Abluka (blockade)

Savaş halinde olan devletlerden birinin, diğerinin kıyılarından biri bölümüne veya tümüne giriş ve çıkışı engellemeyi amaçlayan savaş önlemlerinden birisidir. Devletlerin birbirlerine karşı geniş çapta ekonomik bağımlılıkları olmasından dolayı abluka modern savaş aracı olarak etkili bir silah vazifesi görür. Genel olarak abluka yazılı olan veya olmayan uluslararası hukuk kuralları ile düzenlenir. Abluka öncesinde tarafsız devletlere notayla bildirimde bulunmak ve her devlete eşit muamelede bulunmak zorunludur. Abluka ihlallerinde cezai müeyyide olarak gemiye el konabilir fakat zarar verilemez.Uygulama yönünden ablukaları çeşitli sınıflara ayırmak mümkündür. 18 ve 19. yy.da yaygın olan kağıt ablukasında sadece ablukanın ilanıyla yetinilmiştir, hukuki bir işlevi yoktur. Çoğunlukla savaş zamanında başvurulana abluka (BM’nin 1990’da Irak’a karşı uyguladığı gibi) savaş olmaksızın da söz konusu olabilir. (1962 yılında ABD’nin Küba’ya uyguladığı gibi). Ayrıca abluka Irak’a uygulandığı gibi denizden olabileceği gibi, 1948 yılında Berlin’e uygulanan abluka gibi karadan ve havadan olabilir. Ayrıca abluka Amerikan İç Savaşı esnasında Kuzey’in Güney’in limanlarını ablukaya alması sonucu savaşı sona erdiren önemli bir etken olmuştur. Sonuç olarak abluka uluslararası arenada etkinliğini ve işlevselliğini korumaktadır. 

ABM sistemi: bkz. anti balistik füze sistemi 

Açık Deniz (high seas)

Hiç bir devletin egemenliği altında olmayan uluslararası deniz alanları. Bir devletin karasuları ya da iç suları olmayan bu alanlardan bütün devletler uluslararası hukukun izin verdiği ölçüde yararlanırlar. Uluslararası kamu alanı olarak kabul edilen açık denizdeki özgürlük rejimi, seyrüsefer, yapay adalar inşa etme, bilimsel araştırmalar yapma balık avlama, deniz altı kablo ve boruları döşeme ile uçuş serbestliğini kapsar. Devletlerin tekelci yetkilerinin olmadığı bu uluslararası denizlerde düzen, bayrak yasası ve devletler arasında kamuya ilişkin imzalanan sözleşmeler ile sağlanır.  

Açık Diplomasi (open diplomacy)

Gizli diplomasiye tepki olarak ortaya atılan diplomasi anlayışı. Bu anlayışa göre, diplomatik görüşmelerle ilgili tarafların yüklenecekleri hak ve sorumlulukların kamuoyunun bilgi ve denetimine sunulması gerekir. Gizli diplomasiye en büyük tepki ABD başkanı olan W. Wilson’dan gelmiştir. Savaş sonucunda yayınladığı “On dört Nokta”nın birincisinde “açık görüşmeler sonunda varılacak açık sözleşmeler” ilkesini iler sürmüştür. Bu diplomasi anlayışının gelişmesini etkileyen iki ana etkenden söz edilebilir. İlk olarak, genel anlamda katılımcı demokrasinin sınırlarının gelişmesi hem kitlelerin meclislerini, hükümetlerini denetleme ve yönlendirme olanağını nispeten artırmış, hem de kamuoyunu çeşitli baskı gruplarına ait örgütler yolu ile yöneticileri etkileme mesaj iletme kanallarının açılması, açık diplomasiyi belirli bir ölçüde de olsa zorunlu kılmıştır. İkinci olarak da özellikle konferans diplomasisi, parlamenter diplomasi gibi gizli biçimde yürütülmesi pek de kolay olmayan diplomasi türlerinin yaygınlaşması açık diplomasiyi kaçınılmaz hale getirmiştir.Bu tür diplomasinin asıl amacı, iki veya daha fazla devletin aralarında gizlice anlaşarak, bir başka devletin temel hak ve yetkilerine yönelik bir eyleme hazırlanmalarını engellemeye çalışmaktır.Fakat iki dünya savaşı arasındaki dönemde ayıp sayılmış olan kapalı yada gizli diplomasi yöntemine son savaştan bu yana yoğun bir biçimde dönülmüş bulunuyor.  

Açık Kapı Politikası (open door policy)

ABD’nin, Çin’in toprak ve yönetim bütünlüğünün sağlanması, Çin’le ticari ilişkileri olan ülkeler arasında eşit ayrıcalıkların korunması için ilan ettiği ilkeler bildirgesi (1899-1900). Bu amaçla bu devletin kendi toprakları üzerinde diğer devletlere serbestçe ticaret yapma özgürlüğü tanınması. Bu politika ABD’nin yaygın olarak benimsenmiş ve uzun bir süre ABD dış politikasının temeli olmuştur. Bildirge ABD Dışişleri Bakanı John Hay tarafından Büyük Britanya, Almanya, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya’ya gönderilen sirküler bir mektup şeklinde hazırlanmıştır. Bildirge şu maddeleri içeriyordu:

1)Her ülke, antlaşmayla dış ticarete açılan herhangi bir limanı serbestçe kullanacak ya da kendi nüfuz bölgesindeki başka kazanılmış haklardan serbestçe yararlanacak,

2)Ticaret üzerinden alınan vergiler yalnızca Çin Hükümeti toplayabilecek,

3)Nüfuz bölgesine sahip ülkeler liman ücreti ve demiryolu resmi ödenekten muaf tutulmayacak.

Açık kapı politikası Japonya’nın II. Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğraması ve Çin İç Savaşı’nda komünistlerin kazandığı zaferde (1949) anlamını yitirerek son bulmuştur. 

Aktif Halk (active population)

Sistemi düzeltmek, değiştirmek için çaba harcayan ve siyasal sistemle yakından ilgilenip ona faal olarak katılan halk grubu Aktif kişiler ya düzenden yana olurlar ve onun bütün güçleriyle destekler, ya da düzene karşı çıkarlar ve düzeni değiştirmeye, gerekirse yıkmaya çalışırlar. Bu halk grubu dış politika konularında bilgi sahibidir ve sosyal-eğitimsel yapıda üst düzeyde bulunurlar. Aktif halk grubu tüm halkın %9-11 gibi küçük bir kısmını teşkil eder.  

Alçak Yoğunlukta Çatışma: bkz. Düşük Yoğunlukta Çatışma 

Ambargo (embargo)

Ekonomik politikanın yaptırım araçlarından bir tanesi. Bir ülkeyi ekonomik açıdan zor duruma düşürmek için ticaret gemilerinin ve diğer malların giriş çıkışının, ithalat ve ihracatın yasaklanması. Ambargo etkili olabilmesi için sadece denizden değil, havadan ve hatta karadan da uygulanmalıdır. Ambargo sivil ve uluslararası olmak üzere iki türlüdür. Sivil ambargo, bir devletin kendi gemilerini yabancı devletlerin yağmasından korumak yada malların belli bir ülkeye ulaşmasını engellemek amacıyla kendi limanlarında alıkoymasıdır. Uluslararası ambargo ise yabancı devlet gemilerinin ve mallarının alıkonulmasıdır. Ambargo amaç yönünden siyasal içerikli yahut misilleme türünde olabilir. Siyasal amaçlı ambargo savaş yada ayaklanma içinde olan devletlere silah ve savaş malzemesi ihracını engellemek amacıyla uygulanır. İspanyol İç Savaşı sırasında ABD’nin tarafsızlığını belirtmek amacıyla uyguladığı 1937 yılındaki ambargo bu türe bir örnektir. Misilleme türünde ambargo; devletler hukukuna ilişkin yükümlülüklerini çiğnediği düşünülen bir devlete karşı kullanılır. İngiltere ve Fransa’ya konulan 1807 ABD ambargosu bu niteliktedir. Ayrıca ABD’nin en gözde devlet olan SSCB’ye uygulamış olduğu kısıtlama da “de facto ambargo” olarak tanımlanır. 

Amfibik Harekat (amphibic operation)

Stratejide, deniz ve kara müşterek harekatına denir ve daha ziyade denizden karaya asker ve zırhlı araçlar çıkarılmasını kapsar. Bu alanda özel olarak hazırlanmış deniz piyadesi birlikleri ile denizden yüzen tank ve zırhlı araçlar yapılmıştır.Kıbrıs olaylarının 1963’ten beri ciddi bunalımlar göstermesi karşısında silahlı kuvvetlerimiz amfibi harekata girişme kapasitesi elde etmişlerdir. Nitekim 1974 Temmuz’unda girişilen Barış Harekatımız çok başarılı olmuştur. 

Anarşizm (anarchism)

Bir ülkede veya milletlerarası alanda çeşitli amaçlarla ve türlü yollarla kargaşalık ve huzursuzluk yaratılması çabalarına ve olaylarına anarşizm deniz. Anarşizm, mevcut düzeni sarsmak ve yıkmak, ekonomik, politik ve sosyal karışıklar çıkarmak gibi amaçlara yöneliktir. Menfi propaganda faaliyetleri şekliyle olanlara karşı kanuni ve fiili tedbirler alırlar. 

Animus Belli

“Savaş amacı” anlamına gelen latince terimdir. 

Antant (entente)

Anlaşma, siyasi anlaşma. Devletler arasında bir veya birkaç anlaşmanın imzalanması ile oluşan ittifaklara verilen ad. Antant kelimesi tarih boyunca bazı devletlerarası anlaşma ve birleşmelerin özel adı olarak kullanılmıştır. 1959’da dört Afrika devleti (Fildişi Sahili, Dehemey, Nijer ve Yukarı Volta) tarafından kurulan Antant Kurulu 1904’te Fransa-İngiltere yakınlaşmasını simgeleyen Entente Cordiale, 1920 ve 1921’de Romanya, Yugoslavya ve Çekoslovakya, arasında imzalanan iki taraflı anlaşmalar sonucu doğan “Küçük Antant”, 1898-1905 yılları arasında Fransa, İngiltere ve Rusya’nın aralarında imzaladıkları anlaşmalarla oluşturdukları “Üçlü Antant” tarihte en bilinen antant örnekleridir. 

Anti-Balistik Füze Sistemi (anti-ballistic missile system)

Nükleer silahlara karşı geliştirilen, düşman balistik füzesini yok etmeye yada etkisiz hale getirmeye çalışan savunma sistemi. Saldırı halindeki bir uçak yada füzenin hedefine varmadan yok edilerek hedefin korunması amacıyla kullanılan sistem, yok edilmek istenen saldırı araç yada füzesinin hangi aşamada yok edilmek istenişine göre çeşitlilik gösterir. Balistik füzelerin ortaya çıkmasıyla kent, sanayi merkezleri ve füze depoları büyük ölçüde tehlike oluşturuyordu. ABD ve Sovyetler Birliği bu tehlikeyi bertaraf etmek için ABM savunma sisteminin kurulmasını tasarladılar. Aynı zamanda bu sistem çok iyi işleyen bir erken uyarı sisteminin varlığını gerektirmekteydi. Kurulması ve devam ettirilmesi çok yüksek maliyetlere mal olan bu sistem, 26 Mayıs 1972’de ABD ve SSCB arasındaki Salt-I antlaşmaları çerçevesinde büyük ölçüde sınırlandırıldı. 1975 yılından bu yana ABD’de hiç bir ABM Savunma Sistemi çalışmamaktadır. SSCB’de ise Moskova çevresinde “Galoş” tipi 64 füze savardan oluşan sistem bulunmaktaydı. 

Anti-Semitizm (anti-Semitism)

Yahudi ırkına karşı duyulan düşmanlık. İlk çağlarda Musevilerin putperestliğe karşı çıkışının nedeninin ülkelerine bağlı olmamaları biçiminde yanlış anlaşılması sonucu, anti-semitizmin temelini din farklılıkları oluşturuyordu. Fakat 19. yy.da milliyetçilik akımının Avrupa’yı etkisi altına alması sonucu anti-semitizmin dayanağı dinsel nitelikten ırkı üstünlüğe kayarak kitlelerden büyük destek görmüştür. Anti-semitizm bazı devletlerin devlet politikası haline gelmiş. Örneğin Orta Çağ’da Rusya’da Çarlık dönemi boyunca devlet politikasının bir parçası olarak süre gelmiştir. Yahudilerin özellikle Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde çok iyi koşullarda yaşamaları, milliyetçilik akımının etkisiyle Yahudileri birinci hedef haline getirmiştir. 1933’te Almanya’da Adolf Hitler’in iktidara gelmesiyle anti-semitizm çığırından çıkarak tüm dünyaya yayılmıştır. II. Dünya Savaşı boyunca Almanlar tarafından altı milyon Yahudi öldürülmüştür. İslam ülkelerinde anti-semitizm ehli kitap sayılan Yahudilerin zımnilik statüsüne tabi tutulması sonucu bir sorun oluşturmamıştır.  

Aparthayd (apartheid)

Güney Afrika Cumhuriyeti’nde 1994 yılına kadar yürürlükte kalan ve beyaz olmayan ırklar arasında yasal olarak bir ayrımı öngören politika. Apartheid rejimi Avrupalı azınlığın ülkenin yönetimini kontrol etmesi için düzenlenmiştir. Böylece ülke nüfusunun sadece %15’ini oluşturan beyazlar ülkenin siyasal liderliğini ellerinde tutuyorlar ve ülke ekonomisini de istedikleri şekilde yönlendiriyorlardı. Apartheid düzeni 1950 tarihi Nüfus Kayıt Yasası’na dayanıyordu. Bu yasaya göre Güney Afrika vatandaşları Bantu (bütün zenciler), Renkliler (melezler) ve Beyazlar şeklinde üçe ayrılıyorlardı. Bu ayrıma daha sonra Asyalılar (Hindistan ve Pakistan kökenliler) de eklendi.Apartheid rejimi ile beyaz yönetim, beyaz olmayanların siyasi haklarını meslek seçme, ibadet ve evlenme özgürlüklerini kısıtlıyordu. Zenciler devletçe belirlenen özel bölgelerde yaşamaya zorlanıyordu. Bunun üzerine 1963’ten itibaren zenciler yönetime karşı pasif direnişe başladılar. Bu hareketin liderliğini Afrika Ulusal Kongresi yaptı. Bu arada Apartheid uluslararası alanda da tepki görüyordu. 1961’de Güney Afrika Cumhuriyeti İngiliz uluslar Topluluğu’ndan çıkartıldı. Birleşmiş Milletlerin çağrısı üzerine bu ülkeye yönelik çeşitli ambargolar uygulanmaya başlandı.1980’lere gelindiğinde ülkede bir yumuşama havası hakim olmaya başladı. 1986’da bazı yasaların iptali ile Apartheid biraz daha esnek duruma getirildi. Apartheid’a karşı mücadele eden Afrika Ulusal Konseyi’nin lideri Nelson Mandela’nın 27 yıllık bir hapisten sonra Şubat 1990’da serbest bırakılması ile Apartheid’in yıkılmasına yönelik çabalar hız kazandı. 1990 ve 1991 yılında da Klerk hükümeti aralarında 1950 Nüfus Kayıt Yasası’nın da bulunduğu pek çok ayrımcı yasayı yürürlükten kaldırdı. 1992 ve 1993 yılında hükümet ile Afrika Ulusal Kongresi arasında yapılan görüşmeler sonucunda 27 Nisan 1994’te ülkede ilk kez bütün ırklardan kişilerin tek oya sahip olacağı eşit ve adil seçimlerin yapılması kararlaştırıldı. 27 Nisan 1994’te yapılan seçimlerde Afrika Ulusal Konseyi büyük bir başarı elde etti ve Nelson Mandela Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı oldu.Aynı tarihte yürürlüğe giren yeni anayasa ve haklar anayasası ile Apartheid rejimi tarihe karışmış oldu. 

Arabuluculuk (mediation)

Uluslararası bir anlaşmazlıkta, taraflar arasındaki anlaşmazlığa çözüm aramak veya kesin görüş ayrılıklarını azaltmak amacıyla üçüncü bir tarafın yardımına başvurulmasına dayanan bir uzlaştırma yöntemi. Arabulucu, önce tarafları buluşturup görüşmelerini sağlar. Görüşmelere kendisi de katılır. Ancak, arabulucunun önerileri taraflarca kabul edilmeyebilir, bu durumda arabuluculuk durumu da sona ermiş olur. 

