Taşkent Bildirisi, 1966

Hindistan ve Pakistan arasında sınır çatışmaları devam ederken Sovyetler Birliği’nin Pakistan Devlet Başkanı Eyüp Han ile Hindistan Başkanı Lal Bahadur Shastri, 4 Ocak 1966 tarihinde Sovyet Özbekistan’ının başkenti Taşkent’te bir araya geldiler. İki önderin anlaşmaya vardıkları bildiride, iki tarafın da anlaşmazlıkların çözümünde kuvvet kullanmayacakları ve birliklerin 5 Ağustos 1965’teki yani çatışmaların başladığı tarihten önceki yerlere çekileceği açıklanıyordu. 

Tayvan Sorunu

Tayvan’ın (milliyetçi Çin) Birleşmiş Milletler üyeliğinden çıkartılmasıyla sonuçlanan anlaşmazlık. BM Genel Kurulu, Arnavutluk ve diğer yirmi üyenin teklifi üzerine Ekim 1971’de, otuz beş aleyhte ve onyedi çekimser oya karşı yetmiş altı oyla aldığı bir kararla Çin Halk Cumhuriyeti’ni BM üyeliğine kabul etti ve buna karşılık Milliyetçi Çin’i (Tayvan) üyelikten çıkardı 

Tibet Sorunu

Çin insanından gerek ırk, gerekse kültür bakımından farklı olan Tibet halkı, geleneksel olarak Dalai Lama adı verilen dinsel önder tarafından yönetilmekteydi. Tibet 18. ve 19. yy.da Çin’in etki alanı içinde sayılmaktaydı. Ancak, 1913-1950 yılları arasında zayıf Çin yönetimi Tibet’teki askeri varlığını sürdürememiş ve bundan yararlanan Dalai Lama, uzun süre ülkesinin tam bağımsızlığının uluslararası alanda tanınması için çok çaba göstermişse de, başarılı olamamıştır.Ç.H.C. kurulduktan sonra, Çin’in bir askeri harekatından endişelenen Dalai Lama hükümeti, 1950 Nisan’ında Çin ile ilişkilerinin düzenlenmesi için girişimlerde bulunmaya başlamıştır. Bu girişimlere cevap olarak, Pekin hükümeti, Tibet’in Çin’in bir parçası olduğunu, coğrafi konumu yüzünden Çin ordusunu engellemeyeceğini ve İngiliz ya da Amerikan yardımına güvenmemelerini açıkladı. 24 Ekim 1950 tarihinde ise, Tibet’i “anayurdun büyük ailesi” içine almak ve Çin “ulusal savunma çizgisini güçlendirmek” gerekçesiyle, Tibet’i doğrudan işgal etmeye başladı. İşgal hareketine en büyük tepki, doğal olarak Tibet hükümetinden ve işgal gerçekleştiği taktirde Çin’le sınır komşusu olacak Hindistan’dan geldi. Çin Hükümeti önce Tibet’in yönetimine hoşgörülü davrandı. Ancak daha sonra isyanlar bitmeyince, baskı politikası başladı. Bu baskı, isyanın tüm Doğu Tibet’e ve oradan da Başkente sıçramasına yol açtı. Başkaldırı, 1959 Mart’ında Çin garnizonuna saldırı olayında doruk noktasına ulaşınca, Çin harekete geçti ve kanlı çarpışmalar sonucu tüm Tibet’e egemen oldu. Dalai Lama ise Hindistan’a kaçtı. Bu gelişmeler, ilerde ortaya çıkacak olan Çin-Hint çatışmasının temelini oluşturmuştur.  

Tonkin Körfezi Olayı, 1965

Kuzey Vietnam’ın bombalanmasına yol açan Tonkin Körfezinde Turner Joy ve Maddox savaş gemilerinin batırılması. Tonkin Körfezi olayında ABD’nin Kuzey Vietnam’a verdiği karşılık çok sert oldu. 5 Şubat 1965 tarihinde Vietkong, Pleikv’daki Amerikan kampına bir saldırıda bulundu ve sekiz Amerikalı öldü, bu olay, Tonkin Körfezi Olayı ile birlikte, gelecek üç yıl boyunca Kuzey Vietnam’ı yerle bir edecek korkunç Amerikan bombardımanının da başlangıcı oldu.Bu bombalama istenen sonucu vermemiştir. Ho Chi Minh, Amerikanın havadan “tırmanmasına” yerden güney sızmaları artırarak karşılık verdi. Bunun anlamı artık Vietkong’u yenmek için kara kuvvetlerinin savaşa girmesiydi.   

Treshold Antlaşmaları, 3 Temmuz 1974

Yeraltında Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşma ve Ek Protokol. Yeraltında yüz elli kilo tonu aşan nükleer güç denemelerini yasaklayan antlaşma. 3 Temmuz 1974’te imzalanan antlaşma ile taraflar, denemeleri en aza indirmeyi de kabul etmişlerdi. Ek protokol ise tarafların nükleer denemeleri ile ilgili verileri birbirlerine aktarmalarını öngörmektedir. Antlaşma, ABD Senatosunca onaylanmadığı için yürürlükte değildir.  

Trianon Barış Antlaşması, 4 Haziran 1920

Macaristan ile İtilaf devletlerince I. Dünya Savaşını bitiren antlaşma. Bu antlaşmayla Macaristan komşu ülkeler olan Çekoslovakya, Yugoslavya ile Romanya’ya toprak bırakmak zorunda kalmıştır. 

Truman Doktrini

İkinci Dünya Savaşı sonunda Yunanistan’da komünistlerle iç savaş baş göstermiş, Türkiye de 1945 ve 1946 döneminde Rusya’nın Kars ve Ardahan üzerindeki toprak ve Boğazlarda üs elde etme istekleri ile karşılaşmıştı. Savaş sonrası dünyası diğer bazı bölgelerde de sıcak savaşı izleyen bir soğuk savaş durumuna girmekteydi.Bu atmosfer içinde, 1947 Mart’ında ABD Başkanı Truman, Kongreden Türkiye ve Yunanistan’a askeri yardım için 400 milyon dolarlık bir ödenek istedi ve bunu elde etti. Böylece, yeni bir “Amerikan Yardımı” dönemi başlamıştır. Nitekim birkaç ay sonra da, Dışişleri Bakanı Marshall Avrupa ülkelerinin savaşta tahrip olan ve zayıflayan ekonomilerini güçlendirmek amacıyla “Marshall Planı” adıyla anılan yeni yardım kararını açıklamış ve Avrupa Kalkınma Programı (European Recovery Program) olarak da anılan yeni yardım sistemi kurularak Türkiye de dahil birçok Batı Avrupa ülkesine ekonomik yardım başlamıştır.Truman Doktrini ile yapılan 400 milyon dolarlık yardımdan Türkiye, Yunanistan’dan daha az bir yardım almıştır (100 Milyon Dolar).  

