirlenir. Türkiye Konsolosluk ilişkileri hakkında 1975 yılında Viyana Sözleşmesi’ne taraf olmuştur.

Konsorsiyum (consortium)

Değişik kuruluşların merkezi bir yönetim etrafında toplanması anlamına gelen terim. Aynı zamanda, çeşitli ülke veya kuruluşların biraraya gelerek, diğer bir ülkeye ekonomik yardım amacı ile oluşturdukları örgütlenme ve mali fona bu ad verilmektedir.Konsorsiyum kanalı ile yardım alacak ülkenin ekonomik ve mali durumu gözden geçirilir, dış yardım ihtiyaçları belirlenir ve yardım yapanın dış yardım politikaları arasında uyum ve koordinasyon sağlanır. Dolayısıyla bunlar geçici nitelikteki kuruluşlardır. Konsorsiyumların elinde dağıtılacak mali kaynak yoktur. Yardımlar, onu oluşturan ülkeler tarafından iki taraflı olarak verilir. Konsorsiyum toplantılarında yardım konusunda ön hazırlıklar yapılır. O yıl ülkeye ne miktar yardım sağlanacağı ve bu yardımların üyeler arasında ne oranda dağıtılacağı gibi hususlar belirlenir. Bu şekilde yardım alacak ülkenin durumunun ortaklarca görüşülmesi ve karara bağlanması, yardımın etkinliğini artırır. 1950 yılında, Dünya Bankası’nın denetiminde Hindistan’a yardım konsorsiyumu kurulmuştur. 1962’de ise bu kez, OECD’ye bağlı Türkiye’ye yardım konsorsiyum oluşturulmuştur.

Konvansiyonel silahlar (conventional weapons)

Nükleer, biyolojik ve kimyasal silahlar dışında, kara, deniz ve hava ordularınca kullanılan her türlü silahlar. Bu tür silahlar nükleer çağda da ülkelerin dış politika aracı olma özelliğini sürdürmüştür. Dünya ülkelerinin çoğu nükleer silahlara sahip değildir ve sahip olanlar da bunları her zaman kullanma olanağına sahip değildir. Bu sebeple bu ülkelerin dış politika aktivitelerinde askeri araçlara başvurmaları kaçınılmaz olmaktadır.

Kordiplomatik (corps diplomatique-diplomatic corps)

Bir ülkede diplomatik görevle ve statüyle bulunan yabancı devletler diplomatlarının tümüne denir. Kordiplomatik mensupları bazı özel haklardan (ayrıcalık ve bağışıklardan) yararlanır. Örneğin, otomobillerinde (C.D.) harfleri bulunur ve trafik sırasında zorluğa uğradıklarından görevlilerden özel yardım görürler. Bu işaret ayrıca, ülkenin güvenlik makamları bakamından da bazı maksatlar açısından bir tanıma olanağı sağlar. Keza, kordiplomatik mensupları için özel hüviyet kartı verilir ve ülkeden alınırken bu kartı iade ederler.

Kordiplomatik Duayeni (doyen du corps diplomatique)

Dean of the Diplomatic Corps denen şahıs, bir ülkenin başkentinde en uzun süreden beri görev yapmakta bulunan büyükelçidir. Bütün büyükelçilerin bir öncelik sırası vardır ve “preseacence” denilen bu sıra, güven mektuplarını o ülkenin devlet başkanına sunmaları tarihine göre oluşur.Kordiplomatik duayeni, bulunan ülkenin Dışişleri Bakanlığı nezdinde kordiplomatik mensuplarının genel hak ve çıkarlarını korur, törenlerde en başta yer alır. Duayenin başka ülkelere gitmesi halinde, ondan sonra sıradaki bu görevi devralır.

Kordiplomatik Listesi (list du corps diplomatic)

Diplomatic List denilen bir ülkede görevli bütün diplomatların isim, görev ve adreslerini gösteren liste olup, içinde ayrıca genellikle, misyon şeflerinin (büyükelçi ve diğer temsilcilerin) öncelik sırası listesi ile temsil olunan ülkelerin milli günlerinin listesini de kapsar.Kordiplomatik listelerini her ülkenin Dışişleri Bakanlığı’nın protokol kısmı yayınlar. 