Asimilasyon: bkz. özümleme 

Ataşe (attache)

Bir ülkenin yabancı ülkelerdeki diplomatik misyonlarında belirli bir uzmanlık alanı ile ilgili olarak temsil ve bilgi toplama fonksiyonunu gören diplomatik görevli. Siyasal memur statüsündeki bu görevli, bulunduğu yabancı devletin durumunu ve davranışlarını kendi yetki alanında kalmak koşuluyla izler ve hükümetine bildirir. Bazılarına göre onun bilgi toplama hareketi casusluk olarak kabul edilir. Ataşeler çeşitli hizmet alanlarında görev yaparlar. Örneğin askeri ataşeler (ataşe militer) bağlı oldukları ulusal ordunun komutanlığının temsilcisi sıfatıyla hem elçiliğin askeri danışmanıdır, hem de kendi ülkeleri için haber toplarlar. Basın ataşeleri basın, film, radyo ve televizyon gibi alanlarda uzmanlaşmış danışmanlardır. Ticaret ataşeleri, bulundukları yabancı ülkelerle kendi ülkeleri arasındaki ticaret ilişkilerini izleyen, ticaret anlaşmalarının hazırlanmasında rol alan ve kendi ülkelerinin ekonomik çıkarlarının korunması doğrultusunda danışma görevi yapan görevlilerdir. Kültür ataşeleri ise bulundukları yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kültürünü tanıtmaya ve iki ülke arasındaki kültür bağlarını geliştirmeye çalışırlar. 

Ateşkes (cease fire-truce)

İki yada daha çok taraf arasındaki çarpışmalara son vermek için yapılan antlaşma. Ateşkes antlaşmasının koşulları, kapsadığı alan ve süresi, genellikle antlaşmayı yapan taraflarca belirlenir. Ateşkes antlaşması ölülerin toplanması gibi özel amaçlarla, bölgesel yada geçici olarak yapılabilir. Buna bölgesel ateşkes yada mütareke denir. Bu antlaşmayla savaş durumu sona ermez. Bu tür antlaşmaların en önemli fonksiyonu, çatışan taraflara aralarındaki sorunu görüşmeler yoluyla çözme konusunda yeni bir fırsat oluşturmasıdır. Son zamanlardaki eğilim, ateşkes antlaşmasının kapsamını genişleterek biçim ve içerik açısından bir ön barış antlaşmasına dönüşmesini sağlamak yönündedir.Ateşkes antlaşmasına ilişkin genel kurallar 1907 Lahey Barış Konferansı’nda saptanmış ve Lahey Kara Savaşı Yönetmeliği’nde yer almıştır. Bu yönetmeliğin koşullarına göre, bir ateşkes antlaşmasının yeterince açık olmaması, savaşın yeniden başlamasına sebep olabilir. Kasıtlı ilerlemeler, bir birliğin hattı dışındaki noktalara el koyması ve birliklerin istenmeyen yada zayıf bir noktadan geri çekilmeleri, ateşkes antlaşmasının bozulmasını doğuran davranışlar arasındadır.  

Atom Bombası (atomic bomb)

Plütonyum 239 yada uranyum 235 izotopları gibi ağır element çekirdeklerinin bölünmesiyle açığa çıkan enerjiden kaynaklanan büyük patlayıcı güce sahip nükleer silah. Bu bölünme, çok hızlı bir zincirleme tepkime içinde bölünebilir çekirdeklerin nötronlarla bombardımanıyla başlatılır. Bir atom bombasının gücü, kimyasal patlayıcılarla yapılmış aynı boyuttaki bir bombayla karşılaştırılamayacak kadar büyüktür. Patlama sırasında, şok dalgaları ve rüzgar basıncıyla yarattığı etkinin yanı sıra ısı, ışık ve öldürücü ışınlar radyasyon yayar.İlk atom bombaları, II. Dünya Savaşı sırasında ABD’de Manhettan Projesi adıyla bilinen bir program çerçevesinde ve iki farklı türde üretildi. Plütonyumlu atom bombası 16 Temmuz 1945’te New Mexico eyaletindeki Alamogordo’da denendi. Uranyumlu ilk atom bombası ise, 6 Ağustos 1945’te Japonya’nın Hiroşima kentine atıldı ve kentin büyük bölümünün yerle bir olmasına, 200 binden çok kişinin ölümüne neden oldular. Bu çapta bir yıkıma yol açan ikinci bir plütonyum bombası da, 9 Ağustos’ta Nağazaki’ye atıldı. 1950’lerin ilk yıllarında termonükleer bombanın geliştirilmesiyle, atom bombaları ve silahları stratejik silahlar olmaktan çıkıp taktik silahlar sınıflardan sayılmaya başlandı. 

Avrosantrizm Diplomasisi (eurocentric diplomacy)

Uluslararası ilişkilerdeki yaklaşım biçimlerinden birisidir ve Avrupa’yı önem ve öncelik bakımından en ön planda ve bütün işlerin ve olayların merkezi olarak görmek ve bunu kabullenmektedir. ABD’nin İkinci Dünya Savaşı öncesi yıllardaki kabuğuna çekilme politikası nedeniyle ve Sovyetler Birliğinin içerde komünizmi yerleştirip pekiştirmek için meşgul bulunuşu sonucu Avrupa daima en önemli diplomasi odağı olarak göze çarpmıştır. Savaş sonrası yıllarda ABD ve Sovyetlerin iki süper devlet oluşları dünya politikasını iki kutuplu hale getirmiş, zamanla Çin’in ve Üçüncü Dünya denilen gelişmekte olan ülkelerin gruplaşmaları ile çok kutuplu (multipolar) bir durumda söz edilmeye başlanmıştır. Bu arada Avrupa kendi birliğini kurma yolunda bazı önemli adımlar atmış ve AET (Ortak Pazar veya Avrupa Ekonomik Topluluğu) çerçevesinde önce 6 sonra 9 ülke ekonomik birliğe yönelmiş ve diplomatik alanda ortak ve uyumlu bir dış politika amaçlanmakta ve sürdürülmektedir. Böylece bir çok önemli dünya sorunlarında ve olaylarında bunlar bir arada hareket ile avronsantrizm diplomasisini güçlendirmekte ve iki süper güç arasında önemli bir pozisyon sağlamaktadır. Avrupa ülkelerinin ekonomik ve teknik gelişmeleri ile ortak diplomasileri bu durumunu sürdürmesinin başlıca etkenleri olacaktır. Türkiye’nin de avrosantrik gelişmeleri iyi izlemesi ve bir rol alması, üzerinde önemle durulan bir husustur.  

Ayrım Politikası (discrimination policy)

Irk ayrımının yanı sıra, bir kısım ülkelerde bazı başka devlet uyruklarına da maksatlı olarak ayrım politikası (discrimination) uygulanır. Genellikle sosyal durum, din ve ırk, köken yönünden bu ayrım göze çarpar. Örneğin, Yunanistan’ın Batı Trakya’daki Türklere uyguladığı politika böyledir. Kağıt üzerinde bütün vatandaş haklarına sahip gözükmekle beraber Türkler çeşitli formalitelerle birçok haklarından fiilen yoksundurlar ve ayrıma uğramaktadırlar.

Azgelişmişlik (underdevelopment) 

Sermayenin nüfusa ve mevcut gelir kaynaklarına göre yetersiz olması. Ekonomik kalkınmışlığın göstergesi olan sanayileşmeyi sağlayamamış, ulusal geliri ve dolayısıyla tasarruf düzeyi sanayileşmeyi gerçekleştirecek yatırımların finansmanına yetmeye ülkeler, azgelişmiş ülkeler olarak adlandırılır.İlk kez BM Genel Kurulu’nda kullanılan bu terim, kişi başına düşen reel gelir düzeyi ve üretim kapasitesi ile tanımlanmıştır. Bunların ortak özellikleri,

1)düşük tasarruf ve yatırım hacmi,

2)döviz gelirinin büyük kısmının tarım kesiminden sağlanması,

3)Emek yoğun bir üretime dayanma ve bunun çoğunun da tarım kesiminde istihdamı,

4)yetersiz alt-yapı,

5)bozuk gelir dağılımı,

6)düşük okuma-yazma oranı,

7)hızlı nüfus artışı, yetersiz beslenme, yüksek çocuk ölümleri.

Hızlı nüfus artışı durumu daha da kötüleştirmektedir.Bu ülkeler genellikle dünyanın geri kalan kısmından işlenmiş ürünler ithal eder ve onlara sınai veya zirai ilk madde ihraç ederler. Görünmeyen hizmetler (navlun, turizm, sigorta vb.) mübadelesinden kar sağlama imkanları yoktur. Ödünç sermaye alırlar ve faiz, yıllık borç taksiti, temettü ödemek zorunda kalırlar. Bu da onları zengin ülkeler ve borç verenlere bağımlı kılar. Azgelişmiş ülkeleri dünya kapitalist sisteminin gelişme sürecinde ve bu süreç içinde aldıkları roller çerçevesinde inceleyen kuramlar, az gelişmişliği dünya, kapitalist sistemi ile bağımlılık ilişkisine göre tanımlarlar. Kurama göre azgelişmişlik “uydu” ya da “çevre” ya da merkez gelişmiş ülkeler arasında kapitalizmin dünya çapında genişlemesiyle başlayan ve bugün de sürmekte olan ekonomik ilişkilerin tarihsel ürünüdür. Az gelişmenin gelişmesi ise, dünya kapitalizminin gelişme sürecinde, dünya işbölümü ile bütünleşme biçimlerine bağlıdır.

Azınlık Grubu (minority group) 

Bir toplumda, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan gruptan din, dil, etnik köken vb. yönlerden farklı özellikler gösteren topluluk. Yerleşik azınlığın çoğunlukla eşitliğini sağlayıcı kurallar genellikle şu konulardan konulmaktadır;

1)Yaşama hakkı,

2)Özgürlüklerden yararlanma,

3)Medeni ve siyasal haklardan yararlanma.

Azınlıkların farklı kimliklerini sürdürmelerine ilişkin kurallar ise genellikle şu konularda kabul edilmektedir.

1)dillerini kullanma ve kendi ibadetlerini serbestçe yapma,

2)Özel kültürlerini sürdürme.

Bu haklardan yararlanma, azınlığa mensup kişilerin bireysel düzeyde yararlanmaları ve uyrukluğunu taşıdıkları devlete bağlılık göstermeleri ile gerçekleşir. Halen, herkesçe kabul edilmiş bir azınlıklar rejimi olmadığı gibi, azınlıklar konusu bir azınlıklar rejimi olmadığı gibi, azınlıklar konusu çözümlenmesi çok zor bir uluslararası sorun olarak varlığını sürdürmektedir. 

Bağımlılık (dependence) 

İki veya daha fazla sayıdaki uluslararası politika biriminin arasında simetrik olmayan bir etki ilişkisi. Günümüzde iki anlamda kullanılmaktadır. İlki, özellikle Anglo-sakson yazarlar kavramı, bir (A)devletin tutum ve davranışlarının bir başka devletin (B)tutum ve davranışları ile açıklanabilmesini, (A)’nın (B)’ye bağımlılığı olarak tanımlamaktadırlar. Bu türden bir bağımlılık terimi en azından derecelendirme yolu ile ölçülmeye nispeten uygun bir görünümdedir. İkinci olarak uluslararası sistemi merkez/çevre ikilemi içerisinde gören ve Andre Gunden Frank başta olmak üzere Latin Amerika üzerinde uzmanlaşmış bazı yazarlar ise, kavrama devletlerarası bir ilişkinin ötesinde bir anlam yüklemektedirler. Bu bağlamdan bağımlılık olgusu, metropol ülkenin karar alma mekanizması, merkez/çevre bağlantısında önemli bir role sahip olan çok uluslu ve uluslar üstü şirketler, çevredeki yerel karar aldıkları, gibi birimler arasındaki bir ilişki ve bu ilişkinin içerisinde oluştuğu yapı olarak ortaya çıkmaktadır. Bu türden bir bağımlılık ilişkisinin derecelendirme yolu ile ölçülebilmesi oldukça zor görünmektedir.

Bağımsızlık (independence) 

Uluslararası politika ve uluslararası hukuk alanında farklı sayılabilecek anlamlarda kullanılan kavram. Uluslararası politikada bağımsızlık, bir ülkenin başka bir ülke yada ülkelerin yönetim yada denetimi anlamındadır. Bununla beraber tam bağımsızlıktan söz etmek güçtür. Devletlerin birbirinden etkilendiği kabul edilir. Bağımsızlık uluslararası hukukta devletin kurucu öğelerinden biridir. Devletin kurucu öğelerinden egemenlik ilkesinin uluslararası hukukun alanını sınırlaması, dolayısıyla bazı hukukçular bunun yerine bağımsızlık kavramını kullanmaktadırlar. Klasik devletler hukukuna göre bağımsızlık bir devletin dışa karşı egemenliği anlamına gelir ve tüm egemen devletlerin eşitliği ilkesine dayanır. Bu çerçevedeki bağımsızlık, uluslararası hukukun sujeleri konumunda bulunan devletlerin yetki limitlerinin uluslararası hukuk kurallarınca belirlenmesi ve garanti altına alınması anlamını taşımaktadır.  

Bağlantısızlık (nonaligment) 

Bloksuzluk olarak da bilinir. Uluslararası politika, belli başlı bloklarla siyasal yada ideolojik yakınlaşmalardan kaçınma politikası. Bağlantısızlık politikası, II. Dünya savaşı sonrasında Hindistan, Kenya, Yugoslavya gibi ülkeler ile Asya ve Afrika’da yeni kurulan devletlerin çoğu tarafından uygulandı. Bu ülkeler, çoğunlukla ne SSCB’nin önderliğindeki sosyalist blokla ne de ABD’nin önderliğindeki batı bloğuyla ittifak kurmaya yanaştılar. Bununla beraber, kendilerini soyutlayacak bir yansızlık politikası da izlemediler. Bir yandan uluslararası ilişkilere etkin biçimde katılırken öbür yandan uluslararası sorun ve çatışmalarda açık tutum takındılar. Bağlantısız ülkeler arasında en geniş grubu oluşturan genç Asya ve Afrika ülkeleri, çoğunlukla batılı devletlerin eski sömürgeleridir. Bu ülkeler, hem batı bloğu içindeki eski sömürgeci devletlerle sürekli ve yakın ilişki kurmanın yeni bir bağımlılık biçimi oluşturabileceğinden kaygılanmakta, hem de sosyalist düzenlerin hızlı ekonomik gelişmesi genellikle çekici gelmekle birlikte, SSCB ile çok yakından bağlar kurmanın da onları uydulaştırarak bağımsızlıklarına zarar vereceğinden korkmaktadır. Bağlantısızlık politikası, bu ülkelerin büyük gereksinme duyduğu ekonomik yardımları da çoğu kez her iki bloktan da sağlamalarına olanak vermektedir.İlk kez 1955 Bandung Konferansı’nda adlarını duyuran bağlantısız ülkeler, 1960’lar ve 1970’lerde, uluslararası ilişkilerde ortak politika izleyerek yeni bir blok oluşturmaya çalıştılar, ama belirli konularda kendi aralarında çıkan ulusal çıkar ayrılıkları yüzünden bu girişimler, başarısız kaldı. Bandung’tan sonra “Bağlantısızlık Hareketi Konferansı adı altında sekiz konferans toplantısı 1961’de Balgrad’ta 25 ülkenin katılmasıyla düzenlenen ilk konferansta, bağlantısız sayılmak için 5 ilke belirlendi. Bunlar; 1)Barış içinde bir arada yaşamayı temel alan bir bağımsızlık politikası izleme, 2)NATO, Varşova paktı, SEATO veya CENTO gibi çok farklı askeri ittifaklara katılmama, 3)Kendi topraklarında üs vermeme, 4)Büyük güçlerle ikili askeri ittifaklara katılmama, 5)Ulusal kurtuluş savaşlarını destekleme.1960’lı yıllarda çok sayıda eski sömürgenin bağımsızlığa kavuşarak uluslararası sistem ve BM içerisinde yer alması ile hareket giderek güç kazandı. 1970’lerden itibaren, kısmen iki kutuplu sistemin gevşemesi, kısmen hareketin ortak paydasını oluşturan sömürge durumundan kurtulmak için verilen ulusal kurtuluş mücadelelerinin azalması, kısmen de grubun üye sayısının artması dolayısı ile ortaya çıkan dağınıklık, hareketin eski prestijini yitirmesine sebep oldu. 1986’da Harare’de yapılan son konferans 101 bağlantısız ülke temsilci yolladı. Günümüzde grubun faaliyetlerinin en belirgin biçimde ortaya çıktığı yer BM Genel Kurulu’dur.  