Türk-ABD Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması: bkz. Savunma ve Ekonomik İşbirliği Antlaşması 

Türk-Alman İttifakı, 3 Ağustos 1914

Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşına girmesine neden olan ittifak antlaşması.Alman-Osmanlı ittifakı I. Dünya Savaşı başladıktan sonra, 2 Ağustos 1914’te hazırlandı ve bir gün sonra imzalandı. İttifaka göre, Almanya ve Osmanlı devleti, Avusturya ile Sırbistan arasındaki çatışmada tarafsız kalacaklardı. Ancak, bu çatışma bir Alman-Rus savaşına dönüşürse(ittifak imzalandığında dönüşmüştü bile). Osmanlı devleti Almanya’nın yanında savaşa katılacaktı. Buna karşılık, Osmanlı devletinin toprak bütünlüğü Rusya tarafından bozulunca, Almanya Osmanlı devletine yardım edecekti.Bu ittifak antlaşması Osmanlı Devleti’nin geleceğini Almanya’ya bağlamıştır.  

Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı, 1925

İngiltere ve Milletler Cemiyeti’nin Musul sorunundaki tutumları ve İngiltere’nin 1925’te Doğu ayaklanmasını kışkırtması Türkiye’yi Sovyetler Birliği’nin desteğini arama yoluna itmiştir. Sovyetler Birliği de aynı yıl imzalanmış bulunan Lokarno Antlaşmalarını kendisine yönelik düzenlemeler olarak yorumlamış ve bunların sonucu olarak, iki devlet arasında 17 Aralık 1925’te bir “Tarafsızlık ve Saldırmazlık Antlaşması” imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, iki devlet birbirine saldırmayacak, taraflardan biri saldırıya uğradığı takdirde öteki tarafsız kalacak ve taraflar birbirlerine yönelik siyasal düzenlemelere girmeyecekti. Ayrıca, taraflar üçüncü devletlerle siyasal nitelikte antlaşmalar imzalamadan önce birbirlerine danışacaklardı.  

Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı

30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı hükümetince imzalattırılan Mondros Silah Bırakışması İtilaf devletlerince yalnız savaş sonrasında yapılan gizli antlaşmalarda belirtilen yerleri işgal hakkını vermemekte, aynı zamanda şu iki önemli hükmü de öngörmekteydi. (i)Boğazlar bölgesi işgal altına alınacak ve (ii)İtilaf devletleri güvenliklerini tehlike altında gördükleri bölgeleri de işgal edebileceklerdi. İşta I. Dünya Savaşı’nın gaip devletleri, anlaşmalarda söz konusu edilen “Mezopotamya” ve “Kilikya” gibi sınırları hiç de belirli olmayan bölge adlarına ve yukarıdaki maddeye dayanarak, Türklerin içinde yaşayacağı sınırı sürekli kuzeye, Anadolu’nun içlerine doğru zorlamaya başlamıştı.Bu kötü koşullar altında, Mustafa Kemal’in önderliğinde Anadolu’da başlayan Ulusal Kurtuluş Hareketi, Temmuz-Eylül 1919 tarihleri arasında Erzurum ve Sivas Kongreleri ile örgütlenmiş ve mücadelenin amaçları bu kongrelerde ana hatları ile belirlenmiştir. Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, geçici bir hükümet kurulacaktır ve Mandat ile himaye sistemleri kabul edilemez. Anadolu’da bu örgütlenme çabaları olurken, Osmanlı Meclis-i Mebusanı 28 Ocak 1920 tarihinde son toplantılarında, ulusal kurtuluş hareketinin temel ilkelerini “Misak-ı Milli” adı altında ilan etmiştir.Misak-ı Milli ulusal ve bölünmez bir Türk ülkesinin sınırlarını çizmiş, bunu Osmanlı yönetim ve gelenekleri ile bağlantının kesildiğini tüm dünyaya açıkça ilan etmiştir. İslam dünyasına öncülük yapmak iddiasında bulunan çok uluslu bir imparatorluk yerine, mütecanis bir ulus-devlet kurulacaktı ve yeni Türkiye’nin gücü buradan kaynaklanıyordu.Türk ulusal kurtuluş hareketinin kronolojik seyri şöyle olmuştur. 23 Nisan 1920’de TBMM açıldı. 2 Aralık 1920 tarihli Gümrü Antlaşması ile doğudaki harekat sona erdi. Gümrü’den sonra Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921’de Moskova Dostluk Antlaşması imzalandı. Bununla Sovyet Rusya, Misak-ı Milliyi tanıyordu.

10 Ocak 1921 I. İnönü Savaşı,

31 Mart 1921 II. İnönü Savaşı,

23 Ağustos-13 Eylül 1921 Sakarya Meydan Muharebesi,

20 Ekim 1920’de Fransa ile Türkiye arasında yapılan Ankara Antlaşması. Bu antlaşmayla iki devlet arasındaki savaş durumu sona eriyordu.

30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz’un başarıyla sonuçlanması.

9 Eylül 1922 Mudanya Bırakışması,

24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lausanne Barış Antlaşması ile Türk Ulusal Kurtuluş hareketi başarıyla sonuçlandı. Osmanlı imparatorluğunun küllerinde bir devlet oluşturuldu.  

U-2 Uçağı Olayı

U-2 olayı, yalnız Doğu-Batı ilişkileri açısından değil, aynı zamanda Türkiye açısından da önemli sonuçlar doğurmuş bir soğuk savaş olayıdır. ABD’nin bazı NATO ülkeleri ve bu arada Türkiye’deki üslerinden kalkan uçakların faaliyetleri sorunu, U-2 haber alma uçağının düşürülmesi üzerine alevlenmiş ve Sovyet-Amerikan ilişkilerinde önemli bir bunalıma yol açarak, soğuk savaşı şiddetlendirmiştir. U-2 olayı, Amerikan yöneticilerinin, Sovyetler Birliği’nin 1949 yılında atom tekelini ortadan kaldırmasından sonra duymaya başladıkları derin güvensizliğin doğrudan bir sonucudur. U-2 uçağı bir füze gibi havalanabilmekte, 10 saniye içinde 300 metre yükselmekte, 30.000 metre yükseklikte, güçsüz olarak 300 mil gözükebilmekte ve yakıt almaksızın yedi buçuk saat ve 3.000 mil uçabilmekteydi. Uçak, çok yüksekten net biçimde fotoğraf çekecek son derece güçlü kameralarla donatılmıştı.Dünya, U-2 olayını, 3 Mayıs 1960’ta Khrushchev’in Sovyet hava alanında bir Amerikan casus uçağının 1 Mayıs tarihinde düşürüldüğünü açıklamasıyla öğrendi. ABD bu uçağın casus uçağı olmadığını, açık hava sağanaklarını inceleyen meteorolojik bir uçak olduğunu açıkladı. Khrushchev, 5 Mayıs 1960’ta verdiği ikinci demeçte, tam doruk toplantısının yapılacağı sırada, Sovyetler Birliği’ne karşı girişilen bu düşmanca hareketin, doruk toplantısını baltalamak amacını güttüğünü söylemiş ve hükümetin Amerikan uçaklarına üslerinde faaliyet izni veren devletlere de uyarıda bulunacağını belirtmiştir. Ayrıca, herhangi bir saldırıya karşı, Sovyetlerin güdümlü füzelerle karşılık vereceğini ve bu saldırıda kullanılan üslerin de yerle bir edilebileceğini hatırlatmıştır. Açıktır ki, bu sözler Türkiye’ye doğrudan bir tehdit niteliğini taşıyordu. 