Korsanlık (piracy)

Soygun, gasbetme ya da zarar verme amacıyla açık denizlerde ticaret gemilerine karşı girişilen saldırı eylemi. Denizlerden ayrı olarak uçak kaçırma veya hava korsanlığı ayrı bir tür olarak ele alınır. Daha önceleri savaşan devletlerin de başvurduğu bir yöntem olarak korsanlık, 1856 Paris Kongresi’yle devletler hukukuna göre suç sayılmıştır. Bu yüzden resmi yetkililer bir korsan gemisini zaptedebilir, zorla bir limana yanaşabilir, uyruklarına ya da ikametlerine bakmaksızın korsan gemi mürettebatını yargılayabilir ve suçlu bulunanları cezalandırarak gemiye el koyabilir. Devletler hukukunca suç sayılan korsanlığın temel özellikleri, herhangi bir devletin onay vermemiş olması ve saldırının kişisel amaca yönelik olmasıdır. Bu yönüyle farklı ülkelerin yasalarında ya da özel sözleşmelerde korsanlık olarak tanımlanan yasadışı savaş, ayaklanma, isyan ve köle ticareti gibi fiiller çoğu zaman devletler hukukuna göre korsanlık kapsamına girmez. Günümüzde korsanlık terimi başta uçak olmak üzere otobüs, tren ve kamyon gibi araçları kaçırma, bir hakkı izinsiz kullanarak kazanç ya da çıkar sağlama gibi durumlar için de kullanılmaktadır. 

Koruma Altındaki Ülke (protectorate)

Bir devlet veya devletlerce ekonomik, sosyal ve askeri yardım yapılması ve gözetilmesi. Ekonomik yardım, tekniksel yardım, sermaye bağışı, özel yatırımın garanti altına alınması ve ticareti krediler vb. Askeri yardım ise silah ve teçhizat transferi, tavsiye grupları, savunma desteği, askeri temeli kurmak için ödemelerde bulunmak vb. içerir. 

Kültür Anlaşmaları (cultural agreements)

Ülkeler arasında yakınlaşmayı sağlamakta önemli rol oynayan belgelerdir. Genellikle, kültürel temaslar, burslar, karşılıklı satranç ve bilim adamı ziyaretleri spor temasları, yayınlar ve tercümeler, ortak araştırmalar, ders kitaplarındaki iki ülkeye ait konular, radyo ve televizyon yayınları, diplomaların denkliği ve daha bir çok kültürel konuları kapsarlar. Kültür anlaşmaları, yakınlaşma ve siyasi anlaşmalara öncülük ederler.

Kültürel Diplomasi (cultural diplomacy)

Ülkelerin karşılıklı olarak siyasal etkide bulunabilmek amacı ile uyguladıkları bir diplomasi türü. Bu fikrin temelinde, kültürel açıdan birbirlerine daha yakın olan taraflar arasında siyasal etkileşimin daha kolay olacağı varsayımı yatmaktadır. Bu diplomasi aracını kullanan devletlerin üzerinde durdukları iki temel öğe “dil” ve “eğitim”dir. Bir ülke hedef aldığı ülkede kendi dilini yaygınlaştırdığı ölçüde daha etkili olma şansını elde eder. 

Kültür Emperyalizmi (cultural imperialism)

Bir emperyalizm yöntemi. Kültür kalıpları, ekonomik, siyasal ya da toplumsal olsun bir toplumun ana değerlerinin göstergesidir. Kültür emperyalizmi bir ülkenin kendi kültürel değerlerini ve ideolojisini başka bir ülkenin halkına benimsetmesidir. Kitle haberleşme araçlarının gelişmesi ve yaygınlaşması üzerine her devlet kendi kültürel değerlerini başka devletlerin halklarına iletme olanağına kavuşmuştur. Gerçekten de bir ulusun değerlerini ele geçirmek için etkin bir kontrol yöntemi olarak kabul edilebilir. Kültür emperyalizmi diğer emperyalizm yöntemlerinin uygulanması için uygun zemini hazırlar, yani tamamlayıcı bir rol oynar. Başarıya ulaşma şansı en yüksek ve en yumuşak görünen emperyalizm çeşididir. Egemenliğine çok bağlı ülkeler, bu konuda abartılı davranarak, kendi dillerini isimlerini giysilerini değiştirerek Batılı yaşam stilinden kendilerini kurtarabileceklerini ve dolayısıyla bağımlılıklarından kurtulabileceklerini düşünmüşlerdir. Çağımızda bu konuya en büyük örnek olarak Comintern’in bütün ülkelerdeki komünist partilerinin Sovyet dışı politikasını desteklemek yolundaki çalışmalarını verebiliriz. Bugün ABD’nin geniş ölçüde kullandığı yöntemlerden biridir.

Küreselleşme (globalization)

Ekonomik, siyasal ve toplumsal sistemler çatışma halinde olmalarına rağmen farklı küresel topluluklar her zamankinden daha fazla karşılıklı bağımlılığa maruz kalmışlardır. Çünkü tüketicilerin gereksinimleri ve tercihleri dünya çapında küreselleşmiştir. Küreselleşme stratejisinde, uzun dönemli anlaşmalardan çok birleşmeler oluşturma ve bunları teşvik etme esastır. Ayrıca küresel bağlantılar, yurtseverlik, milliyetçilik ya da bireysellikten çok “değer” unsuruna dayanmaktadır. 

Yorum bırakın