Balıkçılık Bölgesi (fishing zone)

Balıkçılık amaçlı olarak belirlenmiş, karasuların dış sınırının ötesindeki deniz bölgesidir. Kıyı devletlerin istemiyle oluşturulan bu bölgeye “balıkçılık bitişik bölgesi” adı da verilir. Ancak, balıkçılık bölgesi kavramının varlığı günümüzde söz konusu olmaktan çıkmıştır. Türkiye 15 Mayıs 1964 tarihli Karasuları Kanunu ile 6 millik karasularına 6 millik bir balıkçılık bölgesi kurmuştur.  

Barışçı Çözüm (peaceful settlement)

Güce başvurmadan devletler arasındaki uyuşmazlıkların giderilmesidir. Barışçı çözüm devletlerin önemli hakları ve görevleri konusundaki uyuşmazlıkların çözümlenebileceği süreçleri içerir. Uluslararası uyuşmazlıkların barışçı çözümü için iki tür teknik vardır. Hukuki ve siyasal, hukuki olan uluslararası hukuki uyuşmazlığın gerçeklerine (öğelerine) uygulamayı içerir. Bunun başlıca iki yöntemi söz konusudur. Hakemlik ve uluslararası yargı. Siyasi olan ise diplomatik müzakere, dostça girişim, arabuluculuk, soruşturma komisyonları, uzlaştırma komisyonları ve BM örgütü aracılığıyla çözüm yöntemleridir. 1899 ve 1907 Hague Barış Konferansları zorunlu barışçı çözüm sürecini kurma çabalarının oluşmasına neden oldu. Bu tür çabalar ve metotlar Briand-Kellog Paktı’nda, BM anlaşmasında yer aldı. Barışçı çözüm alanındaki gelişmeler (ilerlemeler) silahsızlandırma, uluslararası örgütsel etkinlikler, ekonomik gelişme ve eğitimsel ve kültürel değişiklikler gibi ilgili alanlardaki çalışmalarla daha da büyümektedir.  

Barış Gücü (peace force)

Birleşmiş Milletlerin bazı bunalımların üzerine ve Güvenlik Konseyi’nin kararı ile üye ülkeler askerlerinden oluşan ve kritik bölgelere gönderilen kuvvetlerdir.İlk defa Kore Savaşı çıktığında buraya Birleşmiş Milletler kuvvetleri sevk edilmiştir. Ancak, doğu bloğu ülkeleri bunu arzulamadığından bu konudaki karar Güvenlik Konseyi yerine, Genel Kurulu’nca alınmış ve uygulanmıştır. Esasen bu operasyona daha ziyade ABD kuvvetleri önemli ölçüde katılmıştır. Daha sonraları ise, başka durumlarda da Birleşmiş Milletler üyelerinden bazılarının askerlerinden oluşan kuvvetler kullanılmış ve bunlara doğu bloğu ile batı bloğu ve tarafsız (bloksuz) ülkeler askerlerinin de katıldığı görülmüştür. Bu da, Birleşmiş Milletler Anayasası’nda öngörülen bu örgütün askeri kuvvetlerinin olmayışının herkesçe bir boşluk olarak kabul edildiğine bir işarettir. Nitekim, Birleşmiş Milletler bazı olaylarda (Ortadoğu, Kongo, Kıbrıs) silahlı kuvvetler göndermiş bazı yerlerde de askeri gözlemciler bulundurmuştur.Örneğin Kıbrıs’taki B.M. Barış Gücü (UNFICYE) adıyla anılan ve bir ara toplam 6 bin kişi civarına kadar çıkan Avusturya, Kanada, Danimarka, Finlandiya, İrlanda, İsveç ve İngiliz askerlerinden oluşan bir askeri kuvvet görevlendirilmiştir. Ayrıca, bu kuvvetlerin masraflarının karşılanmasına çok daha fazla sayıda BM üyesi ülkeler katılmaktadırlar ve hepsi kendi arzusuna göre bir miktar para vermektedir. 1964’te Kıbrıs’a gönderilen bu kuvvetlerin finansmanına 55 ülke katılmış bulunmaktadır. Bu kuvvetin süresi de her 6 ayda bir Güvenlik Konseyince görüşülmekte ve yeniden uzatılmaktadır. 1974 yazında Türkiye’nin yaptığı Kıbrıs Barış Harekatı ile B.M. Barış Gücünün yeterli ve yararlı olmadığı ortaya çıkmıştır. Halen Adada 2500 kadar Barış gücü askeri vardır.Son olarak, Ortadoğu’daki Altı Ekim Arap-İsrail Savaşı’ndan sonra, Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler kuvvetlerinin bir kısmı Sina Yarımadası’nda gönderilerek, Mısır-İsrail kuvvetleri arasında bir bölgede görev almışlardır. Ortadoğu’da UNTSO, UNEF, UNDOF Mısır-İsrail arasında ve UNIFIL Lübnan’da görev alan kuvvetlerin isimleridir. B.M. Barış Gücü askerlerine politika lisanında ayrıca “Mavi Bereliler” (casque blues) denmekte olup, bunun nedeni, sözü geçen askerlerin Birleşmiş Milletler bayrağındaki mavi renkte bere giymeleridir. 1978’de Afrikalılar da bir Barış gücü oluşturup Zaire’ye yollamışlardır.  

Barış İçinde Birarada Yaşama (peaceful co-existence)

II. Dünya Savaşı’nı izleyen soğuk savaş yıllarından sonra SSCB tarafından ortaya atılan, kapitalist, sosyalist sistemler arasındaki ilişkilerin savaşa yol açmadan sürdürülebileceği belirtilen doktrin.1920’lerin başında V.İ. Lenin tarafından ilk söz edilerek çerçevesi çizilen terim, farklı toplumsal sistemleri olan ülkeler arasında barışçı ilişkiler kurulmasını öngörüyordu.Sovyetler birliği Komünist Partisi (SBKP) birinci sekreteri Nikita Kruşçev, 21 Haziran 1960’ta yaptığı bir konuşmada kapitalizm koşullarında savaşın kaçınılmaz olduğu yolundaki kuramın artık geçerli olmadığı görüşünü yineledi. Kruşçev, daha sonra da sosyalizmin başarısının anahtarının barış içinde bir arada yaşama olduğunu vurguladı. Bu kural ulusal kurtuluş savaşlarını geçersiz kılmıyordu. SSCB, sömürgesi aktif bir biçimde destekleyecekti. Gene Kruşçev’e göre barış için mücadele sloganı ile, komünizm için mücadele sloganı çatışmıyordu. Bu doktrinin ana çizgileri Ekim 1964’te Kruşçev’in yerine geçen Leonid Brejnev tarafından izlendi.Bu yorum esas itibariyle nükleer bir savaşta her iki tarafın da yok olacağının anlaşılmaya başlanmasıyla ilgilidir. Kruşçev’e göre barış içinde bir arada yaşama ilkesi, sosyalist ülkelerin kapitalist ülkelerle olan mücadelesinin daha çok ekonomik ve teknolojik alanlara kayması sonucunu doğuracaktı. 

Başat Güç (dominant power)

George Modelski tarafından geliştirilen bu kurama göre, XV. yüzyılla birlikte dünya tarihi, belirli devletlerin belirli bir süreyle yeryüzünde üstün duruma yükselmeleri ve sonra bu statülerin düşmeleri zinciri içinde bugüne doğru çıkmaktadır. Bu üstün duruma geçen devlet başat güç adını almaktadır. Bu başat güç durumuna yükselme ve bu durumdan düşüş kabaca yüzer yıllık sürelerle olmaktadır. Belirli bir devlet yükselerek dünya denizlerinde egemen duruma gelmekte-başat gücün tanımında okyanuslara egemen olmak önemli ve belirleyici bir özellik olarak gösteriliyor- ve bu egemenliğini hemen hemen yüz yıl sürdürmekteydi. Bu süre içinde, başat güce meydan okuyan başka bir güç (challenger) çıkmakta ve ikisi arasında belki sistemin öteki üyelerinden bir kısmının da katıldığı büyük bir savaş, yeni başat gücün belirmesini sağlamaktadır. Bu büyük savaştan ise genellikle başat güç ve meydan okuyan güç değil, üçüncü bir devlet kazançlı çıkarak, dünya egemenliğini o kurmaktadır. 

“Bekle ve Gör” Politikası (wait and see policy)

Diplomasi ve genellikle politika alanında, çok sözü geçen İngilizce kökenli deyim, Türkçe’ye “Bekle ve Gör” politikası şeklinde çevrilmektedir. Bir takım olaylar karşısında, acele etmeden beklemek ve hemen harekete geçmeden, bu olayların gelişmesini dikkatle ve yekinen izleyerek, son ve en uygun duruma göre bir tutum saptamak politikasıdır. Bazen de bir politik amacın gerçekleşmesi için hareketsizliği benimseyip sabırla beklemek anlamına gelen ve “attantizm” de denilen tutum ile aynı olarak kullanılmaktadır.

Beşinci Kol (fifth column)

Ellerindeki her türlü araca başvurarak bir ulusun dayanışmasını ve bütünlüğünü yok etmeye çalışan yıkıcı yeraltı grubuna ve bu harekete verilen isim. İspanya iç savaşı (1936-39) sırasında faşistlerin dört koldan Madrid’e doğru ilerlediği bir sırada, hükümeti çeşitli sabotaj ve eylemlerle içeriden yıkmaya çalışan Françisco Franco taraftarları beşinci kol diye nitelendirilmiştir. Beşinci kolun başlıca yöntemlerinden biri yıkıcı unsurların, hedef ülkenin tüm yapısına, özellikle de siyasal karar alma ve ulusal savunma merkezlerine sızmasıdır. Benzeri uygulamalar Nazi Almanya’sı tarafının Avusturya, Çekoslovakya, Norveç gibi ülkelerin ele geçirilmesinde uygulanmıştır. 1940 yılında Nazi Almanya’sının Norveç’e saldırısında vatan haini olarak tanımlanan dünya grubu beşinci kol olarak çok etkili bir rol oynamıştır.

Beş Prensip (parch sheala)

Hindistan ile Çin arasındaki ilişkilerde uyulması gereken kurallar, Çin başbakanı Çu en Lay, Hindistan başbakanı Nehru ile görüşerek, ilişkilerinde Beş Prensibin egemen olmasına karar vermişlerdir. Bunlar; birbirlerinin toprak bütünlüğü ve egemenliklerine karşılıklı saygı, saldırmazlık, birbirlerinin iç işlerine karışmama, etkinlik ve karşılıklı fayda ve barış içinde bir arada yaşama. 

Birim-veto Sistemi (unit veto system)

Varsayımsal bir uluslararası sistem türü. Uluslararası politika teorisinde Morton A. Kaplan tarafından ortaya atılan bu sistemde bulunan hemen tüm birimler, bir nükleer savaşı başlatabilecek ölçüde nükleer silaha sahip olacaklardır. Böylece günümüzün esas itibari ile iki kutuplu nükleer denge anlayışı, yerini daha değişik bir denge anlayışına bırakacak, sistemdeki birçok birim, genel bir barış yada savaş konusunda söz sahibi olacaklardır. Günümüzde nükleer güç dağılımı henüz bu aşamadan uzak olmakla birlikte, gelişmenin bu yönde olduğu bir gerçek. 

Birinci Vuruş Yeteneği (first-strike capability)

Bir nükleer çatışmada ani bir nükleer saldırıya karşı tarafın gücünü hızlı bir şekilde tahrip etme veya zayıflatma yahut misilleme imkanını ortadan aldırma stratejisini uygulama yeteneği. Birinci vuruş teorisi bir tarafın yapacağı büyük çaptaki bir saldırıya karşı tarafın yaralarını saramayacak şekilde tahrip edilmesi ve felce uğratılması sonucu savaşın kazanılmasını varsayar. Birinci vuruş yeteneği bir devletin elinde bulunan nükleer başlıkların sayısına ve gönderme araçlarına bağlıdır fakat aynı zamanda da düşmanın ikinci vuruş yeteneğine sahip olma gelişmişliğiyle sınırlıdır. İkinci vuruş yeteneğinin tahribatından kaçınmak için, ABD ve SSCB filolarda ve uydu ülkelerde kıtalar arası füzeleri yerleştirmişler, çok yönlü nükleer başlıklı füzeleri denizden fırlatan denizaltıları da dünyanın değişik okyanuslarına dağıtmışlardır.

Bitişik Bölge (contiguous zone)

Kıyı devletlerin üzerinde egemenlik haklarının değil de gümrük, mali, sağlık amaçlı veya göç konularındaki belirli çıkarlarını koruma yetkilerinin bulunduğu karasularına bitişik açık deniz parçası. Karasularının ölçülmeye başladığı esas hattan başlayarak 12 milden öteye uzatılmayan karasularının dış sınırının ötesinden bitişik deniz alanıdır.

Bloklaşma

Ülkelerin aralarında, özellikle politika ve askeri yönden işbirliği yapmak üzere ve diğer bazı ülkelere yönelik olarak anlaşmalar yoluyla gruplar kurmalarına, milletlerarası politika lisanında “bloklaşma” denmektedir.Bloklar kurma tarih boyunca görülmüştür. Yüzyılımızda ise en önemli bloklaşmaların ilki, Birinci Dünya Savaşı öncesinde oluşan İngiltere, Fransa, Rusya ile diğer bazı devletlerden kurulan “itilaf” yani “antant devletleri” bloğu ile bunun karşısında bulunan Almanya, Avusturya, Macaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve diğer bazı devletlerden oluşan ve adına “ittifak” yani “Alyans Devletleri” veya “Merkezi İmparatorluklar” denilen bloktur.Birinci Dünya Savaşı da zaten bu iki blok arasında olmuştur. (ABD’de birinci bloğa katılmıştır). Bu savaşın bitimini izleyen yıllarda, özellikle Almanya’da Nazizm’in (Nasyonal Sosyalizm) gelişmesi, Rusya’da da Komünist rejimin yerleşmesinden sonra dünya politikasında ilişkilerini artırması ve çekingen tutumundan sıyrılması ile ayrıca Uzak Doğu’da Çin-Japon savaşının gelişmesi ile tekrar bloklaşmalara doğru eğilimler ve girişimler artmıştır.Böylece, bir yandan Almanya, İtalya ve Japonya’nın öncülüğünü yaptığı Mihver (Axis) denilen blok doğmuş, diğer yandan da Müttefikler (Allied Powers) denilen, İngiltere ve Fransa ile sonradan onlara katılan Çin, ABD ve diğer bir çok ülkeden kurulu blok arasında İkinci Dünya Savaşı yapılmıştır.Bloklaşmalar, bir çatışma halinde birçok ülkenin savaşmasına yol açmakta ve dünya yüzünde bir genel savaş meydana gelmektedir. Birinci Dünya Savaşında 16 ülke aralarında savaşmışlar, İkinci Dünya Savaşına katılan ülkelerin sayısı ise 50’yi aşmıştır.İkinci Dünya savaşından sonra ise “Soğuk Savaş” denilen psikolojik gerginlik ve baskılar devresine giriliş, bazı yerlerde “Bölgesel Savaşlar” denilen gerçek silahlı çatışmalar baş göstermiş ve yine yeryüzünde ve bu kez ideolojik faktörlerinde rol oynadığı yeni bir bloklaşma dönemi yaşamaya başlanmıştır.Bu kez bloklaşma bir yandan “Doğu Bloğu” denilen sosyalist ülkeler (Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya ile Çin’den oluşmuştur) bir yandan da “Batı Bloğu” denilen (ABD, İngiltere, Fransa ve diğer birçok Avrupa ve amerikan kıtası ülkesinden oluşmuştur) iki grup yaratmıştır.Bu iki blok daha öncelerinden farklı olarak aralarında daha değişik sıkı bağlar kurmuşlar, bazı konularda ise birbirlerine fazla bağlanmamışlardır. Örneğin, Batı Bloğu veya Batı Dünyası denilen bloktan 15 ülke sıkı bir askeri ve siyasi ittifak olan NATO’da işbirliği yaparken, diğer birçoğu bu işbirliğinin dışında fakat genel eğilimi bakımından birbirine yakın bir politika içinde oluşmuşlardır. Öte yandan, Doğu Bloğu’nda da Varşova Paktı içinde 7 ülke sıkı askeri ve siyasi işbirliği sürdürürken; Çin, Arnavutlu, Küba gibi ülkeler bunun dışında fakat eğilim bakımından Doğu Bloğu içindedirler.Ayrıca bu kez, bir diğer blok olan “Üçüncü Dünya” ülkeleri denilen sözü geçen iki önemli bloğun dışında kalan pek çok ülkenin oluşturduğu bir grup da ortaya çıkmıştır.Üçüncü Dünya denilen gruptaki ülkelerin aralarındaki bağlar, diğer iki bloğa nazaran çok değişikti. Bunlar daha ziyade aynı problemlere sahip olmaları ve çeşitli nedenlerle bir kesim blok içinde bulunmak istemeyişleri dolayısıyla kader yönünden birbirlerine benzemekte oluşlarından bir blok gibi görünmekte ise de esas “ortada” denilebilecek bir durumdadırlar. Fakat dünya politikasının tartışıldığı birçok milletlerarası kuruluş, konferans ve toplantılarda önemli bir rol oynamaktadırlar.