Ulusal Kurtuluş Hareketleri

II. Dünya savaşından sonra tanık olunan, emperyalist devletlerin yönetimi altında bulunan sömürgelerin uluslaşması ve bağımsızlıklarını kazanmaları, gerçekte yalnızca savaşın bir ürünü sayılamaz. Bu önemli sürecin kökenleri geçen yüzyılın içinde dal budak salmış bulunmaktaydı. 19. yy. emperyalizmi, sömürgelerle sömürgeciler arasında 1914 yılına kadar, hiç değişmeden süren özel bir ilişkiler bütünü kurmuştu. Kısaca, siyasal bağımlılık, ırksal eşitsizlik, halklarının ulusal benlik ve bütünlük kazanmaları, okuma-yazma oranın artması yaşam düzeylerinde az da olsa bir yükselişin sağlanması ve nüfusun artması sonucunda ortaya çıkan ulusal bilinç, 19. yüzyılın ürünleri olan siyasal bağımlılık, ırksal üstünlük ve ekonomik sömürünün karşısına çıkan temel güçler olmuştur. Bu gücün belirli bir hedefe yönelmesine yardım eden ise, özgürlük, eşitlik ve “self determinasyon” gibi liberal ideallerdir. Bu genel akım iki dünya savaşı ile hız kazandı. Çünkü, sömürgeci devletlerin çoğunluğu bu iki savaştan son derece güçsüz çıkmış ve bu yüzden ister istemez, sömürgeleri üzerindeki denetimi gevşetmek zorunda kalmışlardır. Bir başka hızlandırıcı etki ise sömürgeci devletlerin bu savaşlarda rakiplerini yenebilmek için sömürge insanının, savaşken er olarak yardımını istemeleri ve böylece bu askerlerin, belki de ilk defa beyaz insana göre ırksal bir aşağılığının olmadığını anlamaları ve Batı’nın liberal düşüncelerini açılmalarıdır. Afrika ve Asya’da Batı’ya karşı bağımsızlık hareketlerini yürütenlerin büyük çoğunluğunu dünya savaşına katılmış bulunan askerler oluşturmuştur. II. Dünya Savaşı bittiğinde yeryüzünde 600 milyon insan şu yada bu biçimde sömürge sistemi altında yaşamaktaydı. Bugün ise bağımlı bulunan ülke sayısı hemen hemen hiç kalmamıştır. Bu büyük dönüşüm Hindistan ve Pakistan’ın bağımsızlığı ile başlamıştır.   

Utrecht Barışı, 1713

İspanya Veraset Savaşları’nı sona erdiren barış antlaşması. Utrecht Barışı’nın maddeleri, siyasi tarihin ana konusu olan 19. yy.’ın büyük çaplı olayları açısından çok önemlidir ve belki de “modern dünya” Westphalia’dan çok Utrecht ile kurulmuştur. Antlaşmanın asıl konusu İspanya dünyasının paylaşımıdır. İngiltere Cebelitarık ile Minorka adasını, Savua Dükalığı, Sardunya adasını aldı. İspanya’nın Akdeniz’deki öteki toprakları, (Milan, Napoli ve Sicilya) ile İspanya Hollandası (Belçika) Avusturya Habsburglarına bırakıldı. Fransa, Amerika’daki iki kolonisini (Newfondland ve Nova Scotia) İngiltere’ye devretti.Utrecht Barışı’nın önemi şuradadır: Bir kere, daha önce de adı çok az duyulan iki küçük devlet, Savua ve Brandenburg, Avrupa’nın siyasal ufkunda yükselmeğe başladı. İki ülkenin yöneticisi, galip tarafa katılmış oldukları için, kral kabul edildiler. Bundan sonra birincisine Sardunya ya da Piyemonte, ikincisine Prusya denecektir.İkinci olarak, Westphalia ile kurulan sistem yeniden doğrulandı. Üçüncü olarak Almanya hala federal bir karmaşa içinde, İtalya hala parçalanmış, İspanya ise Fransa’nın etkisi altına girmiş olduğu için, Utrecht Barışı’ndan İngiltere ve Fransa en güçlü iki devlet olarak çıkacaklardır. Ama, savaştan asıl kazançlı çıkan İngiltere’dir. Savaş sırasında İskoçya ile birleşmiş, Minorka ve Cebelitarık’ta Akdeniz gücü olmuş, Amerika’da iki toprak parçası elde etmiştir. Ama, daha da önemlisi, İspanya Amerika’sına Afrikalı köleler taşıma ayrıcalığını elde etmiş olmasıdır. Bristol ve Liverpol gibi kentlerin gelecek dönemdeki zenginliklerinin kaynağı bu tutsak ticaretinden elde edilen karlardır.  

Üçlü İtilaf, 1907

I. Dünya Savaşı öncesi oluşan komisyonlardan birisi. 1888 yılında II. Wilhelm’in Alman İmparatoru olmasıyla Şansölye Otto Von Bismarck’in 1862’den beri sürdürdüğü Almanya’nın dış politikasını Avrupa dışına taşımama ve Rusya ile iyi geçinme ilkeleri göz ardı edilmeye başlandı. Bu ortam üçlü itilafın doğmasına nesnel zemini hazırlıyordu. II. Wilhelm’in Sömürgecilik hevesleri İngiltere’yi endişelendirirken, Rusya’da giderek Almanya’nın değişmez düşmanı Fransa’ya yaklaşıyordu. 1692’de Fransa ile Rusya arasında bir askeri anlaşma yapıldı. 1894 yılında ise bu iki ülke arasında açıkça Almanya’yı hedef alan bir ittifak antlaşması imzalandı. Bu üçlü itilafın ilk halkasıydı. İkinci halka, 1904 Fransız-İngiliz antlaşmasıdır. İngiltere ve Fransa XIX. yy. sularında yoğun bir sömürge paylaşımı mücadelesi içersindeydiler. Mısır, Sudan, Güneydoğu Asya gibi bölgelerde İngiltere ile giriştiği bu mücadelelerde başarısızlığa uğrayan Fransa, bu nedenle Avrupa’da da prestij kaybına uğruyordu. Buna karşılık Almanya’nın hızla silahlanması Fransa’ya İngiltere ile ilişkilerini düzeltmeye yöneltti. Üçlü İtilaf’ın son halkası 1907 İngiliz-Rus Antlaşmasıdır. Bu antlaşmada esas olarak iki ülke arasında sürmekte olan sömürgecilik mücadelelerini sona erdirme niteliğini taşıyordu. XIX. yy. başlarında Boğazlar üzerinde başlayan İngiliz-Rus rekabeti, sonradan Orta Asya ve Uzakdoğu’ya da sıçradı. Özellikle Rusya’nın İran, Afganistan ve Tibet ile ilgilenmesi, İngiltere tarafından doğrudan Hindistan’a yönelik bir tehdit olarak algıladı. Sonuç iki ülkenin Çin’de sürdürdükleri mücadelede Japonya’yı Rusya üzerine saldırtarak büyük bir yenilgiye uğramasına neden olan İngiltere başarılı oldu. Bunun üzerine Almanya ile arası bozulan Rusya İngiltere’ye yaklaşmak zorunda kaldı.  