Bloksuzlar: bkz. bağlantısızlar

Boykot (boycott)

Boykot, bir ülke yada ülkeler grubuyla toplu ve organize edilmiş bir şekilde ekonomik ilişkileri kesme. Dış politikada etkili ticari yaptırım biçimlerindendir. Boykot ekonomik olabileceği gibi politik, askeri ve ideolojik kaynaklı da olabilir. Boykot çoğunlukla işçi örgütlerini daha iyi ücret ve çalışma koşulları elde etmek için başvurdukları bir yöntemdir. ABD’nin II. Dünya Savaşı’ndan önce Japon ithal ürünlerine karşı uyguladığı boykot, kendi iş alanlarına ve endüstrisini dış rekabete karşı genel olarak korumaya yönlendirilmiştir. Boykot terimi, belirli olarak eylemlere katılmayı reddetme anlamını da içerir. Bir ülkenin temsilcileri, başka bir ülkenin izlediği politikadan yada tutumdan hoşnut olmadıklarını göstermek için uluslararası konferansları yada toplantıları boykot edebilir. Bir ülkenin, ülke topluluğunun yada uluslararası örgütlerin başka bir ülkenin politikasını ve hareketlerini etkilemek yada protesto etmek amacıyla giriştiği boykot biçimleri de vardır. Birleşmiş Milletler’ in 1965 yılında yasal olmayan yollarla İngiltere’den ayrılıp bağımsızlığını ilan eden Rodezya ile ekonomik ilişkiler kesilmesi yolunda bütün üyelerine yaptığı çağrı uluslararası bir örgütçe uygulanan bir boykot örneğidir.

Böl ve Yönet (divide and rule)

Rakiplerini bölerek yada onları bölünmüş vaziyette tutarak zayıf durumda bırakmak isteyen devletlerin izledikleri yoldur. Bu bir tür hükümran olmak için bölmektir. XIX. yy.’ da sömürge imparatorluklarının kuruluşunda, Asya ve Afrika’nın komşu topluluklarını birbirine düşman etmek için bu kuraldan çok yararlanıldı. Bu politikanın en iyi örneklerini Almanya’ya karşı Fransa’nın politikasında ve Avrupa’nın öteki ülkelerine karşı izlenen Sovyet Politikası’nda görüyoruz. Son birkaç yüzyıldan beri II. Dünya Savaşının sonuna değin, Fransa’nın Almanya’ya karşı politikasının ana teması, ya Alman İmparatorluğunu küçük bağımsız devletlere bölmek yada bu gibi küçük devletlerin birleşerek tek bir devlet kurmalarını önlemek olmuştur. II. Dünya Savaşı’ndan sonra bölünmüş olan Almanya’nın birleşmesine de yine Fransa karşı çıkmıştır. Bunun gibi Sovyetler Birliği de Avrupa’nın birleşmesi konusundaki her plana karşı çıkmış; birleşmiş bir Avrupa’yı kendisi için bir tehlike olarak görmüştür. 

Bütünleşme (integration)

En genel anlamda, daha büyük siyasi veya ekonomik birimlerin ortaya çıktığı bir gelişim süreci. Entegrasyon iki alanda ele alınabilir; a)uluslararası alanda, yeni birim yaratma amacı ile girişilen entegrasyon, b)iç yani ulusal alanda; kurulmuş bir bütün kendi içinde işbirliğini kurma ve geliştirme amacı ile girişilen entegrasyon. Ulusal entegrasyon olarak sözü edilen ikinci bir durum, özellikle II. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanan eski sömürgeler açısından önem taşımaktadır. Birinci anlamda ise, uluslararası platformda devletlerin siyasi ve ekonomik alanda daha büyük birimler oluşturmaları olarak açıklanabilir. Ekonomik entegrasyon, iki veya daha çok ülkenin birbirleri ile ekonomik, mali, parasal ve sosyal alanlarda anlaşmasıdır. Bu anlamda kurulan birlikler bölgesel niteliklidir ve gümrük duvarları kaldırılarak tam bir alışkanlık sağlanmasını amaçlar. Siyasal entegrasyon ise, ekonomik entegrasyonun başarılı işleyebilmesi için gerekli karar ünitesi yaratmayı amaçlar. Bu ünitenin amacı siyasal, dengesizlik ve anlaşmazlıkların ortadan kaldırılmasıdır. Merkezi ünite aracılığı ile belirlenen ortak politikalar, bir dizi siyasal ve teknik nedenler ile başvurulur. Tarihsel nedenler, savaşları durdurma ve barışı sağlama amacı taşır.

Ekonomik nedenler;

a)ekonomik sürtüşmelerin yıkıcı etkilerinden arınma isteği,

b)istihdam ve yaşam standartlarının yükseltilmesi ile ortak kalkınma isteği,

c)geniş pazar olanakları yaratma isteği,

d)ulusal ekonomilerin uluslararası değerlerle yönlendirilmesinin zorunluluğu.

Siyasal nedenler;

a)tek tek etkisiz kalınan konularda bütünleşerek siyasal etki oluşturma eğilimi;

b)dünya dengesini koruma.

Teknik Nedenler;

a)teknoloji ve bilim alanında ortak çalışma çoğunluğunun ortaya çıkması,

b)uluslararası şirketlerin faaliyetlerini yürütebilmesi için gerekli ortamın hazırlanması.

Bir entegrasyonun başarılı olabilmesi şu şartlara bağlıdır.

a) Ülkelerin sahip olduğu doğa ve ilişkiler

b) Ülkelerin çıkarlarının çatışıp çatışmadığı

c) Ülkelerin sağlayıp dağıttığı güç

d) Topluluğun sürekliliği

e) Ortak politika ve eylemler

 Büyükelçi (ambassador)

Bir devletçe bir başka devlete gönderilen en yüksek rütbeli diplomatik temsilci. Diplomatik ilişkiler üzerine gerçekleşen Viyana Kongresi (1961) diplomatik temsilcileri üç kategoriye ayırmıştır.

1)Ev sahibi devletin devlet başkanına güven mektubu sunan büyükelçiler ve eşit rütbedeki diğer misyon başkanları.

2)Ev sahibi devletin devlet başkanına güven mektubu sunan elçiler, orta elçiler ve diğer temsilciler.

3)Ev sahibi ülkenin Dışişleri Bakanına güven mektubu sunan maslahatgüzarlar.

Başlangıçta yalnızca krallıklara gönderilen büyükelçiler sonraları eşit düzeyde görülen cumhuriyetlerde de görev yapmaya başladı. Geçmişte Avusturya, Macaristan, Fransa, Almanya, Büyük Britanya, İtalya, Japonya, Rusya ve ABD gibi büyük devletlerin yanı sıra ispanya ve Osmanlı Devletini de kapsayan devletler arasında genel bir büyükelçi değişimi vardı. 1945’ten sonra, bütün devletlerin resmi yasal eşitliği öğretisine uygun olarak diplomatik ilişki kurulan ülkelere büyükelçiler yollanmaya başlandı.Modern iletişim araçlarının gelişmesinden önce, büyükelçilere tam yetkiye varan geniş yetkiler veriliyordu. Günümüzde büyükelçiler kendi Dışişlerinin sözcüsü konumunu taşır; bir büyükelçi çok seyrek olarak kendi başına karar verebilir. Bununla birlikte bir büyükelçinin kişiliği ve saygınlığı temsil ettiği devletin görüşlerini karşı tarafa anlatmakta önemli bir rol oynayabilir. Gönderildiği; ülkeye ilişkin ilk elden bilgi edinerek, devletin izleyeceği politikalarda belirleyici bir etkide bulunabilir.

Casus Belli: bkz. Savaş Nedeni

Casus Foederis

Latince’de “bir anlaşmanın uygulanabilir ve bağlayıcı hale geldiği koşul” demektir. Ayrıca bir devlet başka bir devlete tek taraflı, bir anlaşma ile yardım edeceğini açıkladığında devletler arasındaki ilişkilerde (sözgelimi dışardan bir saldırı yada bir ayaklanma durumunda) böyle bir taahhüdü hatırlatmaya gerek kalmadan anlaşmada belirlenen durum ortaya çıktığı anda otomatik olarak uygulanabilen bir doktrini ifade eder. Mesela NATO Andlaşması’nın 5. maddesi imzacı devletlerden her birini her hangi bir dış saldırı olduğunda, diğerlerine askeri olarak yardım etmesini zorunlu kılmaktadır.

Casusluk (espionage)

Milletlerarası ilişkilerde casusluk, diğer bir devlet hesabına olarak, bir devletin askeri, siyasi, ekonomik, teknik ve başka alanlarda gizli olarak bilgilerinin toplanması ve diğer devlete aktarılmasıdır.Hemen her ülkenin iç hukukunda bu alanda hükümler mevcuttur ve ceza kanunlarına girmiştir. Yabancı veya kendi uyruğunda olması durum değiştirmez. Ancak diplomatik statüsü olarak yabancıların böyle eylemler halinde yakalanmaları genellikle sınır dışı edilmeleri sonucunu verir ve o diplomat “İstenmeyen Kişi” (Persona Non Grata) ilan olunur.Bugün casusluk eylemi kişilere bağlı olmaktan çıkmıştır. Teknik araçların çok gelişmesi bu durumu yaratmıştır, bu gün de devam etmekle beraber, artık gizli dinleme ve fotoğraf araçları çok yüksekten uçan casus uçaklarındaki veya gemilerdeki elektronik cihazlar, uzayda casus uydular gibi araçlardan çok etkili roller oynamaktadırlar.İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra casusluk olayları çok artmış ve teknik bir nitelik kazanmıştır. Bu konuda bir çok önemli örnekler verilebilir. Atom bombasına ait sırların bazı bilim adamlarınca Rusya’ya verilmesi, ABD’nin casus uçakları olan U-2’lerden birinin Rusya, üzerinde düşürülüp pilotunun yakalanması sonucu 1960 Mayıs’ında Paris’te yapılacak Doğu-Batı Zirve Konferansı’ndan vazgeçilmesi, İngiltere’de Savunma Bakanı’nın Ruslarla ilgisi olan kiralık kadın şebekesiyle ilişki kurması ile ortaya çıkan Profumo Skandalı, Pueblo isimli bir ABD casus gemisinin Çin Denizi’nde yakalanması, Londra’daki Sovyet büyükelçiliğinin yüzden fazla diplomatın casusluk yaptıkları gerekçesiyle 1971’de topluca İngiltere’den sınır dışı edilmeleri, Batı Almanya Başbakanı Brandt’ın başdanışmanının Doğu Alman casus olmasının anlaşılmasıyla Başbakanın istifası ve hükümetin düşmesi gibi durumlar, NATO’da görevli sekreterlerin Doğu Almanya’ya kaçışları, son yılların önemli casusluk olaylarıyla ilgilidir.Türk Ceza Kanunu’nun 131/1 ve 416/3 maddeleri ile Askeri Ceza Kanunu’nun 56/1. maddesinde bu konu hükme bağlanmıştır. Özetle, devletin emniyeti ve beynelmilel siyasi menfaatleri icabından olarak gizli kalması lazım gelen malumatı, siyasi ve askeri casusluk maksadıyla başka devlete aktaranlar. Türkiye ile harp halindeki bir devletin menfaati için istihsal edenler ve milli savunmaya hıyanet cürümünü işleyenler veya bu yolda bir talebi veya arzı kabul edenler hakkında duruma göre çeşitli hükümler öngörmüştür.Ayrıca 1975’de çıkan 1803 sayılı Af Kanunu yabancı ülkelerde tutuklu Türklere karşılık bazı mahkum casusların takas edilmesini öngören bir hükümde taşımaktadır. 

Caydırma (deterrence)

Düşman bir devletten gelebilecek nükleer bir saldırıyı engellemek amacıyla anında ve güçlü bir misilleme yapma tehdidi etkili biçimde kullanmaya dayanan askeri strateji. Caydırma, nükleer silahların ortaya çıkışından bu yana bu silahların kullanılmasıyla siyasi bir başarı elde edilemeyeceğinin anlaşılmasından ötürü nükleer güce sahip devletlerin ve ittifak sistemlerinin temel stratejisi haline gelmiştir. Bu stratejide nükleer silah ile karşılık verilebileceği ihtimali gündemde tutularak, düşman belirli bir davranıştan alıkonulur. Bu stratejinin uygulanabilmesi için, devletlerin herhangi bir saldırıya karşı yüksek düzeyde kesin tahrip yeteneğine sahip olması gerekir. Başarılı olabilmek için gerekli diğer bir öğe ise potansiyel saldırganın kuşku içinde bulunmasıdır. Sonuç olarak caydırma stratejisinin iki temel şartı, beklenmedik bir saldırının ardından misilleme yapma yeteneğinin karşı tarafa inandırıcı bir şekilde gösterilmesi ve karşı tarafın misilleme kararlılığının bir ihtimal olarak göz önüne alınmasıdır.

Corps Diplomatique

Bir devlete atanmış diplomasi temsilcilerinin hepsi birden corps diplomatique diye adlandırılan bir topluluk meydana getirmektedirler. Bu topluluk diplomasi temsilcileri ile elçilik kurulu üyelerini ilgilendiren sorunların, bulundukları devletin hükümetine karşı ortak bir tutumla davranarak halledilmesine yardım eder. 

Çok Başlıklı Füzeler (multiple re-entry vehicles-MRV)

Her biri birden fazla başlık taşıyan füze sistemi. İlk yapılan Amerikan ve Sovyet füzelerinin hepsi bir tek nükleer başlık taşıyorlardı. 1960’ların başlarında Amerikalılar bunları aşmayı başarmışlardı. MRV’yi geliştirdiler. Böylece, bir füzenin taşıdığı birden fazla başlık çeşitli yerlere fırlatılarak geniş bir alana yayılacağından, örneğin, büyük bir kentin imhasında daha iyi sonuç alınabilecektir. Bundan daha geliştirilmiş bir sistem MIRV’ler (Mltiple Independently Targeted Reentry Vehicles)dir. Burada, bir tek füze bağımsız olarak çeşitli hedeflere gidebilen birden fazla başlık taşımaktadır; böylece bir tek füze ile birden fazla hedefin vurulması sağlandığı gibi, gönderilen füzelerin hepsinin tahrip edilebilmesi olasılığı da önlenmiş oluyordu. Bugüne değin Amerikalılar iki tür MRIV geliştirmişlerdir. Birincisi ICMB’ler için (bunlara Minuteman III denilmekte), ötekide SLBM’ler iin (bunlara da posseidon denilmekte) olanlardır. M-X’leri ve SSCB’nin SS-19’ları bu kategoriden silahlardır.

Çok Kutuplu Sistem (multipolar system)Ç

ok sayıda devletin hemen hemen eşit etki, güç ve statüye sahip olduğu sistemdir. Bu sistemde birden fazla devlet uluslararası sistem ve dünya politikası üzerinde söz sahibi ve yönlendiricidir. Bu sistem Tek-Kutuplu veya İki-Kutuplu sisteme göre daha gevşek, karışık ve istikrarsızdır. Çünkü uluslararası alanda yapılan herhangi bir hareketin, müdahalesinin, hamlenin gerçekte kimi hedef aldığı, kime yöneldiği önceden kestirilememekte ve önlem alınamamaktadır.  

Daimi Tarafsızlık (permanent neutrality)

Tarafsızlık savaş, bağlantısızlık ise barış zamanlarına yönelik bir dış politika yöntemi iken daimi tarafsızlık hem barış hem de savaş zamanına yönelik bir politikadır.Daimi tarafsız devlet, ülke bütünlüğünün ve bağımsızlığının öteki devletlerce garanti edilmesi karşılığında savaş ilan etme, bir savaşa katılma ve bir savaşa yol açabilecek antlaşmalara taraf olma yetkilerinden vazgeçmiş olan devlettir. Tarafsızlık anlaşması hükümleri dışında iç ve dış işlerinde bütünüyle bağımsız olan sürekli tarafsız devleti silahsızlandırılmış olan devletten ayıran temel fark, ülkesine yönelik saldırıları önlemek amacıyla dilediği gibi silahlanma yetkisine sahip olmasıdır. Günümüzde sürekli tarafsız devlet statüsünde bulunan 3 devlet var. İsviçre (20 Kasım 1815 Paris Bildirgesi), Avusturya bir bakıma O’nun 15 Mayıs 1955 tarihli Viyana antlaşması ile bağımsızlığına kavuşması için bir şart olmuştur. Bu çerçevede hiç bir askeri ittifaka katılmamayı, ülkesinde yabancı üslerin kurulmasına izin vermemeyi anayasasında garanti eden Avusturya tarafsızlaştırılmıştır. 1960’larda Bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti oluşturulurken de benzer bir statü anayasada yer almıştır. Laos, On Üçler Konferansı’nın 18 Temmuz 1962 bildirgesiyle bu statüyü kazanmıştır. Türkmenistan’ın sürekli tarafsızlık ilanı 1995’te BM tarafından kabul edilmiştir.

Deballatio

Savaş sonunda yenilen devletin ülkesinin tümü yenen devletin ülkesine katılmak ve yenilen devlet ortadan kalkmakta ise buna debellatio adı verilmektedir. Klasik uygulamada ve doktrinde savaş, savaşan devletlerden birinin askeri bakımdan yenilmesi ve barış anlaşması imzalanması ile değil, siyasi ve idari bir kurum olan devlet varlığının tamamen parçalanması ve ortadan kalkması ile sona erebilmekteydi. Bu yolla sona erdirilmiş savaşlardan bazıları şunlardır: Prusya’nın bazı krallık ve dukalıkları ilhakı (1866), İtalya’nın Habeşistan’ı ilhakı (1935). 

Dehşet Dengesi (balance of terror)

Nükleer güce sahip devletler arasında olası bir nükleer savaşta ortaya çıkacak topluca yok olma korkusu doğrultusunda doğan denge A.B.D. ile Sovyetler Birliği arasındaki dehşet dengesi, çok çeşitli imha silahları ve bunları taşıyacak füze sistemlerine sahip iki taraftan birinin, ilk saldırısına ötekinin vereceği yanıtın önlenemeyeceği anlayışı üzerine yatmaktadır. Ani bir saldırıda karşı tarafın çok iyi şekilde korunan nükleer silah kapasitesinin tam anlamıyla yok edilemeyeceğinin bilinmemesi dehşet dengesinin yarattığı yıldırıyı arttırmaktadır. Dehşet dengesinin yıldırıcılığı tarafların daha çok ürettikleri öldürücü silahlar sonucu daha da artmıştır.Dehşet dengesini yaratan geniş nükleer silah stoğu topyekün savaşı akılcı bir devlet politikası olmaktan çıkartırken, kaza sonucu bir savaşın çıkması tehlikesini büyük oranda arttırmıştır. II. Dünya Savaşı sonrası dönemde atom bombası üzerine kurulu olan denge, Hiroşima’ya atılan bombadan binlerce kat daha güçlü bombaların üretimi sonucu daha da şiddetlenmişti. Dehşet Dengesi’nin varlığı Soğuk Savaş döneminde iki blok arasında bir topyekün savaşı önlemişse de, Kore ve Vietnam Savaşları gibi “sınırlı savaşlar” devam etmiştir. Dehşet Dengesi “Karşılıklı Mahvolma” (Mutually Assured Destruction) olarak da anılır.

Delegasyon (delegation)

Diplomaside, yurt dışında görevlendirilen uzmanlardan kurulu heyetlerdir. Belirli görev için kısa süreli olarak kurulan ve ikili görüşmeler, kongre, konferans, anlaşma müzakere ve imzasına katılan veya bir törende ülkeyi temsil gibi protokol açısından görevlendirilen delegasyonlar olduğu gibi bir milletlerarası örgüt nezdinde devamlı olarak görevli bulunan uzmanlardan kurulu daimi nitelikte delegasyonlar da vardır. 

Denge Politikası (balance policy)

Milletlerarası ilişkilerde, bir veya daha fazla ülkenin, bölgesindeki veya dünya üzerindeki politik, stratejik, ekonomik ve sair çıkarları için diğer ülkelerle anlaşmalar yapması, böylece hem çıkarlarını kollaması, hem de kendisine yönelik tehlikelere karşı korunması suretiyle denge sağlamasıdır.Örneğin, her ikisi de sosyalist blok üyesi bulunan Rusya ve Çin’in son 10-15 yıldır çıkarları çatıştığından ve ilişkileri zaman zaman bir savaşa gidecek kadar gerginleştiğinden, Rusya, Amerika ve Batı ülkeleri ile yakınlaşma politikası izlemeye başlamış, Çin de bu ülkelere olan eski tutumunu değiştirerek onlara yanaşmış, böylece her iki devlet de birbirine karşı bir denge kurma çabasına girişmişlerdir. Öte yandan, Çin, Amerika ile Rusya’nın yakınlaşarak anlaşıp dünya politikasına hakim olmalarını önlemek için, dengeyi sağlayacak bir faktör olarak gördüğü Avrupa Birleşmesinin gerçekleşmesi yönünde birer adım olan Avrupa Topluluklarının güçlendirilmesini destekleyen bir politika izlemektedir.Askeri ve stratejik alanda denge politikasına bir örnek ise NATO ile Varşova Paktları’dır. Bu iki güçlü askeri blok birbirlerine karşı denge sağlamak, güvenliklerini ve stratejik çıkarlarını korumak isteyen ülkelerden oluşmuştur.Ekonomik denge politikasının örneğini de Avrupa’da 6 ülkenin kurmuş bulunduğu Ortak Pazar karşısında 7 ülkenin kurduğu serbest Mübadele Bölgesi (EFTA)’nın ortaya çıkışı teşkil etmektedir. Ancak, bu iki blok zamanla birbirlerine yanaşmamışlardır. Ve Ortak Pazar diğer bloktan İngiltere ve Danimarka’yı kendisine üye olarak almıştır.1948’lerden sonra Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (O.E.C.D. karşısında Sosyalist Blok’un kurduğu karşılıklı Ekonomik Yardımlaşma Konseyi (COMECON) diğer bir denge politikası örneğidir. 

Denizaltı Balistik Füzeleri (submarine launched ballistic missiles)

Denizaltından atılan menzilleri 8000 km civarında olan bir gönderme aracıdır (nükleer silah). Bu silahın avantajları hızla hareketliliği olduğu için yerinin saptanmasının zorluğu ve hedefe ulaşma şansının yüksekliğidir. Dezavantajı ise diğer füzelere oranla daha az yük taşımasıdır.

Detant: bkz. yumuşama

Devlet Ülkesi (state territory)

Bir devletin egemenliği altında bulunan belirli bir yeryüzü parçasına verilen adı. Devlet ülkesi terimi devletin kara ülkesini, ulusal sınırları içindeki gölleri, nehirleri, karasuları ve iç sularını ve bunlar üzerindeki hava sahalarını kapsar. Devlet ülkesinin yüzeyi gibi, alt kısımlardaki yeraltı zenginliklerinden yararlanma ve işletme hakkı da devlet tekelindedir.Devlet ülkesinin sınır çizgilerinin saptanmasında doğal sınırlar ve yapay sınırlar olmak üzere iki yol vardır. İki devlet ülkesi arasındaki dağlar, göller, ya da özellikle akarsular (bkz. Thalweg çizgisi) doğal sınırları oluşturmakla birlikte, enlem-boylam çizgileri kullanılarak kabul edilen noktalardan geçirilen hayali “yapay sınır” çizgileri de devlet ülkesinin sınırlarının saptanmasında kullanılabilmektedir. 

Dış Politika (foreign policy)

Bir devletin, ulusal çıkarlarının biçimlendirdiği amaçlara ulaşmak için diğer devletlerle ve uluslararası kurumlarla arasında olan diplomatik siyasal, ekonomi ve hukuki ilişkileri kapsayan politika. Ayrıca dış politikayı, başka bir devletin yapmış olduğu girişimler ve tutumlar da biçimlendirebilir. Dış politika uygulamasında bazı önemli noktalar vardır. Her şeyden önce ulusal çıkarlar çerçevesinde belirli ve sabit amaçlar belirlenmeli, bu amaçları etkileyecek olan uluslararası ve ulusal faktörleri bulmak, devletin bu planlanan amaçlara ulaşabilme kapasitesinin yeterliliğinin ölçülmesi, amaçları gerçekleştirme yolunda ortaya çıkan engelleri aşmak için devletin kapasitesini çeşitli şekillerde kullanmayı sağlayan stratejiler geliştirmek ve bu süreci devamlı şekilde yeniden gözden geçirmek ve yorumlamak.Dış politika deyimiyle genellikle bir devletin uyguladığı dış politikaların bir bütünü anlaşılırsa da bazen tekbir durum veya tek bir amaca ulaşmak için uygulanan stratejiler anlamına da gelebilir. Diğer yandan kitle halinde siyasal katılımların çoğalması, çıkar ve baskı gruplarının kamuoyunu da yanına alarak karar verenlere etkide bulunması sonucu iç ve dış politikayı birbirinden tamamen ayırmak son derece zorlaşmıştır. Devletler arasındaki bütünleşme, işbirliği ve organizasyonlar arttıkça bir devletin dış politikası başka bir devletin iç politikası olabilmektedir.Sabit ve tutarlı bir dış politika izlemek ve uygulamak oldukça zordur. Çünkü, kısa dönem avantajlar veya dezavantajlar bunların uzun-dönem sonuçları arasında bağlantı kurmak, bunların diğer milletler üzerindeki etkisini değerlendirmek, başarısızlığa uğramış bir politikayı çözmek oldukça zordur. 

Dış Politika Amaçları (objectives of foreign policy)

Dış politika amaçları, dış politikanın başarılması amacıyla düzenlendiği sonuçlardır. Bu amaçlar, uluslararası toplumda bir devletin ilişkilerini korumak veya değiştirmek, çalışan karar-alıcı birimler veya kişilerce belirlenir. Birçok devletten devlete değişen bir çeşitlilik gösteren belli başlı amaçlar da şunlardır: Kendi varlığını koruma ve savunma, güvenliğini sağlama, ulusal olarak güçlü olma, ulusal prestij, ideoloji ve gücün korunması ve güçlendirilmesi. 

Dış Politika Stratejileri (strategies of foreign policy)

Bir devlet ulusal çıkarlarına uygun olarak belirlenmiş olan dış politika amaçlarını gerçekleştirmek için uygulamış olduğu temel politikalar. Stratejiler bir bakış açısına göre üç bölüme ayrılır. Bu gün en çok uygulanan stratejide yabancı bir güç veya güçlere karşı birbirlerine yakın hisseden veya çıkarları aynı olan devletler ittifak yapabilir veya koalisyon kurabilir. Diğer bir strateji ise, bir devletin kendi dışında olan sorunlara mümkün olduğunca karışmaması diğer ülkeler ve uluslararası organizasyonlar ile en düşük seviyede ilişki kurması yani yalnızlık (isolationism) stratejisidir.I. Dünya Savaşı öncesi Amerika bu stratejiyi uygulamıştır. Bu stratejilerin sonuncusu ise bağlantısızlık (non-alignment)’dir. Uluslararası ilişkiler uzmanları, Batı Bloğu birinci, Doğu Bloğu ikinci, bunların dışında kalan devletler de üçüncü dünya ülkeleri demiştir. Doğu Bloğu’nun ortadan kalmasıyla 1950 ile 1990 yılları arasında önemli etkileri olan üçüncü dünya ülkelerine Bağlantısızlar denmiştir.Bir başka bakış açısına göre dış politika stratejileri, kurulu uluslararası sisteme karşı devletlerin takındıkları tutuma göre revizyonist (anti statükocu) ve anti-revizyonist (statükocu) diye ikiye ayrılabilir. İki savaş arası dönemde Çekoslovakya, Polonya, Yugoslavya ve Romanya anti-revizyonist yani güç dağılımını destekleyen bir politika izlerken, Macaristan, Bulgaristan ve İtalya revizyonist bir politika izlemişlerdir. 

Dış Yardım (foreign aid, assistance)

Uluslararası kurumlar veya devletler tarafından başka bir devlete verilen askeri, sosyal ve ekonomik yardım ve destek. Ekonomik yardım teknik yardım, sermaye bağışı, gelişim projeleri için borç, yiyecek yardımı, özel yatırımlar için garantiler ve ticari krediler gibi unsurlardan, askeri yardım ise askeri donanım transferleri, tavsiye grupları savunma desteği, iyi niyetli asker kuruluşları desteklemek için ödemeler gibi unsurlardan oluşur.Dış yardım yapmanın amaçları; ittifakları kuvvetlendirmek, savaş nedeniyle yıkılmış ekonomileri tekrar kurmak, ekonomik gelişimleri arttırmak ideolojik destek sağlamak, stratejik malzemeleri ve hammaddeleri ele geçirmek, uluslararası ekonomik çöküntüden ya da doğal felaketlerden kurtarmaktır.

Dinginlik (equilibrium)

Karşıt güçler veya eylemler arasında denge halinde bulunma durumunu ifade etmektedir. Bu denge hali mutlaka statik olmayabilir. İstikrarlı olabileceği gibi istikrarsız da olabilir.Dinginlik fikri siyasal açıdan bakılınca, iki ayrı çevre veya ortam içinde düşünülebilir. Birincisi ulusal çevre veya ortam, öteki de uluslararası çevre veya ortam.Dinginliğin bulunmadığı sırada, oldukça yüksek bir istikrar durumunun bulunması olanaklıdır. Bu durum, başat durumda bulunan taraftan saldırgan emelleri taşımaması ve bu durumun sistemin diğer üye ülkelerince uygulanmaz ve kabul edilmiş bulunması halinde ortaya çıkar. 

Diplomasi (diplomacy)

Bir hükümetin belli konulardaki kanı ve görüşlerini doğrudan doğruya öteki devletlerin karar vericilerine iletmesi sürecidir. Diplomasinin bir görüşme sanatı olduğu da söylenir. Modern anlamda diplomasinin Kuzey İtalya’da doğduğu kabul edilmektedir. XII. yy.dan itibaren burada küçük kent devletleri görülmektedir.Bunlar arasında diplomasinin gelişmesine en fazla katkıda bulunan Venedik Cumhuriyeti idi. Venedik Cumhuriyeti’nin diğer devletlerle geniş ticaret ilişkileri içinde bulunması ve Bizans ile temas halinde olması, bu devleti “elçiler okulu” durumuna getirmiştir. XVII. ve XIX. yüzyıl Avrupa’sında altın çağını yaşayan klasik diplomasi, çağımızda eski önemini kaybetmiş, buna karşılık yeni bazı diplomasi türleri ortaya çıkmıştır. Bunlar konferans diplomasisi, parlamenter diplomasi, sessiz diplomasi, zirve diplomasisidir.