Üçlü İttifak, 1882

I.D.S. öncesinde oluşan koalisyonlardan birisi. 1862 yılından başlamak üzere önce Rusya sonra da Almanya dış politikalarını Fransa’yı yalnız bırakma stratejisi üzerine kurmuşlardır. Bu amaca yönelik olarak 1872’de Alman, Avusturya-Macaristan ve Rus imparatorları bir araya gelerek Birinci Üç İmparatorlar Ligi’ni oluşturdular. Bunun ardından Avusturya ile ilişkilerini daha da geliştiren Otto Von Bismarck, 1879’da Almanya-Avusturya ittifakını güçlendirdi. Bunun hemen ardından da Rusya’yı güçlendirmek için 1881 yılında İkinci Üç İmparatorlar Ligi’ni oluşturdu. Fakat Balkanlar’daki Rusya-Avusturya rekabeti nedeni ile ittifak kısa bir süre sonra dağıldı. Bu gelişmelerin ardından, İtalya’nın Akdeniz bölgesinde Fransa ile giriştiği rekabet, Üçlü İttifak’ın doğuşunu hazırladı. Özellikle Tunus sorunu yüzünden Fransa ile arası açılan İtalya, Almanya gibi güçlü bir müttefike ihtiyaç duyuyordu. Birmarck ise Fransa ile sorunu olan her ülkeyi desteklediği gibi, İtalya’yı da destekliyordu. 1879 Almanya-Avusturya ittifakı nedeniyle Almanya ile Rusya’nın ilişkileri iyi değildi. 

Üçüncü Reich (The Third Reich)

1933-1945 yılları arasında Almanya’da Nazi rejimine Nazilerce verilen ad. Nazi öğretisinde Kutsal-Romo German imparatorluğu (962-1086) Birinci Reich’tir. 1871’de Birmarck’ın önderliğinde Alman birliğinin sağlanması ile ortaya çıkan ve 1918’de II. Wilhelm’in tahtan inmesiyle son bulan Alman imparatorluğu II. Reich’tir.  

Vandenberg Kararı, 1948

ABD’nin güvenliğini ilgilendiren ve karşılıklı yardıma dayanan bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara katılabilmesini mümkün kılan karar. ABD, Monroe Doktrininden beri Avrupa ülkeleriyle ittifaka girmiyordu. Yalnızcılık politikası uyguluyordu. Batı Avrupa Birliği’nin kuruluşunun hemen ardından Sovyetlerin Berlin Sorununa ilişkin çıkarları karşısında Senatör Vandenberg 1948 Nisan’ında Senatoya bir karar tasarısı sundu. Bu tasarıya göre ABD Başkanına bölgesel ve diğer ortak anlaşmalara katılma yetkisi veriliyordu. Bu teklif, 11 Haziran 1948’de kabul edildi ve bu karara Vandenberg Kararı denildi. Bu karar ile ABD, 1823’ten beri esas olarak uyguladığı politikasını resmen terk etti.  

Varşova Antlaşması, 1970

Almanya Polonya sınırını belirleyen antlaşma. 7 Aralık 1970’te imzalanan antlaşmaya göre Almanya ile Polonya arasındaki sınır, Oder-Neisse nehirlerinin oluşturduğu sınır olarak kabul ediliyordu. Bu sınır bir kısım Alman toprağını Polonya’ya vermekteydi. Taraflar birbirlerine yönelik olarak kuvvete başvurmamayı taahhüt ediyorlardı. Bu antlaşmanın yürürlüğe girmesi, ABD, İngiltere ve Fransa’nın isteği üzerine, Berlin konusunda yapılacak dörtlü bir antlaşmaya bağlı tutulmuştur. Antlaşma, ülkelerin Dışişleri Bakanlarının 3 Haziran 1972’de metni paraf etmelerinden sonra yürürlüğe girmiştir.  

Versailles (Versay) Barış Antlaşması, 1919

28 Haziran 1919 tarihinde imzalanmıştır. 440 maddelik antlaşma ile Almanya, Alsace-Loraine ve Saar bölgelerini Fransa’ya bıraktı. Ancak Saar bölgesinde 15 yıl sonra plebisit yapılacak, hangi devlete bağlanacağı kesin olarak o zaman kararlaştırılacaktı. Polonya’ya Poznan ve Batı Prusya verildi ve böyle Polonya denize çıkmış oldu. Danzig, Milletler Cemiyeti’nin himayesi altında serbest bir şehir haline geldi. Belçika’nın tarafsızlığı kaldırıldı. Almanya, Avusturya, Polonya ve Çekoslovakya’nın bağımsızlıklarını tanıdı ve Almanya’nın Avusturya ile birleşmesi yasaklandı. Almanya bütün deniz aşırı topraklarından vazgeçti.Bu sömürgelerde Milletler Cemiyeti’nin denetimi altında “Mandat” sistemi kuruldu ve İngiltere, Fransa, Belçika ve Japonya mandater devlet oldular. Almanya çok sınırlı bir orduya sahip olacaktı ve zorunlu askerlik sistemi kaldırıldı. Bütün savaş gemilerini itilaf devletlerine verdiği gibi, bundan böyle denizaltı ve uçak da yapamayacaktı. Bunun yanında Almanya’ya “tamirat borcu” adı altında savaş tazminatı da yüklendi.  Vesayet RejimiBelirli ülkelerin bağımsız bir devlet kurana değin, Birleşmiş Milletlerin (BM) gözetim ve denetimi altında başka devletlerce yönetilmelerini öngören hukuksal statü. Vesayet rejimi altında bir ülkeyi yöneten devlet, ülkede yaşayanların siyasal, ekonomik ve toplumsal bakımdan gelişmelerini sağlamak, ülkenin özgür koşullarını, ülke halkının özgürce dile getirdiği amaçları ve vesayet rejimi antlaşmasındaki hükümleri göz önünde bulundurarak kendi kendini yönetme ve bağımsızlık yönündeki ilerlemeyi kolaylaştırmak, ırk cinsiyet, dil ve din ayrımı gözetmeksizin herkesin insan haklarından ve temel özgürlüklerden yararlanmasını güvence altına almakla yükümlüdür. Vesayet rejiminin gözetim ve denetimi konusunda BM’nin bir organı olarak Genel Kurul’a karşı sorumlu olan Vesayet Meclisi görevli kılınmıştır.Vesayet rejiminin hangi ülkelerde uygulanacağı konusu Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 77. maddesinde belirlenmiştir. Buna göre vesayet rejimi uygulanabilecek ülkeler 3 kategoriye ayrılmaktadır: a)Manda yönetimine bağlanmış ve bu yönetimin sürdüğü ülkeler, b)II. Dünya Savaşı sonunda düşman devletlerinden ayrılabilecek ülkeler, c)Yönetiminden sorumlu devletlerce isteyerek bu rejime bağlanacak ülkeler.Birleşmiş Milletler Antlaşmasının 79. maddesi vesayet antlaşmasının ilgili devletlerce yapılmasını gerektirir. Yapılan vesayet antlaşmalarının yürürlüğe girmesi için BM Genel Kurulu’nda onaylanması gerekmektedir. Ayrıca vesayet altındaki ülkelerin yönetimi ile görevli olan devletler Genel Kurul’a her yıl vesayet rejimi uygulanan ülkelerle ilgili raporlar sunmak ve Genel Kurul ve Güvenlik Konseyi’nin tavsiyelerini göz önünde bulundurmak zorundadır.Vesayet Konseyi, Örgüt’ün altı ana organlarından biridir. Ancak vesayet altında ülke kalmaması nedeniyle Vesayet Konseyi’nin fiilen hiçbir görevi kalmamıştır. 