Diplomasi Temsilcileri (diplomatic representatives)

Devletlerin birbirleri ile ilişkilerde bulunmasını sağlamak amacıyla tayin olunan ve devleti yabancı devlet nezdinde temsil eden kişiler (konsoloslar diplomasi temsilcileri değildir).Diplomatik temsilcilerin oluşturduğu bütüne “diplomatik misyon” adı verilir. Misyon şefinin emri altında, diplomatik personel statüsündeki meslek memurları (hariciyeciler) il idari ve teknik personel hizmet görür. Viyana Kongresi’nde belirlenen sisteme göre misyon şefleri statüsündeki diplomatik temsilciler 3’e ayrılır.

1. Devlet başkanları yanına gönderilen büyükelçiler, Papanın temsilcisi olan muncio’lar (elçi),

 2.Devlet Başkanları yanına gönderilen orta elçiler ve öteki temsilciler,

3.Dışişleri bakanı yanına gönderilen maslahat güzarlar.

Misyonda görevli öteki diplomatik personel ise şöyle sıralanmıştır. Elçi (yada elçi-müsteşar), müsteşar, başkatip, ikinci katip, üçüncü katip ve ataşe, devletler karşılıklı gönderecekleri misyon şeflerinin hangi düzeyde olacağını aralarında kararlaştırırlar. Bununla birlikte kendilerini temsil ettirmek için büyükelçi atamaları yolundaki uygulama yerleşmiş bulunmaktadır. Diplomatik temsilci gönderilen devletlerden biri açıkça itiraz etmediği takdirde, birkaç devlet yanında tek misyon şefi gönderilebileceği gibi, birkaç devletin aynı kişiyi misyon şefi olarak aynı devlet yanına göndermeleri de olanaklıdır.

Diplomat

Gönderilmiş olduğu devlet tarafından yetkili kılınan, ülkesini yabancı bir ülkede veya uluslararası görüşmelerde temsil eden görevli diplomatların sıfatları ve derece sıralaması. 1815 Viyana Kongresi ile belirlenmiştir. Buna göre diplomatlar;-Ambassador (büyükelçiler)-Envoy resident-Charge d’affaires şeklinde sıralanır.Diplomatik (diplomatic)Resmi evrak ve belgelerin çağlar boyunca geçirdikleri biçim değişikliklerini inceleyen, bunları açıklayan aynı zamanda bu belgelerin hazırlanmasını kuşaktan kuşağa aktarılmasını ve bu şekilde açıklayabilecek kurumları inceleyen bilim. 

Diplomatik Ayrıcalık ve Bağışıklıklar (diplomatic privileges and immunities)

Uygulanan uluslararası hukukta kavram olarak, dokunulmazlıklar ile ayrıcalıklar arasında bir ayrıma gidilmektedir. Dokunulmazlık kavramı genel yasalardan bağışık tutulmayı değil, fakat yargılama ve icra yollarının uygulamasından bağışık tutulmayı belirtmektedir. Buna karşılık ayrıcalık kavramı kabul eden devletin kimi yasalarının özünden bağışık tutulmayı, bunların özünün uygulanmamasını ifade eder. Diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıkları,

1. Diplomasi Temsilciliği Bakımından,

2. Diplomasi Temsilcilikleri ve Görevlileri bakımından olmak üzere iki kısma ayırabiliriz.

Diplomasi Temsilciliği Bakımından ayrıcalık ve bağışıklıklar şunlardır:

a) Elçilik binasının ve Araçlarının Dokunulmazlığı

b) Elçilik Arşivlerinin Dokunulmazlığı

c) Elçiliğin Haberleşme Serbestliği

d) Elçiliğin Vergi Ayrıcalığı

e) Elçiliğin Gümrük Ayrıcalığı

Diplomasi Temsilcileri ve Görevlileri Bakımından ayrıcalık ve bağışıklıklar ise,

a) Kişi Dokunulmazlığı

b) Konut Dokunulmazlığı

c) Yargı Dokunulmazlığı ya da Bağışıklığı

d) Vergi Ayrıcalığı

e) Gümrük Ayrıcalığı 

Diplomatik Koruma (diplomatic protection)

Bir devletin yabancı bir devletin haksız eyleminden zarara uğrayan vatandaşını diplomatik yollar aracılığıyla koruma altına alması (Diplomatic Protection).

Diplomatik Pasaport (diplomatic passport)

Yabancı bir hükümetin ajanlarına verilen ve onların resmi statülerini tanımlayan, diplomatik ayrıcalık ve bağışıklıklarını sağlayan pasaport.

Diplomatik Protokol (diplomatic protocol)

Diplomatik misyon üyeleri arasındaki ilişkileri düzenleyen kurallar. Bu konu uzun yıllar tartışmalara yol açmıştır. Diplomatik derecede ve protokol sorunu 1815 Viyana Kongresi ve 1818 tarihli Aix-la-Chapelle Kongresinde ele alınmıştır. Bunlarda alınan kararlar 14 Nisan 1961 tarihinde Viyana’da toplanan Diplomatik İlişki ve Bağışıklıklar Hakkında Birleşmiş Milletler Konferansı’nda da küçük düzeltmeler kabul edilmiştir. Buna göre diplomasi temsilcilikleri üç sınıfa ayrılmaktadır:

(1)Devlet başkanı katına atanan büyükelçiler ve nuncio’lar, ya da bunlara eşit durumda bulunan öteki diplomasi temsilcileri,

(2)Devlet başkanı katına atanan, ortaelçiler ve internuncio’lar (Papaların ortaelçileri)

(3)Dışişleri Bakanı katına atanan işgüderler. Sözleşmenin 16. maddesinde, her sınıfta elçilik kurulunun başlarının, kabul eden devlette, göreve başladıkları tarih sırasına göre önde gelecekleri belirtilmiştir.  

Diplomatik Sığınma (diplomatic asylum)

Sığınmacının suç işlediği ülke üzerinde bulunan bir yabancı diplomasi temsilciliğine sığınmasıdır. İlke olarak, ülke devletinin ülkesel yetkisine dair bir aykırılık oluşturduğu kabul edilmektedir. Bu nedenle, devletlerin diplomatik sığınma tanımama yükümü altında bulunduğu görüşü yaygındır. Bununla birlikte, bir devletin başka bir ülkedeki diplomasi temsilciliğine sığınan bir kişiyi, ilke olarak, ülke devletine temsil etme yükümlülüğü de yoktur. Böyle bir yükümlülük ancak bu yönde bir anlaşma hükmünün yada başka yolla kabulün varolması ile olanaklıdır. Sığınmacı statüsünün tanınmasının kesin olabilmesi için bunun iki tarafça da kabul edilmesi en sorunsuz durumdur. 1950 tarihli Sığınma Hakkı Davası’na ilişkin kararında, diplomatik sığınma konusunda bir tarafın iradesinin yeterli olmadığını kabul etmektedir. 

1950’lerin ortalarından itibaren A.B.D.’nin yaklaşık yirmi yıl boyunca uyguladığı Güneydoğu Asya politikasının dayandığı görüş. Domino teorisi ilk kez Nisan 1964’te Vietnam’la ilgili bir basın toplantısı sırasında Başkan Eisenhower tarafından ortaya atılmıştır. Vietnam’dan geri çekilme yönündeki baskılara, ABD’nin Vietnam’ı kaybetmesi halinde bölgedeki diğer ABD’nin yanında yer alan ülkelerin domino taşlarının yıkılması gibi teker teker Çin ve Sovyet etkisine girecekleri şekilde cevap vermiştir. Daha sonra Amerika dış politikasını yönlendiren diğer devlet adamları tarafından da paylaşılan bu görüş ABD’nin yıllarca Vietnam’dan çekilmeye ısrarla reddetmesinde etkili olmuştur. Bu görüş ayrıca 1965’te ABD’nin Dominik Cumhuriyeti’ne karşı giriştiği askeri harekatı açıklamak, Küba lideri Fidel Castro’nun yaratacağı bir domino etkisinden korunmanın amaçlandığı iddia edilmiştir.

Doruk Diplomasisi: bkz. Zirve Diplomasisi

Dostça Girişim (friendly demarche)

Devletlerarası uyuşmazlıkların barışçı yollardan çözümünde kullanılan bir yöntem. Aralarında belirli bir uyuşmazlık bulunan ve uyuşmazlığı çözmek için görüşmelere çeşitli nedenlerle hazır olmayan tarafların bir araya gelmelerini sağlamak, bir dostça girişim örneği olabilir. Bu türden bir çabada temel amaç, söz konusu devletler arasında belirli bir yumuşama yaratarak görüşme zemini hazırlamak ve tarafları buluşturup görüştürmektir.Taraflar bu girişimi olumlu ya da olumsuz karşılamakta serbesttirler. 

Duayen (dean of diplomatic corps)

Diplomatik protokolde bir statü. Bir meslekte yaşça ve kıdemce başta gelen kimse. Bir ülkede görevli diplomatik temsilcilerden misyon şefi olarak o ülkede en uzun süredir bulunan temsilci.

Dünya Hükümeti (world government)

Devletler üstü olan; sahip olduğu en yüksek yetki ve güç ile barış ve güvenliği sağlayacağına inanılan global bir politik kurum. Dünya Hükümeti taraftarları kurulacak olan federasyonun merkezi yetkisi federasyonuna üye olan devletlerin vazgeçecekleri yetkiden oluşacağını savunmuştur. Günümüzde dünya hükümeti fikrini savunan ve yaymaya çalışan en hareketli grup, Birleşik Dünya Federalistleridir (United World Federalist).Bütün kuvvetin tek bir elde toplandığı uluslar üstü güç. Bu güç, yetkisi altındaki devletler ve onların halkını ilgilendiren bütün politikaları biçimlendirir. Böyle bir askeri fetihlerle kurulacağı gibi devletler arasındaki işbirliği ile de kurulabilir. Eski Roma İmparatorluğu fetih yoluyla bu güce çok yaklaşan tarihin başarılı örneklerinden birisidir.

Dünya Kamuoyu (world opinion)

Taahhütte bulunmuş ulusların yada hiç bir uluslararası güç grubu ile işbirliği yapmayan liderlerin, gerçek yada tasarlanmış beklenen tepkilerinin manevi gücü. 

Dünya Politikası (world policy)

Uluslararası politika kavramının bir başka anlatım şekli. Uluslararası politika kavramındaki varsayım ulus devletinin temel birimi olduğudur. Ancak dünyamızda yer alan diğer ulus-devlet dışı bazı birimlerde uluslararası politikanın kapsamı içerisine alınmaktadır.

Dünya politikası kavramı ise uluslararası kuruluşlar veya bazı zihinsel kuruluşları da içine alarak biraz farklı çerçeve çizmektedir. Dünya politikası uluslararası ilişkilere farklı bir perspektiften bakan farklı bir yaklaşımdır. 

Düşük Yoğunlukta Çatışma (low-intensity conflict)

ABD’nin üçüncü dünya ülkelerindeki gerilla savaşlarına tepkide bulunmak şeklindeki çatışmaları ifade eden bir çeşit savaş stratejisi. Düşük yoğunluktaki çatışma stratejisinde hafif silahların kullanımı söz konusudur ve bu strateji halen ABD tarafından kullanılmaktadır.

Egemenlik (sovereignty)

Sadece devletin sahip olup, diğer sosyal kurumların sahip olmadığı en üst karar alma ve uygulama yetkisi, iktidarı. Egemenlik, iç ve dış egemenlik olmak üzere ikiye ayrılır. İç egemenlik, ulusal sınırlar içinde yalnız devletin yetkisi ve güç sahibi oluşunu, dış egemenlik ise uluslararası düzende de devletin yalnızca kendi taahhütleri çerçevesinde sınırlanabilen mutlak bağımsızlığını içerir. Egemenlik, otuz yıl savaşları sonunda politik bir gerçek olarak kabul edilmiş ve Modern ulus devletlerde en önemli politika, organizasyon birimleri olmuştur.Egemenlik, devletin sınırsız özgürlüklere sahip olması demek değildir. Devlet idaresi uluslararası hukuk kurallarına ve devletin üye bulunduğu birçok uluslararası organizasyonların kuralları ile düzenlenir. Egemenlik eşit şartlarda bazı haklara sahip devlet eşitliğini de anlatır. Ayrıca devlet, bağlı bulunduğu devlet sisteminin ortaya koyduğu kurallarla da sınırlıdır.Egemenlik terimini ilk kez. J. Bodin kullanmıştır. T. Bodin’e göre Egemenlik: kişiler, vatandaşlar ve uyruklar üzerinde kanunların kısıtlamadığı en yüksek iktidardır. 

Ekonomik Yaptırım (economic sanction)

Birbirlerini istedikleri yönde etkilemek amacıyla devletlerin kullandıkları dış politika araçlarından birisidir. Ekonomik yaptırımlar iki gruba ayrılabilir:

1)Dış ticarete ilişkin tarife, kota, ambargo, abluka gibi yaptırımlar.

2)Dış yardım gibi finanssal yaptırımlar.Ancak ekonomik yaptırımları bir dış politika aracı olarak kullanan devletin diğer devleti istediği yönde etkilemesi bakımından karşı faktörler önemlidir. Bu faktörler ekonomik yaptırımı uygulayan ülkenin kapasitesi ve bu yaptırımların uygulandığı ülkenin yaptırım uygulayan ülkeye olan bağımlılık derecesi olarak özetlenebilir.  

Elçi (minister-envoy)

Bir devletin büyükelçilik nezdinde temsil edilmediği yabancı bir devlete, devlet başkanı nezdinde gönderdiği tam yetkili diplomasi temsilcisi.

Elçilik (legation)

Elçinin yönetiminde çalışan diplomasi temsilciliği; bu temsilcilikte ve çalışanların bulunduğu bina. Elçilikler kuruldukları ülkenin başkenti önemli bir veya iki şehrinde kurulabilir. 

Elçilik Hakkı (right of legation)

Devletin birbirleri ile olan ilişkilerini sağlamak ve sürdürmek amacıyla temsilci gönderme ve kabul etmelerine bu ad verilir. Bütün bağımsız egemen devletler bu haktan yararlanırlar. Papalık da elçilik hakkına sahip olan uluslararası birimlerdendir. Bu hakka sahip olmayan uluslararası birimler ise bağımsızlığı kısıtlı devletler, uluslararası duruma sokulmuş ülkeler ve uluslararası örgütlerdir.

Emperyalizm (imperialism)

Daha ziyade İkinci Dünya Savaşı öncesi ve hatta yüzyılımızın başı ile ondan önceki yüzyılların siyasi tablosuna uygun ve o devirlere ait bir deyimdir. Kelime anlamına uygun olarak bir ülkenin imparatorluk biçimi bir egemenlik kurması için başka ülkelere veya bölgelere doğru yayılma politikasıdır.Bugün için Doğu ve Batı blokları birbirlerini böyle bir tutum izlemekle suçlanmakta ise de gerçek odur ki kelimenin tam anlamına uyan imparatorluklar yavaş yavaş kaybolmuşlardır ve uzun yıllar emperyalizmin etki alanında bulunan pek çok Asya ve Afrika ülkesi, son 20 yılda bağımsızlık almış, milli kişiliğini bulmuştur. Bu nedenledir ki, bugün Birleşmiş Milletlerin üye sayısı 185 (1994) olmuş ve gittikçe de artma eğilimindedir. Bu kadronun yarısından çoğu, emperyalizmden çıkmış yeni bağımsız ülkelerdir.