Vichy Hükümeti

14 Haziran 1940’da Paris’in işgal edilmesiyle birlikte, Fransa’da 3. Cumhuriyet tarihe karıştı ve Petain geçici dönemi başladı. Başlangıçta, Petain bir anayasa hazırladığını ve bunu halkın oyuna sunacağını söylediyse de, böyle yapmayarak Fransa’yı kanun hükmünde kararnamelerle yönetmeye başladı. 1940 Ağustos’unda meclisi feshederek Vichy’yi başkent yaptı.Ve bir cins diktatörlük başladı. Kendini Devlet Başkanı ve Dışişleri Bakanı Pierce Caval’ın halefi ilan etti. Fransız devriminin özgürlük, eşitlik, kardeşlik ilkeleri yerine iş, aile, vatan ilkelerini koydu. Petain, zaman geçtikçe daha da ileri giderek, Nazi yönetimine benzeyen Yahudi aleyhtarlığı güden bir rejim kurdu ve bir cins Fransız “Führeri” haline geldi.  

Vietnam Savaşı

Eski Fransız kolonisi olan bir kısım Hindiçini topraklarındaki Vietnam, Vietminh isimli ihtilalcilerin Fransız kuvvetlerini Dien-Bien-Phu Kalesi’nde mağlup etmelerinden sonra toplanan 1954 Cenevre Konferansı ile, sonradan birleştirici seçimler yapılmak üzere, 17.nci enlem boyunca “Kuzey ve Güney” olarak ikiye bölünmüştü. Bu bölünme zamanla yerleşerek kuzeyde Vietnam Halk Cumhuriyeti (Başkent Hanoi) güneyde de Vietnam Cumhuriyeti (Başkent Saygon) şeklinde devam etti. Bu ikinci devletin bazı bölgelerinde, kuzeyle birleşme taraflısı komünist eğilimli (Vietkong) gerillaların başlattıkları bir iç savaş zamanla büyüdü ve ABD Güney Vietnam’a yardıma başlarken, Kuzey Vietnam da Vietkong’a yardım ediyordu. 1965’ten sonra ABD kuvvetleri gittikçe buradaki güçlerini ve faaliyetlerini artırıp, kuzeyden gelen müdahale karşısında bu topraklara karşı da askeri harekata girişti. Öte yandan, Rusya ve Çin de Kuzey Vietnam’ın ormanlık ve bataklık arazilerde yürüttüğü savaşlarda, iklimin ve muson yağmurlar gibi durumların sağladığı avantajlar büyük ölçüde idi ve bölgede çok büyük (bir ara 500 binden fazla) ve iyi donatılmış askeri bir güç bulunduran ABD ve ayrıca Güney Vietnam kuvvetleri, karşı tarafa ağır kayıplar verdirmelerine rağmen, kendileri da zaman zaman çok zor durumlarda kaldılar, bir çok ABD vatandaşı Vietnam Savaşı’na katılmamak için askere girmeyi reddetti (sayılarının 30 bin kadar olduğu açıklandı), ayrıca bir kısım askerler de tarafsız ülkelere (İsveç gibi) sığındılar. Öte yandan, kesin bir askeri galibiyete ulaşamayan ABD kuvvetleri, Vietkong’un kuzeyden gelen yardımı Kamboçya topraklarında “Ho Şi Minh Yolu” denen yoldan gizlice alması karşısında, bu ülke topraklarında şiddetli hava bombardımanı uygulamaktaydılar.Savaşın uzaması ile dünya ve ABD kamuoyundaki tepkiler üzerine taraflar Paris’te ateşkes görüşmelerine giriştiler ve Amerika’nın bir kısım kuvvetlerini çekmeye başlaması üzerine, 1973 başlarında Paris’te anlaşma imzalandı ve ateş kesilerek, Birleşmiş Milletler Kuvvetleri durumu denetleme görevi aldılar. Fakat buna rağmen, zaman zaman ve yer yer çatışmalar patlak vererek bir çok kişi ölmeye devam etmiştir. Nitekim Paris antlaşmasından sonra yaklaşık 100 bin kişinin daha hayatını kaybettiği bir çok kaynaklarca ileri sürülmektedir.Vietnam’da çeşitli dönemlerde çarpışan ABD askerlerinin toplam sayısı 2,5 milyona yakındır. Bu savaşta ABD uçakları 850 bin ve helikopterleri ise 2 milyon kadar hücum yapmışlardır. Bu hücumlarda atılan bombalar toplamı 6 milyon ton kadardır. (İkinci Dünya Savaşı’nda ABD uçaklarının attığı bombaların üç katı)ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda yaptığı masraflar 288 milyar dolar kadardı. Vietnam Savaşı da 150 milyar dolara mal olmuştur. (Bu miktar savaş borçları faizleri, ölenlere tazminat ve yaralılara ödenen maluliyet paraları ile 300 milyar dolardır.) ABD 3700 kadar uçak ve 4800 kadar helikopter kaybetmiştir.1975’te Kamboçya’da yoğunlaşan gelişmelere paralel olarak Vietnam’da da benzeri bir durum ortaya çıkmış, komünist kuvvetler yoğun taarruzlara girişerek bir çok şehri süratle ele geçirmişler ve Nisan sonunda da Başkent Saygon’a girmişlerdir. Bu durumda mevcut hükümet teslim olarak reji yıkılmış ve 35 yıldır çeşitli biçimlerde süregelen Vietnam’daki savaşlar sona ermiştir. Daha sonra Kuzey ve Güney Vietnam tek devlet haline gelmiştir. Vietnam’daki savaşlar tarihte rekor sayılacak savaşlardan biri olmuştur. Nitekim 1941’de işgalci Japonlara karşı ilk savaşlar başlamış ve 1945’de Japonların çekilmesinden sonra eski Fransız koloni idaresi yeniden kurulmuş, buna karşı bağımsızlık hareketleri baş göstermiş ve kuzeyden kurulan devlet ile Fransızlar arasındaki kanlı savaşlar Fransızların mağlubiyetiyle sonuçlanmış, 1954’de Cenevre Antlaşması’na rağmen durum tam düzelmeyerek 1961’de ABD’nin askeri müdahalesiyle son savaş dönemine girilmiştir.Bu savaşlar 3,5 milyon kadar insan ölmüştür. Bu rakamdan daha yüksek sayıda da insan yaralanmıştır. ABD askerlerinden 56 bin kadarı ölmüş, 300 bin kadarı yaralanmış, ABD’nin masrafları ve kayıpları 150 milyar dolar kadar olmuştur. (Daha önceki savaşlarda da Fransa 92 bin kişi kadar ölü ve yaralı vermişti). 