Entegrasyon: bkz. bütünleşmeEsnek karşılık doktrini (flexible response doctrine)

ABD’nin Kennedy döneminde gerçekleştirdiği daha sonra NATO’nun benimsediği savunma doktrini. Doktrin ABD’nin tam anlamıyla yaşamsal çıkarlarının söz konusu olduğu durumlarda güvenliğini nükleer silahlarla koruyacağı, öteki durumlarda ise savunmanın geleneksel silahlarla yapılacağı anlayışına dayanıyordu. Kısacası, karşılaşılan silahlarının niteliğine göre yanıt verilecekti. Çünkü bir saldırıya kitlesel karşılık vermesi ABD’nin hareket serbestisini sınırlandıran bir durum haline gelmesiydi. Ayrıca Sovyetler Birliği’nin kıtalararası balistik füze sistemlerine sahip olmasıyla ABD’nin kendisi artık doğrudan Sovyet saldırısına açık bir hale gelmiştir. Bu durumda Avrupa’da muhtemel bir Sovyet saldırısında hemen nükleer güçle yanıt verilmesi halinde Amerikan toprakları da bir nükleer saldırı tehlikesi altında kalıyordu. Bu durumun ortaya çıkmaması için “esnek” bir strateji izlenmesi gerekiyordu.Esnek karşılık doktrininin en doğal sonucu NATO’nun kara kuvvetlerinde bir artışa ihtiyaç duymasıydı. Çünkü karada Sovyetleri dengelemek gerekiyordu. Yeni strateji sonucunda Avrupalı müttefikler arasında Amerikan nükleer gücünün kontrolü yüzünde istekler çıktı, anlaşmaya varılamaması sonucunda Batılı müttefikler arasındaki konsensüs bozuldu ve Fransa NOTA’ nun askeri kanadından çekildi. 

Etkinlik (efficiency)

Bir kimsenin, bir grubun toplumsal ve siyasal güçlerini bir ortamda kullandıkları, ve olguların, olayların akışını, alınan kararları etkilemelerini sağlayan yetkileri, saygınlıkları ve gücü.

Etnosantrizm (ethnocentrism)

Bir kişinin kendi grup ve kültürünün diğer grup ve kültürlerden üstün olduğuna inanması. Etnosantrizm ile toplulukların değerleri ve bu değerlerin temsil eden statüleri arasındaki farklar önem kazanır. Kişinin üyesi bulunduğu grubun değerleri diğer grupların değerlendirmesini sağlayan standartlardır.

Fait Accompli

Dilimize “oldu-bitti” şeklinde aktarılabilecek, uluslararası sorunların görüşmeler yolu ile çözmenin karşıtı anlamında bir terim. Uluslararası ilişkilerde tek yanlı ve ilgili diğer tarafları dikkate almadan girişilen uluslararası hukukça yasaklanmış bir eylemi ifade eder. 

Faşizm (fascism)

İtalya’da 1919’dan sonra Mussolini’nin kurduğu partiye bağlı milis kuvvetleri (Kara gömlekliler) büyük bir yürüyüş düzenleyerek Roma’ya girip 1922’de Musollini’yi iktidara getirmişlerdir. Faşist Milli Parti (Partito Nazionale Fascista) olarak ortaya çıkan bu siyasi örgütün temeli, “Savaşçılar demeti” anlamına gelen (Fascio di Combattimento) adlı silahlı milislere dayanıyordu.Faşistler, komünistlere karşı büyük bir mücadeleye giriştiler. Ayrıca, her şey de devlet elinin bulunması görüşündeydiler. Sloganları “Her şey devlet içindir, hiç bir şey devlete karşı değildir, hiç bir şey devletin dışında değildir” şeklinde idi. Mussolini diktatör olmuştu ve “Duçe” unvanı ile anılıyordu. Sıkı bir korporasyon sistemi ile ekonomik hayat da kontrol altına alınmıştı.Mussolini, yine kendi rejimine yakın olan Hitler’in Nasyonal Sosyalizmine büyük sempati duyarak Nazi Almanya’sı ile Faşist İtalya’yı aynı blokta topladı ve İkinci Dünya Savaşı’nda birlikte yer aldılar. 1944’te İtalya mağlup olarak savaşı bıraktı. Mussolini de kendi vatandaşlarınca idam edildi.

Federasyon (federation)

Ortak ancak sınırlı olmayan çıkarları sağlamak amacıyla oluşturulmuş bir devlet örgütleniş biçimi. Federal devlet bir devletin yapısında olabilecek bir değişiklik sonucu ortaya çıkabileceği gibi bir devlet konfederasyonunun gelişmesi ile üyelerin birleşmesi sonucu da oluşabilir. Federal devleti devletler konfederasyonundan ayıran en önemli özellik federal birimlerin tüm uluslararası yetkilerini merkez organa yani federal devlet merkezine bırakmalarıdır. Savaş ilanı, ulusal savunma, anlaşmalar yapma ve elçi gönderme yetkisi federal devletin tekelindedir. Ancak feodal devletlerin her birinin yasaları ve çeşitli organlar bulunmaktadır. Bu etkili yapı içerisinde ortaya çıkan sorunlar hukuk çerçevesinde çözmek amacıyla bir yüksek mahkeme oluşturulmaktadır. ABD, eski SSCB, Avustralya, Kanada, İsviçre, Meksika ve Almanya gibi ülkeler bu federal sistemin farklı uygulamalarının örnekleridir. 

FIR Hattı (Flight Information Region-FIR)

Uçuş bilgi bölgesi yada İngilizce kısaltılmış adıyla FIR, içinde uçuş bilgi ve uyarı hizmetlerinin verildiği hava sahasıdır. Uçuş bilgi hizmetleri, özellikle, önemli meteorolojik bilgileri ulaşım kolaylıklarını, hava alanlarının durumunu, bölgede bulunan tehlikeleri (örneğin göçmen kuşların varlığı gibi) bildirmeyi içermektedir. Uyarı hizmetleri ise, kaybolan, kaza yapan ya da tehlikede olan hava araçlarına ilişkin bilgilerin arama-kurtarma faaliyetleri ile görevli birimlere bildirilmesi görevlerini kapsamaktadır. FIR sahaları yalnızca ulusal hava sahalarını kapsayabileceği gibi, kimi bölgelerde uluslararası hava sahasını da kapsamaktadır.

Füze (missile)

Devletlerin elindeki silahları hedeflerine ulaştıracak araçlardan biri. Uçak teknolojisindeki tüm gelişmelere rağmen, uçakların karşı tarafın hava savunmasını aşarak hedeflerine tam başarıyla ulaşmaları olasılığı fazla değildir. Bundan dolayı, bugün nükleer silahların gönderme araçları arasında füzeler, uçaklara nazaran daha çok önem kazanmışlardır. Füzelerin en önemli ayrıcalıklarından biri hızlarıdır. Hızı saatte 10.000 mil dolayında olan kıtalararası balistik füzeler, Atlas Okyanusunu yirmi dakika ile yarım saat arasında bir süre içinde geçebilmektedir. Olası bir nükleer savaşta füzelerin korunması konusundaki önlemler öngörülmüştür:

1)Hedefi gizlemek,

2)dayanıklı sığınaklar yapmak ve

3)oynak hedefler kullanmak.

Orta ve uzun menzilli füze taşıyabilen deniz altıların hizmete girmesi, gönderme araçları alanında büyük yenilikler meydana getirmiştir. Ortaya çıkan bu gibi denizaltılardan fırlatılacak füzelerle, hemen her hedefe ulaşılması olanaklıdır. Karada işlenen ICBM (Inter Continental Balistic Missiles-Kıtalararası Balistik Füzeleri)’lerin korunması, SLBM (denizaltılardan fırlatılan balistik füzeler)’lere oranla çok daha zordur. ABD ve SSCB, bu füzelerin korunması konusunda korunganlar (yeraltı siloları) inşa etmişlerdir. ICBM’lerin başka bir korunma biçimi, bunların karayolu veya demiryolu üzerinde sürekli harekette bulundurulmalarıdır. Böylece karşı taraf füzelerin belli bir zamanda nerede olduklarını bilemeyeceğinden, bunları tahrip edemeyecektir.İlk yapılan Amerikan ve Sovyet füzelerinin hepsi tek bir nükleer başlık taşımaktaydılar. ABD bir ABM (Anti Balistik Missiles) sistemini açabilmek için, 1960’lı yıllarda çok başlıklı füze sistemi (MRV) geliştirmiştir. Böylece bir füzenin taşıyacağı birçok başlık çeşitli yerlere fırlatılacağından, geniş bir alanda başarı sağlaması daha muhtemeldir. ABM’lere karşı MRV’ların yanında MIRV sistemi geliştirilmiştir. Bu tür sistemde, bir tek füze, bir çok hedefe ulaşabilen birden fazla başlık taşımaktadır. Şimdiye kadar ABD’liler iki çeşit MIRV’ler geliştirmişlerdir. Birisi “Minuteman III” (ICBM’ler için), öteki de “Posseidon” (SLBM’ler için) ve en çok isabet gücü olan füzeler bunlardır. Hedeflerin yerlerinin saptanmasında yapılan hatalar, füzelerin fırlatılma yeri, hava koşulları füzelerin isabet gücünü etkileyen önemli öğelerdir.

Füzesavar Füze (anti ballistic missiles-ABM)

Nükleer silahlara karşı geliştirilen savunma sistemlerinden biri. Bu füze sistemi, bir füzenin hedefine varmadan önce tahrip edilmesini amaçlamaktadır. Bu tür füzeler çeşitlilik gösterebilmektedirler. Bu çeşitlilik, yok edilmek istenilen füzenin hangi aşamada tahrip edilmek istendiğine bağlıdır. Ancak bu tür sistemin başarılı olması için iyi işleyen bir erken uyarı sisteminin varlığı gerekir. Bu tür bir sistem ilk defa 1960’larda Sovyetler Birliği tarafından geliştirildi. 1960’larda başlayan nükleer silahlara ilişkin görüşmelerde bu tür sistemlerde sınırlandırmaya gidildi. 

Ganbot Diplomasisi (gunboat diplomacy)

İngilizce’de kuvvetli topları olan eski bir gemi tipine ganbot denir. Özellikle ABD’nin 20. yy.lın en başlarında, Orta Amerika ülkelerine siyasi baskı yapmak için savaş gemisi ve deniz piyadesi göndermek suretiyle uyguladığı politikayı tanımlayan bir deyim.

Gaullisme

Fransa’nın milli kahramanlarından ve meşhur devlet başkanlarından de Gaulle’un siyasi felsefesini ve bunun uygulamasını tanımlayan ve Fransız siyasi hayatında çok geçen bir deyimdir. Kendisinin ölümünden sonra da çok taraftarı olan ve iktidarda bulunan bir siyasi akım ve cephe olmuştur. Özetle; hürriyetçi fakat otoriter, devlet taraflısı, sosyal adalete önem verir fakat anti komünist, dış politikada da batı dünyasına bağlı fakat doğu bloğu ile yakın ilişkiler sürdüren, Fransa’nın kendi atom silahlarına sahip olması, NATO’ya çok bağlı olmaması, Avrupa Birliğine taraftar ancak İngiltere’nin Avrupa işlerinden uzak tutulması, tarafsız ve yeni bağımsızlığına kavuşmuş Üçüncü Dünya Ülkelerine Fransa’nın yakınlık göstermesi şeklinde tanımlanan özellikleri bulunan bir akımdır. 

Gerilla Savaşı (guerilla warfare)

Geleneksel savaş yöntemleri ile dize getirilemeyecek bir düşmana karşı uygulanan vur-kaç taktiğine dayalı bir tür çete savaşı. Özellikle, son dönemde silah teknolojisinin hızla gelişmesi karşısında bazı silahlara sahip olamayanların cephelerde başarı sağlanması imkansızlaşmıştı. Bu aşamada gerilla savaşının stratejisi, savaşta barışa varmaya yeterli düzeye gelinceye kadar düşmanı etkisiz hale getirmeye dayanır. Geleneksel olarak gerilla savaşı, yabancı bir işgale ya da bir ülkenin yönetiminin belli bir gruba karşı haksız olduğu öne sürülen uygulamalarına tepki görüntüsü taşır. Gerilla hareketleri, bağımsız olarak ortaya çıkabilecekleri gibi düzenli askeri harekatları da destekleyebilirler. Genellikle gerilla savaşı için politik bir amacın olması gerekir. Gerilla savaşında başarı için propaganda ve halk desteği şarttır. Gerillalar tedhişçi taktiklere başvurduklarında insanların bağlılığı sarsılabilir. Eğer devlet ya da işgal güçleri benzer biçimde karşılık verirse halk her iki taraftan da korkar. Hangi taraf güçlü ise ve denetimi elde tutuyorsa onunla işbirliğine girebilir. Geçmişte, Vietkong’un Vietnam’daki Amerika Birleşik Devletleri destekli güçlere, Afgan gerillalarının Afganistan’daki Sovyetler Birliği destekli güçlere karşı yürüttükleri mücadele, bu savaş türünün örneklerindendir.

Gizli Diplomasi (secret diplomacy)

Diplomasi anlayış ve uygulanmasında XVII. ve XIX. yüzyılların Avrupa diplomasisinde en belirgin özelliklerinden birisi de gizlilikti. Genellikle Avrupalı monarkların bizzat veya özel temsilcileri aracılığı ile sürdürdükleri diplomasi faaliyeti gizli bir şekilde oluştuğu gibi, bu gizlilik çoğu zaman belirli bir sonuca ulaşıldığında da sürerdi. Bir başka deyişle, saray diplomasisi olarak da adlandırılan bu tür diplomasi, her aşaması ile dışa kapalı bir biçimde yürütülürdü. Böylece, bir bölge halkı bazen bir başka devletin egemenliğine geçtiğini sonradan öğrenebilirdi. Bu tür diplomasiye karşı en önemli tepki, idealist ABD Başkanı Wodrow Wilson’dan gelmişti. Wilson I. Dünya Savaşı sonlarında yayınladığı ünlü “On dört nokta”nın Birincisinde, açık görüşmeler yolu ile ulaşılacak açık sözleşmelerden söz ediyordu. Gerçekte de, XX. yüzyılda demokrasinin gelişmesi, halk kitlelerinin yönetim ile ilgili sorunlara giderek daha büyük oranlarda katılmaları ile diplomasi daha “açık” niteliğe bürünmüştür.

Glasnost: bkz. Gorbaçov Diplomasisi

Globalizm: bkz. Küreselleşme

Global Strateji (global strategy)

Bütün dünya üzerinde etkisi olabilecek bir strateji politikası izlemeye milletlerarası kuvvetler dengesinde global strateji denir. Bu tür politikaya bugün için sadece tek süper devlet olan ABD tam anlamı ile izleyebilmektedir. Çin de bu yolda adımlar atmaktadır. Son zamanlarda, ABD-Rusya-Çin üçlüsüne dünya askeri 1 uzun menzilli bombardıman uçakları, atom denizaltıları, uçak gemileri ve çeşitli ülkelerde askeri üslere malik olması gereklidir.

Gorbaçov Diplomasisi (Gorbachev diplomacy)

Mihail Sergeyeviç Gorbaçov-1985 yılında SBKP Genel Sekreterliğine getirilmiştir. Sovyet iç ve dış politikasında köklü değişiklikler yaratmıştır. Glasnost (açıklık) ve Prestroika (yeniden yapılanma) politikalarıyla belirli bir süreç içerisinde siyasal, toplumsal ve ekonomik bir dönüşüm başlattı. Doğu Avrupa’daki katı komünizmin arkasındaki Sovyet desteğini çekerek bölgedeki reformlara katkıda bulundu. Bunu iki Almanya’nın birleşmesi konusunda olumsuz tutumunu değiştirmesi ve 1990’da Berlin Duvarı’nın yıkılması izledi. Silahsızlanma alanında gösterdiği yürekli girişimler Amerika başkanı ile doruk toplantısındaki olumlu tavırları ile dış gezileriyle uluslararası alanda saygınlık kazandı. 1987 Aralığında ABD ile orta menzilli nükleer füzelerin kaldırılmasını öngören INF antlaşmasını imzaladı. 1989’da Avrupa Konseyi toplantısına katılarak bir “Ortak Avrupa Evi” önerisinde bulundu ve SNF (kısa menzilli nükleer füzeler) konusunun görüşülmesini istedi. Gorbaçov’un izlediği politika Sovyet Cumhuriyetlerinde bağımsızlık hareketlerine yol açmış ve başkanlıktan istifasından bir gün sonra Sovyetler Birliği resmen dağılmıştır (26 Aralık 1991).