Viyana Görüşmeleri (1975-1976): bkz. Kıbrıs Sorunu 

Viyana Kongresi, Ekim 1814-Haziran 1815

Fransız Devrimi sonrasında Avrupa’da ortaya çıkan sorunlara ilişkin görüşmelerin yapıldığı kongre. Fransız Devrimi’ni izleyen çağ “ulusçuluk çağı” olarak nitelenmektedir. Çok uluslu Avusturya İmparatorluğu Başbakanı Franz von Metternich, tehlikeli gördüğü ulusçuluk akımının ortaya çıkarabileceği sorunların çözümlenmesi için, Avrupa’nın tutucu güçlü devletlerinin ortak hareket etmelerinin ortamını sağlamak amacındaydı. 1 Ekim 1814’te başlayan kongreye, Rusya, İngiltere, Avusturya, Prusya ve Fransa dışında tüm Avrupa devletleri yüksek düzeyde temsilciler ile katıldılar. Komisyonlar biçiminde çalışmalarını yürüten bir uluslararası kongrenin ilk örneği olması açısından ilginç ve önemlidir.Osmanlı imparatorluğu Viyana Kongresi’ne katılmamıştır. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu böyle bir konferansta Balkan sorununun gündeme geleceğinden ve ödün vermek zorunda kalmasından korkuyordu. Ayrıca Avusturya’nın “toprak bütünlüğünü garanti etme” önerisini de iyi karşılamıyordu. Viyana Kongresi kararlarının en önemli maddeler şunlardır: Fransa’nın 1792 sonrasında ele geçirdiği tüm toprakları geri alınıyordu. İngiltere Malta’yı ve Yeni adaları, Hollanda’ya ait olan Cope Colony’yi, Seylan’ı Honduras’ı, Guyan’ı ve Trinidat’ı, Danimarka’dan de Helgoland’ı alıyordu. Rusya, Finlandiya’yı, İsveç, Norveç’i alıyordu. Prusya Posen bölgesini, Saksonya’nın önemli bir bölümünü, Ren’in batı kıyılarını alıyordu. Avusturya’da topraklarını genişletiyordu. Belçika Hollanda’yla birleşerek Niederland adlı bir devlet oluşturuyordu. Almanya otuz sekiz devletli Germen Konfederasyonundan oluşacaktı.İtalya parçalanıyordu, esir ticaret yasaklanıyordu, bunun uygulanması taraf devletlere veriliyordu; uluslararası nehirlerde ilke olarak ticaret ve ulaşım serbestisi tanınıyordu.Viyana Kongresi Avrupalı devletlerin aralarındaki sorunları toplantılar yoluyla çözme girişimlerinin başlangıcı oldu. Ayrıca, Avrupa kökenli klasik uluslararası hukukun geliştirilerek nispeten sistematize edildiği dönemin başlangıcı olarak da kabul edilir. Diğer yandan, Viyana Kongresi ile ortaya çıkan Avrupa Ahengi Sistemi çerçevesinde belirginleşmeye başlayan uluslararası hukuk sistemi ise, bu “ahengi” sağlayan temel aktörler olan büyük devletlerin “güdümünde” bir nitelik taşımaktadır. Genel Hatları ile I. Dünya Savaşına kadar süren dönemde, uluslararası hukuk kurallarının oluşması, başta Viyana Kongresi olmak üzere devletler arasında yapılan antlaşmalar çerçevesinde gelişmiştir.  

Vladivostok Antlaşması, 1974

Amerika Birleşik Devleti Başkanı Gerald Ford ile Sovyetler Birliği lideri Leonid Brejnev arasında 23-24 Kasım 1974’de gerçekleşen zirvede imzalanan antlaşma. Vladivostok Zirvesi, stratejik silahların sınırlandırılması ve SALT II doğrultusunda yeni ve önemli bir adım oluşturdu. Zirve sonunda yayınlanan “demeç” ve “bildiri”de bu konudan hiç söz edilmedi. Fakat daha sonra yapılan açıklamalarda belirtildiğine göre taraflar zirvede “saldırgan” füzeler konusunda bir sınırlama anlaşmasına varmışlardır. Buna göre, “taşıyıcı” (delivery vehicle) denen, kıtalararası (ICBM) ve deniz altından atılan (SLBM) füze sayısı her iki taraf içinde en çok 2400 olarak tespit edilmiştir. Bunlardan ancak 1320 tanesi çok başlıklı füze (MIRV) olabilecekti. Bu antlaşma 31 Aralık 1985 tarihine kadar geçerli olacaktı.  

Washington Deniz Kuvvetleri Sınırlandırma Antlaşması, 6 Şubat 1922

Deniz kuvvetlerini sınırlamaya ilişkin antlaşma. Bu doğrudan doğruya Uzakdoğu meselelerinden doğmuş olup Uzakdoğu’da Japonya ile Birleşik Amerika arasındaki rekabetle yakından ilgilidir. Uzakdoğu meselesini ele almak üzere bu bölge ile ilgili devletler 1921 Kasım’ında Washington’da biraraya geldi. Konferans, birçok anlaşma imzalanarak 6 Şubat 1922’de sona erdi. 6 Şubat 1922’de Birleşik Amerika, İngiltere, Japonya, Fransa ve İtalya arasında “Deniz Silahlarının Sınırlanması” anlaşmazı imzalandı. Bu anlaşma ile 35.000 tonu geçmeyecek olan ve capital ships denen büyük gemiler bakımından her devletin sahip olabileceği deniz gücü sınırlanmıştı. Bu sınırlama ile Birleşik Amerika 525.000, İngiltere 525.000, Japonya 315.000, Fransa 175.000 ve İtalya da 175.000 tonajında büyük gemilere sahip olacaktı. Bunun oran olarak ifadesi sırasıyla, 5, 5, 3, 1,67 ve 1,67 dir.Uzakdoğu’daki Japon emperyalizmi bu antlaşma ile bu emperyalizmin vasıtaları bakımından sınırlanmış ve frenlenmiş olmaktaydı. Lakin antlaşmanın en az bunun kadar önemli bir başka tarafı da İngiltere’nin Trafalgar’dan beri elinde tuttuğu rakipsiz deniz üstünlüğünü şimdi ilk defa Amerika ile paylaşmasıydı. Şüphesiz bu da Amerikan için başka bir zaferdir.Bu antlaşmalarla İngiltere de, Japonya ittifakından ayrıldıktan sonra Uzakdoğu’da Birleşik Amerika’ya dayanmaya başlayacaktır.  

Washington Konferansı, 1943

11 Mayıs 1943’te Churchill ve Roosevelt arasında yapıldı. Konferansta savaşın genel stratejisi, Japonya’ya karşı savaşın hızlandırılması, Birmanya’da Japonya’ya karşı saldırının başlatılması, havadan Çin’e yardım ve Almanya’nın işgali için gereken tedbirler görüşüldü.   Watergate SkandalıAmerikan iç politikası ve dünya kamuoyunda önemli yankıları ve sonuçları olan siyasal casusluk olayı. 1972 Haziran’ında, Washington muhalefet partisi olan Demokrat Parti’nin seçim işlerini yürüttüğü merkez olarak kullanılan Watergate binasına, iktidar partisi ve Başkan Nixon’un yakın adamlarının tertibiyle gizlice dinleme cihazı yerleştiren 7 kişilik bir grubun yakalanması olayı, önceleri bir basit hırsızlık sanıldı ise de gazetecilerin kurcalaması üzerine daha sonra siyasi amaçlarla yapıldığı, Başkan Nixon’un bu faaliyetten haberi olduğu ortaya çıktı. Ancak Nixon uzun süre, bu olayla hiçbir ilişiği olmadığını, hiç bir emir vermediğini ve bilgisi bulunmadığını iddia etti. Bu arada, olayı soruşturma işine bakan bir savcı da azledildi. Bir kısım diğer karışık olaylar üzerine, Amerikan Kongresi Başkan’ın yargılanması için dokunulmazlığını kaldırma eğilimi gösterince, Nixon gizlediği Beyaz Saray’daki konuşmalara ait bir kısım ses bantlarını mahkemeye tevdi etmek zorunda kal ve bazı yerleri silinmiş veya bozulmuş olmasına rağmen, bantlardan Nixon’un bu işten haberi olduğu ve yalan söylediği anlaşıldı. Bu durum, kamuoyunu ve parlamenterleri daha çok etkiledi, Başkan Nixon iki sene direndikten sonra Ağustos 1974’de istifa etti, yerine yardımcısı Gerald Ford geçti ve kısa bir süre sonra hastalanan Nixon’u yargılamaktan affetti.  

Weimar Anayasası

Almanya’da I. Dünya savaşının ardından yapılan meclis seçimlerinden hiçbir parti çoğunluğu sağlayamadıysa da, büyük Sosyal Demokrat Partisi meclisin en güçlü partisi haline geldi. Sosyal Demokratlar, Merkez Partisi ve Liberal Demokratlardan oluşan bir koalisyon, Kurucu Meclise egemen oldu. Meclis’in Goethe’nin kenti olan ve liberalizmin simgesi haline gelmiş bulunan Weimar kentinde yaptığı toplantılarda liberal bir avukat olan Hugo Preus’a son derece liberal bir anayasa hazırlattırıldı. Büyük ölçüde Amerikan, Fransız ve İsviçre anayasalarından esinlenerek hazırlanmış bulunan Weimar Anayasası 31 Temmuz 1919’da kabul edildi. Ana hatlarıyla 7 yıllık bir süre için seçilen bir Cumhurbaşkanı, iki meclisli parlamento, nispi temsil ve eyaletlerin Federe yetkilerini öngörüyordu. Ulusal Meclis, 1920 ilkbaharına kadar Weimar’da kaldı, sonra Berlin’e taşındı. Böylece Almanya’da Hitler’e kadar sürecek olan Weimar dönemi başladı. Bu anayasaya uygun olarak kurulan hükümetlere egemen olan Sosyal Demokratlar, merkez, merkez-sol ve liberal partilerle sürekli koalisyonlar kurdular. 

Westphalia Barışı, 1648

Avrupa’da otuz yıl savaşları bitiren barış antlaşması. Bu savaşları bitirecek olan konferans, Avrupa’nın ilk en büyük konferansı sayılabilir. En önemli özelliklerinden biri, daha önceki uluslararası toplantılar dini nitelikteyken, Westphalia’nın devlet, savaş ve iktidar sorunlarının tartışıldığı laik bir konferans olmasıdır. O kadar ki, Papalık temsilcisi dinlenmediği gibi, Papa’ya da imzalattırılmamıştır. İkinci olarak Kilise’nin gücü sınırlandırılmış, Augsburg Barışı’nın hükümleri yenilenmiş ve Almanya’da Katoliklik, Protestanlık ve Calvinizm geçerli dinler haline gelmiştir. Üçüncü olarak, uluslararası hukuk bakımından da Kutsal Roma İmparatorluğunun parçalanmış olduğu doğrulanmıştır. Hollanda ve İsviçre üzerinde herhangi bir hak iddiası kalmamış, İsviçre bağımsızlığını kazanmıştır.Westphalia Barışı ile 300 kadar Alman devleti hemen hemen hükümran siyasal birimler oldular. Üye devletlerin rızası olmadıkça imparatorluğun vergi ve asker toplamayacağı, kanun koyamayacağı, savaş ilan edemeyeceği ve barış antlaşması imzalayamayacağı hükme bağlandı. Böylece, Avrupa’nın öteki devletleri mutlakıyetçi monarşi altında birleşir ve güçlenirken, Almanya ömrü çoktan tükenmiş olan feodal bir karışıklık içine itilmiş oldu. Bundan sonra Avrupa, kendi yasalarına göre hareket eden, kendi siyasal ve ekonomik çıkarlarını izleyen, serbestlik içinde ittifaklar kuran ve bozan, savaş ile barış arasında, güç dengesi kurallarına göre durum değiştiren, elçi gönderip kabul eden bağımsız ve özgür devletlerden oluşacaktır.Belirli kurallara göre hareket eden aralarında düzenli ilişkiler bulunan parçaların (devletlerin) oluşturduğu bütün, uluslararası sistem, bugün anladığımız anlamda Westphalia ile doğmuş sayılabilir.  

White Planı: bkz. Amerikan Planı 

Wilhelm II (1859-1941)

Prusya Kralı ve Alman İmparatoru, Almanya’nın yayılmacı dış siyasetine önderlik ederek, I. Dünya Savaşı’nın başlamasında önemli rol oynamıştır. Almanya’nın bir dünya gücü olmasını isteyen II. Wilhelm yayılmacı ve militarist bir politika benimseyerek Birmarck’ın güttüğü dengeci politikaya son verdi. 1890’da Bismarck’ın büyük önem verdiği Alman-Rus Teminat Antlaşmasını yenilemeyerek ilk öneli değişikliği yaptı. II. Wilhelm’in izlediği yayılmacı siyaset İngiltere ve öteki sömürgeci devletlerle kaçınılmaz bir çatışmayı beraberinde getirdi.Haziran 1919’da imzalanan Versailles Antlaşması uyarınca, savaşın sorumlusu olarak ilan edilen, ancak Hollanda hükümetince geri verilmeyen II. Wilhelm, ölümüne değin arada yaşadı.  

Wilson İlkeleri: bkz. Ondört Nokta Programı 

Yarım Savaş Doktrini (Half War Doctrine)

ABD askeri otoritelerine göre, Soğuk Savaş döneminde ABD bir buçuk savaş için hazırlanmalıdır. Bu tam savaş Sovyetler ile çıkabilecek bir savaş olup, diğer “yarım savaş” ise dünyanın hassas bölgelerindeki çatışmalara katıma durumudur. Bu bakımdan en çok Ortadoğu, Basra Körfezi, Kuzeybatı Pasifik (Kore ve civarı) hassas ve kritik gözükmekte, ABD’nin dikkatini çevirerek önem verdiği yerlere acele sevk edilmek üzere özel iklim ve arazi şartlarına göre yetiştirilmiş, 100 binden fazla askerden ve araçlarından oluşan bir Acil Hareket Kuvveti (Rapid Deployment Force=RDF) hazırlanmış ve buna Çöl Ordusu da denmiştir.  