Göçmenler (immigrants)

Milli ekonomik ve sosyal problemlerin yanı sıra milletlerarası ilişkilerde ve diplomaside de rol oynayan göçmenler, başlıca yurt dışına giden (Emigration) ve yurda gelenler (Immigration) olarak iki ana konudur. Yurt dışına giden göçmenler, genellikle, ülkedeki işsizlik ve nüfus patlaması sonucudur. Ülke ekonomisi üzerindeki baskıyı hafifletirler. Ayrıca gittikleri yerde ülkeler için bir potansiyel olurlar ve gereğinde maddi ve manevi yardım unsurudurlar.Ülkeye gelen göçmenler ise, ekonomisi zayıf ülkelerde büsbütün bir ekonomik baskı unsuru olurlar. İşsizlik, meskensizlik problemlerine konu teşkil ederler. Çeşitli ekonomik ve sosyal zorlukların kaynağı olabilirler. Bazı ülkeler ise insan gücü sağlamak için göçmen kabul politikası izlerler (ABD, Avusturya, Kanada) giden ve gelen göçmenlerin kalifiye iş ve sanat sahibi olmaları da ülkenin ekonomik hayatı üzerinde etkiler yapar.Türkiye’deki 1951’de Bulgaristan’dan gelen yüz binlerce göçmen ülkemiz açısından son yılların en önemli göç olaylarındandır. 1968’de yapılan bir anlaşma ile 1951 göçünde parçalanmış olan ailelerin diğer bazı fertlerinin de Türkiye’ye göç etmesi olanakları sağlanmış, 100 bin kişi kadar gelmiştir. Bu arada, 1963 Kıbrıs bunalımından sonra on binlerce Rum asıllı vatandaş da Türkiye’den Yunanistan’a göçmüştür. Bulgaristan ile olan göç anlaşması uygulaması 1978 sonunda bitmiştir.İkinci Dünya Savaşı sırasında çatışmaların gelişmesine göre çeşitli kitleli göçler olmuştur. Savaş sonrasında 1948’de Filistin’de İsrail’in kuruluşu ile yüz binlerce kişi bu topraklardan Arap ülkelerine iltica veya göç etmişlerdir. İsrail’in kuruluşu ile çeşitli ülkelerde bulunan yüz binlerce Yahudi de buraya göçmüş ve göçmektedirler. Yine 1948’de Pakistan-Hindistan ayrılmasından sonra milyonlarca kişi her iki yöne doğuru göç etmişlerdir. İkinci Dünya Savaşı sonunda Doğu Prusya ve civarındaki bir kısım topraklarındaki Almanya’dan batı yönündeki bölgelere 14 milyon kadar kişi göç etmiş bulunmaktadır.Göç hareketleri tehlike ve zorluklar karşısında veya baskı neticesi olabileceği gibi, iki ülke arasında karşılıklı nüfus değişimi (Exchange de Population) şeklinde anlaşmalar olabilir. 

Gönderme Araçları (delivery systems)

Uluslararası strateji literatüründe, nükleer bombaları hedefe göndermek için kullanılan çeşitli araçlara verilen ad. Nükleer bombaların hedefe gönderilmesinde kullanılan en eski araç uçaklardır. Günümüzde ağır bombardıman uçakları eskisinden çok daha büyük miktarlarda nükleer bomba taşıyabilmekte ve saatte yaklaşık 1000 km hızla kıtalararası gidip gelebilmektedir. Gönderme araçlarının ikinci grubu ise yerden veya denizaltından fırlatılan tek veya çok başlıklı, füzelerden oluşmaktadır. 1981 yılında yürürlüğe sokulan Amerika Birleşik Devletleri Uzay Mekiği programında kullanılan gönderme araçları, öncekilere oranla çok daha gelişkindir. Birden çok uçuşta kullanılmaları olanaklıdır. Bu nedenle uzay mekikleri ile gerçekleştirilen uçuşların maliyeti düşmektedir.  

Görüşmeler (negotiations)

Uluslararası ilişkilerin temel öğelerinden birisi. Devletler arasında görüşmeler bazen yalnızca görüş ve bilgi alışverişinde bulunma, bazen de belirli bir sonucun barışçı yollardan çözümünü sağlama amacına yönelik olabilir. Ayrıca görüşmeler, karşı tarafı masa başında oyalayarak zaman kazanmak veya kendi görüşleri doğrultusunda propaganda yapmak amaçlarına yönelik olarak da kullanılabilir.Devletler arasındaki iki ya da çok yanlı görüşmelerde ilk karşılaşılan sorun, görüşmenin nerede yapılacağıdır. Görüşme düşman iki ülke arasında yapılıyorsa, genellikle tarafsız bir ülke topraklarında gerçekleşir. Dost ülkeler arasındaki ilişkiler ise, karşılıklı olarak iki ülke topraklarında gerçekleşmektedir. Görüşmeler kullanılacak dil, basına açık ya da kapalı olması vb. sorunlar görüşmeler öncesinde çözülmesi gereken sorunlardır. Diplomasi pratiği, tarafların uzlaşabilir konuları ele almalarını öngörmektedir. Böyle durumlarda taraflar bazen çıkar birliği içerisinde bazen de karşılıklı tavizler vererek sorunları çözebilir. Tarafların birbirleri ile bağdaştırılması güç olan tezleri ele almaları çoğu zaman bir sonuç doğurmasa da soruna çözüm getirecek konuların yaratılması konusunda bazı adımlar atılmasını sağlayabilmektedir. Görüşmeler bazen de kısır döngü halinde tıkanabilmektedir. 

Gözlemci Statüsü (observer’s status)

Bir takım konuları yerine getiren devletin ve öteki ulusların birimlerin, gözlemci statüyle uluslararası örgütlerin çalışmalarına oy hakkı olmadan katılmalarını ifade eder. Örgütlere göre gözlemcilerin bazen söz hakkı bulunduğu gözlenmektedir. Gözlemci statüsünden yararlanan birimler şunlardır. i)Henüz örgüt üye devletlerince devlet olarak tanınmamış devlet iddiasındaki topluluklar, ii)Uluslararası örgütler, iii)Kimi ulusal bağımsızlık hareketleri.

Güç Dengesi (balance of power)

Devletlerin ulusal güvenlik sorunlarıyla değişen ittifaklar çerçevesinde nasıl uğraştığını tanımlayan bir bakış açısı. Özellikle XVIII. ve XIX. yüzyılların Avrupasında geçerli olan bir sistem. Bu sistemde kutup ya da bloklar bulunmamaktadır. Güçleri birbirine yakın en az beş ya da altı devletin bir ortamda bulunması gerekir. Sistem, revizyonist devletlerin, statükocu güçlerin güvenliğini tehdit etmeye başladığında gündeme gelir. Bu sistemde yenilen devletlerin ortadan kaldırılması yerine onun sisteme tekrar atılması amaçlanır. Devletler arasında gücün dengelenmesi ya ağır tarafın hafifletilmesi ya da hafif tarafa ağırlık verilmesiyle olur. Bunun için kullanılan bazı yöntemler; böl ve yönet, silahlanma ve ittifaklar ve koalisyonların kurulmasıdır. Devletin yaşamını sürdürmesi statükonun devamı için şarttır. Dengenin her bir devleti eşit güçte olabileceği gibi, bir taraf diğerlerinden üstün olabilir. Ayrıca bir devletin Büyük Britanya’nın 19. yy.’da yaptığı gibi bilinçli bir güç dengesi politikası izleyebilir. 17. ve 18. yüzyıllarda güç dengesi politikası izleyen devletlerin amacı, kendi hareket serbestilerini en üst düzeyde tutmaktı. Amaç, devletlerin bağımsızlık ve hükümranlıklarını korumaktı. Devletler serbestçe bir ittifaktan diğerine geçebiliyordu.Kutsal ittifak statükonun korunmasına, devletin ortadan kaldırılmasına bir örnektir Napolyon’un Fransa’yı mağlup edildikten sonra Fransa’ya paylaşmak yerine Napolyon öncesi duruma getirilmesi tercih edilmiştir. I. ve II. Dünya Savaşlarında ise bu sistemi temelinden sarsan ve çökmesine neden olan Almanya’dır. 

Güç Kuramı (power theory)

Başka devletlerin davranışını kontrol edebilmek iktidarını ve kapasitesini ifade eder. Uluslararası ilişkilerde gücün başlıca rolü, öteki devletlerin tutum ve davranışlarını etkilemektir. Güç uluslararası ilişkilerde belirli bir amaca ulaşmada kullanılan bir araçtır. Bir devletin gücü çeşitli öğelerden oluşur. Bu öğeler sürekli değişim halindedirler. Bir devletin gücünü oluşturan öğeler arasında şunları sayabiliriz:

a)nüfus ve işgücü,

b)doğal kaynaklar,

c)coğrafi konum,

ç)gelişme düzeyi,

d)askeri güç,

e)hükümetin niteliği,

f) diplomasinin kalitesi,

g)Ulusal moral, vs. ülkenin coğrafi konumu kadar, biçimi, topoğrafyası, iklimi vb. gibi noktalar da devletin gücünü etkilerler.

Güç yaklaşımı (power approach)

Uluslararası Politika’yı açıklamakta kullanılan en eski yaklaşımlardan biridir. Teorilerinde güç yaklaşımını kullanan ilk kişi Hans J. Morgenthau’dur. Morgethau’ya göre Uluslararası politika, tüm politikalar gibi bir güç ve iktidar mücadelesidir. Ayrıca Morgenthau ulusal çıkarı güç öğesine göre tanımlamaktadır. Buna göre, devletlerin ulusal çıkarlarını gerçekleştirebilmek için güce gereksinimleri vardır. Devletler Margenthau’ya göre, 3 tür politika izleyebilirler:

1)Prestij politikası,

2)Statüko politikası,

3)Yayılma politikası. Bu ayrımda birincisi devletin sahip olduğu gücü göstermek için yaptığı girişimleri ve diğer ikisi ise sahip olduğu gücü sürdürmek ve artırmak için yaptığı girişimleri ifade eder. Morgenthau’un bu görüşleri, tüm uluslararası politikanın salt “güç” kavramı ile anlatılmasının eksik olacağı ve çok genel nitelikte olduğu için eleştirilere uğramıştır ancak güç yaklaşımı uluslararası politika alanında temel yaklaşım biçimlerinden biri olmuş ve birçok yeni yaklaşımın geliştirilmesinde çıkış noktası oluşturmuştur. 

Güven Mektubu (letter of credence)

Bir diplomatik temsilcinin görev yapacağı ülkenin devlet başkanına, diplomatın ülkesinin devlet başkanı tarafından gönderilen resmi doküman. Bu mektupta diplomatın ülkesinin devlet başkanı, diplomatın kendisini temsil yeteneğine olan güvenini belirtir ve kendi hükümeti adına girişeceği faaliyetlerde kendisine gerekli kolaylığın gösterilmesini rica eder. Bu mektubun diplomat tarafından söz konusu ülkenin devlet başkanına sunulması ile diplomatın o ülkedeki resmi görevi de başlamış olur.

Haber Alma (intelligence)

Bir devletin, diğer devletlerin gücüne, etkinliklerine ve olası hareket yönlerine ilişkin bilgi toplaması. Haber alma ile güdülen amaç, siyasal yöneticilere karar almalarında yardımcı olmak üzere değerlendirilebilecek bilgilerden oluşan rapor hazırlamaktır. Haber alma üç aşamalı bir süreci içerir. Bilinmesi gerekli olanlar kararlaştırılır. Daha sonra bilgi toplanır ve sonunda bu bilgiler değerlendirilip çözümlenir. Toplanan bilgiler diğer devletlerin silahlı kuvvetlerinin hazırlık derecesi, yeni silahları, önemli askeri merkezleri, stratejik ve teknik hareket planları vb. askeri-stratejik nitelikte olabileceği gibi özellikle ile de ilgili olabilir. Haber almanın çeşitli yöntemleri vardır. Yaratılan izlenimin aksine, bilgi toplamanın çoğu gazeteler, radyo ve televizyon yayınları ve hükümet raporları gibi kamuya açık kaynaklardan elde edilir. Ayrıca diplomatlar da bilgi toparlarlar. Bunlardan başka uydular, gizli gönderimlerin çözülmesi ve yabancı ülkelerde bulunan ajanların aracılığı ile de bilgi toplanmaktadır. 

Haklı Savaş (justified war)

Bu kavram savaşların niteliği ile ilgilidir. Bu tür savaşı Ortaçağ Avrupa’sında bir hükümdarın silahlı kuvvetlerini egemenlik bölgesi dışında meşru nedenlerle kullanabilmesi anlamını taşımaktadır. O dönemde Hristiyanlığı geliştirmeye yönelik savaşlar “Haklı”, diğerleri ise haksız olarak görülüyordu. Kavram XIX. yüzyılda değişik anlamlar kazanmıştır. Çağımızda sömürge ülke halklarının bağımsızlıklarını sağlama amacına yönelik olarak giriştikleri ulusal kurtuluş mücadeleleri “haklı savaş” olarak görülmektedir. Bu görüşün karşısında yer alanlar ise bir haklı/haksız ayırımındaki güçlüğe dikkat çekerek şiddetin her türlüsüne karşı çıkmaktadırlar. 

Hayat Sahası: bkz. yaşam alanı

Hibe (donation)

Karşılıksız dış yardım. Uluslararası örgütler, kuruluşlar ya da devletler tarafından bir ülkeye yapılan hibe yardımda hiç bir koşul aramaz. Bu yardım türü mali olabileceği gibi, program ve projelere ilişkin olarak teknik malzeme biçiminde de olabilir. Hibe yardımda bulanan ülkenin bu yardımı alan ülkelerdeki amacı kendisine siyasi avantajlar kazandırmak, uluslararası alandaki gücünü arttırmak ve desteklediği sektörleri kendi lehine kullanabilmektir. 

Hidrojen Bombası (hydrogen bomb)

Füzyon ya da termonükleer bomba da denilen bir nükleer bomba türü. Atomların füzyonunu hafif çekirdeklerin birleşerek, daha ağır bir çekirdek oluşturması sırasında ortaya çıkan bir miktar enerjinin denetim altına alınması anlamına gelmektedir. Bu bombalarda açığa çıkan enerji, atom bombalarına oranla daha fazladır. Hidrojen bombasının ilk denemesini, Amerika Birleşik Devletleri 31 Ekim 1952’de Sovyetler Birliği ise 12 Ağustos 1959’da gerçekleştirmişlerdir. Sonradan İngiltere, Fransa ve Çin Halk Cumhuriyeti de füzyon bombaları yapmışlardır.Bununla beraber gerek diplomatik teşebbüsler, gerekse taraflar arasında varılan anlaşmalar bakımından söz konusu olan nispi “açıklığı” fazla da abartmamak gerekir. Gerçekten günümüzde açıklıktan uzak bir diplomatik faaliyetten söz etmek mümkündür. Kaldı ki, teorik düzeyde de diplomatik faaliyetlerin açık veya kapalı olmasının fayda ve sakıncaları tartışma konusudur. Bazılarına göre kapalı diplomasi, zarar alıcıların kapalı kapılar ardından geniş kitlelerin aleyhine bazı kurallar alabilmelerini mümkün kılan ve demokrasinin özüne aykırı bir nitelik taşımaktadır. Bazılarına göre, ise gerektiğinde uygulandığı takdirde kritik sorunların ele alınışında, genellikle hisleri ile hareket eden ve kolayca yönlendirilebilen geniş halk kitlelerinin etkisini azaltarak, sorunun çözümü için gerekli teknik bilgi ve deneyime sahip uzmanlara daha fazla inisiyatif tanıması dolayısı ile gerekli bir diplomasi biçimidir.

Hinterland

Geride topraklar, gerideki ülke anlamına gelen Almanca kökenli bir terim. Bu ulaşım kaynağına, limana, özellikle ekonomik anlamda, bağımlı durumda bulunan toprak parçaları birer hinterland oluştururlar.

Hiyerarşik Sistem (system of hierarchy)

Bu sistem hipotetik nitelikteki uluslararası sistem türlerinden bir tanesi. Tarihte gerçekleşen en güzel örneğini, Roma İmparatorluğu döneminin oluşturduğu söylenebilir. Günümüzde uluslararası politika literatüründe daha çok bazı alt sistemleri çözümlemek açısından önem taşıyan bu teorik modelde, sistem içerisinde bir devlet ile diğerleri arasındaki güç dağılımı simetrik olmayan bir nitelik göstermekte ve de bu sistemde ülke başat bir konumda bulunmaktadır.  

Yorum bırakın