Yedi Yıl Savaşları, 1856-1763

Fransa ve İngiltere arasında sömürgeler ve dünya hegemonyası için 1756’da başlayan ve yedi yıl devam eden savaşlar. Bu savaşlar sonucunda Hindistan, Afrika ve Amerika’daki Fransız toprakları İngiltere’nin denetimine girdi. Fransa’nın ekonomisinin dayandığı denizaşırı topraklarının hemen hemen tümünü elinden çıktı. 1763’te Paris’te barış antlaşması imzalandı, sonuçta Avrupa’da 18. yy güç dengesi korunmuş ve İngiltere denizlere egemen olmuştur.  

Yeni Delhi Konferansı, 1984

Bağlantısız ülkelerin yedinci zirve toplantısı. 1979 yılında yapılan Havana konferansında yedinci zirvenin 1982 yılında Irak’ın başkenti Bağdat’ta toplanması kararlaştırılmıştı. İran-Irak Savaşı, toplantının Bağdat’ta yapılmasını engelledi. Yedinci zirve, doksan dört ülkenin katılımıyla 1984 yılının Mart ayında Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi’de yapıldı. Dönem başkanlığını Küba lideri Fidel Castro’dan devralan İndra Gandhi’nin kişisel girişimleri, ülkeler arasında söz konusu olan görüş ayrılıklarının bazılarını giderdiyse de, genelde çeşitli ülke grupları arasındaki siyasi ayrılıklar konferansa damgasını vurdu. Bunun böyle olduğu sonuç bildirisinde siyasal konuların çok az bir yer tutmalarıyla anlaşılabilir. Sonuç bildirisinde yer alan ve dolayısıyla bütün ülkelerin üzerinde anlaştığı konular şunlardır: Zengin ve fakir ülkeler arasındaki eşitsizliğin azaltılabilmesi için yeni bir uluslararası ekonomik düzenin oluşturulması gerektiği, Ortadoğu’da Arap Birliği’nin Fez zirvesinde benimsediği planın uygulanması, İsrail’in, işlediği savaş suçları dolayısıyla Uluslararası Savaş Mahkemesi’nde yargılanması, nükleer silahlanmanın durdurulması ve Afganistan’daki yabancı askerlerin geri çekilmesi. 

Yeraltı Nükleer Denemeleri Sınırlandıran Antlaşma, 1974

Amerika ile Sovyet Rusya arasında imzalanan ve yeraltında 150 kiloton’dan daha güçlü nükleer silah denemesi yapılmasını yasaklayan ve “Eşit” (Treshold) Antlaşması adını alan 3 Temmuz 1974 tarihli antlaşma. Bu antlaşmaya göre taraflar, bütün yeraltı denemelerinin durdurulması hususunda bir anlaşmaya varmak için görüşmelerini sürdüreceklerdir. Anlaşma, Amerika Birleşik Devletleri Senatosu’nca onaylanmadığı için yürürlükte değildir. 

Yıldırım Savaşı: bkz. Blitzkrieg 

Yom Kippur Savaşı: bkz. Ramazan Savaşı 

Young Planı, 1929

I. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın ödeyeceği tamirat borçlarına ilişkin plan. Owan D. Young tarafından Ocak 1930’da hazırlanan plana göre Almanya yılda 391 milyon olmak üzere yirmi iki taksit ödeyecekti. Borçların toplam tutarı 26 milyar dolardı. 1929-1930 dünya ekonomik bunalımı dolayısıyla Almanya borcunu ödeyemeyeceğini gördü. Böylece planın yürütülmesi mümkün olmadı.  

Yüzdeler Antlaşması, Ekim 1944

Churchill ve Stalin arasında 1944 Ekim’inde gerçekleşen ve amacı Doğu Avrupa’da etki alanlarının kesin olarak saptanması olan anlaşmayla İngiltere ve Rusya Doğu Avrupa’da sahip olacakları üstünlüğü yüzdelerle belirlemişlerdir. Macaristan’da İngiltere %50, Sovyetler %50, Bulgaristan’da %25, %75; Romanya %10, %90; Yugoslavya’da %50, %50; Yunanistan’da %90, %10, Churchill’in anılarından yazdıklarında anlaşıldığına göre, bu anlaşma o andaki savaş durumu düzenlemesiydi ve imzalanacak olan barış antlaşmalarında değişikliklere açıktı. Gerçek ne olursa olsun, böyle bir düzenlemenin savaş sonrası gelişmelerini etkileyeceği açıktı ve öyle de oldu. Sovyetler Birliği Doğu Avrupa ülkelerinde askeri üstünlüğünü sonuna kadar kullanırken, Yunanistan’a karışmadı ve İngiltere, Yunan iç savaşında kralcı hükümete tam destek verirken, Yunan komünistlerine doğrudan yardım yapmadı.  

Yüzyıl Savaşları

XIV ve XV. yy.’da Valoisler Fransasını önce Plantagenetler sonra Lancesterler İngilteresi ile karşı karşıya getiren savaşlara verilen ad. Geleneksel olarak Fransa tahtı için bir veraset savaşı şeklinde yorumlanan ve 1337-1433 yıllarıyla sınırlandırılan bu savaşlar aslında gerek bu yorumu, gerek bu zaman çerçevesini büyük ölçüde aşar. Aslında bu savaşlar, birbirinden uzun barış dönemleriyle ayrılan ve bu sebeple hedefleri bu dönem sırasında değişen bir askeri harekat dizisidir.XIV. yy. ortasında XV.yy. ortasına kadar devam eden şekliyle Yüzyıl Savaşları’nın orijinalliği, bu savaşlar sırasında modern milletlerin oluşması, kadrolarının hazırlanması ve güç kazanmalarından gelir. Klasik bir feodal savaş gibi başlayan Yüzyıl Savaşları, milletle millet arasında bir savaş olarak sona erdi Tamamıyla Orta Çağa bağlı Batı Avrupa’da başladı, büyük keşiflerin, Rönesans’ın ve Reform’un arifesinde son buldu.Yüzyıl Savaşları hem Fransa’da hem de İngiltere’de milli bilinci uyanmasını sağladı.  

Zürih Antlaşması, 11 Şubat 1959

Yunanistan ve Türkiye başbakanlarının Kıbrıs’ta bağımsız bir devlet kurulması konusundan yaptıkları antlaşma. Yapılan antlaşmada, kurulacak bağımsız Kıbrıs devletinin uluslararası konumunun ve anayasasının dayandırılacağı temel ilkeler kararlaştırıldı. Alınan ilke kararları İngiltere’ye bildirilmeden açıklanmadı. İngiltere’nin antlaşmaya bazı hükümler eklemesi sonucu Ada’nın statüsü belirlenirken, 19 Şubat 1959’da yapılan Londra antlaşması ile alınan kararlar geçerlik kazandı.

Yorum bırakın